Pananarşist Manifesto - A.L ve V.L. Gordin - (Moskova, 1918)

Pan-anarşizm teorisine niteliğini veren geçmişin şiddetle reddedilmesi, İç Savaş dönemindeki belli başlı anarşist merkez olan güneydeki Harkov kentinde üslenmiş bir grubun, Anarko-Fütüristlerin manifestosunda daha belirgindir. Gordin kardeşler gibi, Anarko-Fütüristler de kurulmakta olan burjuva sonrası evreye uygun yeni bir sözlük ürettiler. Bakunin’le birlikte, evrensel yıkımın havarileriydiler; onun, “yıkma tutkusu yaratıcı bir tutkudur” inancını ve yeni bir dünyanın, eskisinin yıkıntılarından doğacağı inancını paylaşıyorlardı. Eskiden nefret ederek ve yeniyi yücelterek, bilinçli sarsma ve zorlama çabalarıyla, sanat ve kültürün toptan yıkılması çağrılarıyla, 1909’da Filippo Marinetti tarafından yayınlanan ünlü Fütürist Manifesto’yu yansıtıyorlardı.

Zaman zaman, onların dili Marinetti’ninkiyle, onun kısıtlandırılmış imgelemi ve çağlayan metaforlarıyla gerçekten de, adeta özdeşleşiyordu: “İtalya çok uzun zamandan bu yana, büyük bir ikinci el mal pazarı olmuştur. Sayısız mezarlıklarıyla, onu kaplayan sayısız müzeden kurtulmak istiyoruz...Yanmış parmaklarıyla o iyi kundakçılar gelsin! İşte onlar! Kitaplıkların raflarını ateşe verin! Müzelerin depolarına kanallar açın! Saygıdeğer kentlerin temelini yıkın!”

Pan-anarşizm sözlük anlamı olarak, her şeyi kapsayan anarşizm anlamına gelir; “pan” Yunanca’da “tüm” demektir. Pan-anarşizm kapsamlı ve eklemli bir anarşizmdir. Hükümetin olmaması idealinden, yani asıl anarşizmden ayrı olarak, başka dört ideali daha içerir: “herşeyin herkese ait olması”yla komünizmi; pedizmi, ya da çocukların ve gençlerin kölece eğitim cenderesinden kurtulmasını; kozmizmi (ulusal kozmopolitizm), ezilen milliyetlerin tümden kurtuluşunu ve son olarak da, jineantropizmi, yani kadınların kurtuluşunu ve insanileştirilmesini...Hepsi birlikte bu beş ideal, genel “pan-anarşizm” başlığı altına girerler.

Pan-anarşizm tüm toplumun –ekonomi, aile, okul, uluslararası ilişkiler ve hükümet kurumlarının- temelden yıkılmasını ve yeniden yapılandırılmasını amaçlayan ilkesel düzeydeki tüm toplumsal ideallerin, eylemlerin ve özlemlerin bir sentezini dile getirir. Ekonomik alanda pan-anarşizm, kapitalizmin yerini komünizmin almasını; toprakta, üretim araçlarında ve tüketim mallarında özel mülkiyetin kaldırılmasını getirir. Ailede, çokeşliliğin ve kadın ticaretinin yerini, birey olarak erkek ve kadın arasındaki gerçek sevginin alması; ayrıca da, ailede ve bir bütün olarak yaşamda, hem fiilen, hem de hukuken, erkek egemenliğinin sona ermesi, kadınların tüm çalışma ve sanat alanlarına özgürce katılımı ve onların, toplumun tüm nimetlerinden eşit olarak yararlanması demektir bu.

Okulda ise bunun anlamı, çocuklarımızı ve gençlerimizi dinsel ve bilimsel önyargılarla doktrinize eden şimdiki kitabi öğretimin yerini, gündelik yaşamda yararlı olacak; onlara özgürlük, özgüven, nesneleri özgünlük ve kafaca bağımsızlıkla yaratma yeteneği verecek pratik bir teknik beceri eğitiminin almasıdır. Ayrıca bu, anayurtlarıyla, devlet sınırlarıyla, ulusal ve özel toprak sahipliğiyle varolan toprak sisteminin yerini; ne anayurtların ne de sınırların olacağı, yalnızca bütün yeryüzünün ortaklaşa kendilerine ait olduğu özgür insanların özgür birliklerinin yer alacağı bir ulusal-kozmopolit düzenin alması anlamına da gelmektedir. “Bütün yeryüzü bütün insanlığa” –“bütün yeryüzü benimdir” diye ilan eden yağmacı ulusların toprak ve bölge taleplerine ve emperyalizmine karşı, pan-anarşizmin sloganı işte budur.

Hükümet (yönetim) örgütleri ve onların bireyle ilişkileri alanında pan-anarşizm, otoritenin, devletin ve her türlü zorlama biçimlerinin –mahkemeler, zindanlar, milisler, vb.- kaldırılmasından ve toplumun, gönüllü anlaşmalar ve dayanışmalar yoluyla yönetilmesinden yanadır.
Pan-anarşizm, Ezilen Beşler Birliği’nin idealidir. Tüm ezilenleri, baskının bu beş biçimi üzerinde yükselen şimdiki düzenin yıkılması için dünya çapında bir örgüt, bir Ezilenler Enternasyonali, bir Dünya Ezilen Beşler Birliği yaratmak için bir araya gelmeye çağırmaktadır. Pan-anarşizm, çağdaş toplumda ezilen beş grubun tümünün bir İşçi-boştagezer İşçi Enternasyonali, bir Gençlik Enternasyonali, bir Ezilen Milliyetler Enternasyonali, bir Kadınlar Enternasyonali ve bir Bireysel Kişilikler Enternasyonali içinde birleştirilmesinde ve ayrıca giderek tüm ezilenlerin eşitliği ilkesi temelinde kurulan ortak bir Ezilenler Enternasyonali’nin oluşumunda inisiyatif üstlenmektedir.

Pan-anarşizm bir toplu-yıkımdan, varolan toplumdaki bu beş baskı türünün tümünün ortadan kaldırılmasından yanadır. Bu yüzden, pan-anarşizmin amacı ezilenlerden bir grubun, öbürlerinin ezilmesi yoluyla, örneğin bir proletarya diktatörlüğü getirilmesiyle kurtulması değil; tüm ezilenlerin, tüm insanlığın, tüm aşağılanan öğelerin kurtulmasıdır. Üstelik, pan-anarşizm insanlığın kapitalizmin ve devletin boyunduruğundan, biçimsel eğitimin ve ev işlerinin boyunduruğundan, milliyetçiliğin boyunduruğundan da kurtulmasıdır.

Pan-anarşizm, çağdaş toplumdaki beş baskı biçiminin hepsini yıkacaktır: (1) ekonomik, (2) politik, (3) ulusal, (4) eğitsel, ve (5) ev-içi. Daha yalın olarak, pan-anarşizm ne zengin ne de yoksul, ne yönetici ne de yönetilen, ne köleleştirici öğretmenler ne de köleleştirilmiş öğrenciler, ne erkek efendiler ne de kadın köleler olmasını savunmaktadır. Pan-anarşizm için, bu taleplerden her biri eşit önemdedir. İster önderlik, ister tahakküm yoluyla olsun, biz ezilen öğenin bir başkası üzerindeki üstünlüğünü, pan-anarşizm insan varlığının özel bir sınıf ya da grup adına sömürülmesi olarak damgalamaktadır.

Ama, pan-anarşizm yalnızca, baskının bu beş biçiminden kurtulmak anlamına gelmiyor. Ezilen insanlığın şu iki aldatmacadan kurtulması anlamına da geliyor; dinin aldatmacası ve bilimin aldatmacası ki, bunlar özünde, aynı aldatmacanın, yani ezenlerin ezilenleri aldatmasının iki biçimidir. Pan-anarşizm din ve bilimin, dikkati baskı ve gerçek, somut dünyadan uzaklaştırmak; bunun yerine, kavranılamaz bir dünyayı, ya doğaüstü (din) ya da soyut (bilim) bir dünyayı koymak amacıyla uydurulduğunu açıklıyor. Pan-anarşizm, bilimi, yeniden şekillendirilmiş bir din ve doğayı da yeniden şekillendirilmiş bir Tanrı olarak görüyor. Bilim burjuvazinin dinidir; tıpkı, dinin soyluların ve köle sahiplerinin bilimi olması gibi.

Pan-anarşizm evrensel devletsizliği, kozmik anarşiyi, her yerde anarşiyi ilan etmektedir! Din ve bilimin her biçimi yalnızca burjuvazinin baskı buluşları, ezilenler için birer tuzak ve kapan, birer yem ve ökse olmakla kalmıyorlar. Bunlar ayrıca düzenbazca ve barbacadır, dar ve ahmakçadırlar, naif ve komiktirler, karmakarışık ve çelişkilidirler. Bilim, Avrupa vahşetinin ahmaklıklarından biridir; tıpkı, dinin Asyatik vahşetin bir ahmaklığı olması gibi...Bunların her ikisi de tek bir karışıklıklar ve çelişkiler dokusu oluşturmaktadır: Tanrı ve Tanrısızlık, neden ve nedensizlik; gerçek kurucu Tanrı ve “hiç”ten vareden, dolayısıyla olan, Tanrı-olmayan Tanrı; ilk nedene uzanan neden, böylece kendi kendinin nedeni olan ya da nedensizlik olan neden.

Tanrı ve Doğa insanın hayalinde yapılmıştır, antropomorfiktir. Eskimolar bunları bir beyaz ayı şeklindeki kendi avlarından türetmektedirler (dünya beyaz ayıdan türemiştir); İbraniler ise kendi mesleklerinden (marangoz, terzi Tanrı)...Newton, Kant ve Laplace doğayı Avrupa mekaniğine göre, Darwin ve Spencer İngiliz at yetiştiriciliğine göre (doğal seçme İngiliz at yetiştiriciliğindeki yapay seçme modelini izliyordu) öngördüler. Göklerin yönetimi ile doğanın yönetimi –melekler, ruhlar, şeytanlar, moleküller, atomlar, eter, Tanrı, ilahi yasalar ve doğa yasaları, güçler, bir bedenin bir başkası üzerindeki etkisi- bütün bunlar toplum tarafından bulunmuş, oluşturulmuş, yaratılmıştır (sosyomorfik).

Tanrı mutlak Asya hükümdarlığının bir imgesidir. Göksel yasalar, yıldızların yasaları, Asur ve Babil astrolojisi –bunlar imparatorların yasalarıdır. Doğa yasaları devletin yasalarıdır; doğal güç zorlamadır. Doğa’nın güçleri Avrupa’nın anayasal hükümdarlıklarını ve anayasal bürokrasiyi andırmaktadır; hatta doğa zaman zaman demokratik bir cumhuriyetin başkanını da andırmaktadır!

Pan-anarşizm evrenin ne insan, ne de toplum olduğunu öğretiyor. Onun ne başı ne sonu, ne kökeni (kozmogoni) ne nedeni, ne yasaları, ne kamçıyı andıran güçleri var. Evren ve her doğal görüngü her zaman “kendisi”dir; deyiş uygunsa, anarşist-bireysel ya da anarşist-komünisttir. Evren ve onun tüm görüngüleri kendiliğindendir. Evrende ve her görüngüde dışsal hiçbir şey, hiçbir zorlayıcı düzen yoktur; ama daha çok, anarşi, yani içsel (içkin) düzen, bağımsız ve kendiliğinden bir düzen vardır. Doğal güç yok, yalnızca eylemler ve çekimler vardır; nesneler, eylemler ve çekimler özdeştir.

Pan-anarşizme göre dinin ve bilimin temel hatası, birincisinin fantazinin, ikincisinin de aklın (zihinsel şekillendirmeler ya da soyutlamalar) ürünü olmasıdır. Bu yüzden, pan-anarşizm yalnızca duyguların hatta daha çok, adalelerin ve tekniğin hakiki olduğunu savunur. Pan-anarşizm yalnızca tekniği –sözün geniş anlamıyla tüm zanaatları, tüm pratik işleri vb. kapsayan tekniği (buna tüm-teknik denilmektedir)- halkın, çalışanların, ezilenlerin kültürü olarak kabul eder.

Toplumun incelenmesi bakımından, pan-anarşizm tüm sosyolojik yasaları ya da toplumsal evrimi ve gelişmeyi reddetmekte; bunların yerine, sosyo-tekniği, toplumun toplumsal deney yapma, iyileştirme ve yenileme hakkıyla kurulmasını koymaktadır. Teknikçiliğe bürünmüş olan pan-anarşizm, yalnızca tümden ve evrensel anarşi değil, aynı zamanda, şimdiki anarşi anlamına da gelir. Sosyal demokratik evrim ve reform yerine, sosyal devrim sloganını ileri sürer; şu altın anarşist kuralı savunur: Dosdoğru hedefinize gidin!
Öyleyse,
Yaşasın Pan-Anarşi!

Kaynak: Paul Avrich, Kendi Belgeleriye Rus Devriminde Anarşistler, Metis yay, 1992 , sayfa 57-61
Çeviren: Celal Kanat

Devamını okuyun...>>

Forzalivorno Manifestosu

1. Forzalivorno, endüstriyel futbola karşı gelişen bir taraftar hareketidir. Paranın egemenliğinin, sporun ruhunu zedelemesine karşı çıkar. Taraftarları müşteri olarak gören yaklaşımların karşısındadır. Her alanda sporun endüstirileşmesine karşı muhalefet ederek amatör ruhu ve yerelliği savunur!

2. Forzalivorno sporda ve yaşamın her alanında ırkçılığa ve her türlü din, dil, ırk, cinsiyet ayrımına karşıdır. Toplumdaki yaygın milliyetçi reflekse karşı ödünsüz bir kardeşlik çizgisini savunur. “Öteki”leştirilerek dışlanan gruplara yönelik, mikro düzeyde de olsa her türlü ayrımcılığa karşı durmayı, yaşamsal bir önemde görür.

3. Forzalivorno, dili söylemi ve duruşuyla sporda şiddeti körükleyen egemen anlayışı reddeder. Taraftarın her şeyden önce “güzel futbola” taraftar olduğunu bilerek, futbol endüstrisinin suni bir şekilde körüklemeye çalıştığı gerilimlere karşı, renklerin kardeşliğini savunur. Futbolu çirkinleştirmeyen rakibini alkışlama erdemi gösterenlerin forumu olma iddiasındadır.

4. Forzalivorno, takım tutmayı mutluluk sayar; fakat tutulan takımın kutsanmasını reddeder! Taraftarizmin körleştirdiği mevcut taraftar profiline karşıdır. Taraftar gruplarının kendi forumlarına, kendi çevrelerine hapsolmuş tek yanlı bakış açısına karşın, farklı takım taraftarlarının birbirlerini anlayıp ortak hareket edebilecekleri zeminleri yaratma misyonunu üstlenmiştir. Tüm üyelerinden de bu çabayı destekleyecek bir performans beklemektedir.

5. Forzalivorno, savunduğu amatör ruhla değer üretimini esas sayar. Bir arada olmanın getirdiği güçle üretkenliği çoğaltmayı ve adilce paylaşmayı savunur!

6. Forzalivorno, futbolda ve sporun tüm alanlarında bahis ve şikenin karşısındadır.

7. Forzalivorno spor yapma hakkını savunur. Bu amaçla spor salonlarının, pistlerin ve sahaların halkın kullanımına açılmasını talep eder.

8. Forzalivorno, sporcuların haklarını bilmek ve savunabilmek için sporcu sendikalarının kurulması düşüncesine destek verir.
Devamını okuyun...>>

Ekososyalist Bir Manifesto Joel Kovel , Michael Löwy

GİRİŞ

Bu ekososyalist manifesto fikri, 2001 yılının Eylül ayında Paris yakınlarındaki Vincennes’de ekoloji ve sosyalizm üzerine yapılan bir seminerde Joel Kovel ve Michael Löwy tarafından ortaya atıldı. Hepimiz Gramsci paradoksunun kronik bir örneğinin sıkıntısını çekiyoruz: Eski düzenin gitmekte olduğu (ve uygarlığı beraberinde götürdüğü) ama yenisinin yerine gelmediği bir zamanda yaşıyoruz. Ama en azından bu ilan edilebilir. Üzerimize çöken en ağır gölge ne terör, ne çevrenin tahribatı ne de küresel resesyondur. En ağırı, kapitalist dünya düzenine olanaklı bir alternatifin olmadığını ileri süren içselleşmiş kaderciliktir. Ve biz de, şu andaki kaygı verici uzlaşmayı ve pasif kabullenmeyi kasıtlı olarak reddeden bir dilin bir örneğini kurmayı istedik.



Bununla birlikte bu manifesto, ekososyalizm henüz bir hayalet olmadığından ve herhangi bir somut parti ya da hareketin temelini oluşturmadığından, 1848’deki gözüpeklikten yoksun durumdadır. Bu manifesto yalnızca, mevcut krizi ve onu alt etmek için gerekli koşulları okumaya dayalı bir akıl yürütme hattıdır. Her şeyi bildiğimizi iddia etmiyoruz. Aksine, amacımız diyaloga, tartışmaya, düzeltmelere; her şeyden önce de bu düşüncenin nasıl daha iyi idrak edileceğine dair bir kavrayışa yol açmak. Küresel sermayenin kaotik dünyasında sayısız direniş noktası kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yapıları gereği, bunların birçoğu içerik olarak ekososyalisttir. Bunlar nasıl bir araya getirilebilir? “Ekososyalist bir enternasyonal” tasavvur edebilir miyiz? Hayalet ortaya çıkarılabilir mi?

MANİFESTO

21. yüzyıl bir felaket belirtisi üzerinde açılıyor: Eşi benzeri görülmemiş bir ekolojik çöküş; ve gezegenin geniş bölgelerine (yani Orta Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika’nın kuzeybatısı) kangren gibi yayılan ve tüm uluslarda yankısını bulan düşük yoğunluklu, parçalara ayırıcı savaş kümeleriyle ve terörle kuşatılmış kaotik bir dünya düzeni.


Bizce ekoloji krizleri ve toplumsal çöküntüler birbirleriyle yakından ilişkilidir ve aynı yapısal güçlerin değişik görünümleri olarak değerlendirilmelidir. Ekoloji krizleri büyük ölçüde, yeryüzünün ekolojik istikrarsızlığı zaptetme ve bu istikrarsızlığın etkilerini azaltma kapasitesini aşan dizginsiz sanayileşmeden kaynaklanıyor. Toplumsal çöküntüler ise, yolunun üzerinde duran toplumlarda sebep olduğu parçalayıcı etkilerle beraber emperyalizmin küreselleşme olarak bilinen biçiminden kaynaklanıyor. Üstelik bu temel güçler aslında aynı eğilimin değişik görünümleridir ve bunlar bütünü hareket ettiren esas dinamik olarak görülmelidir: Dünyadaki kapitalist sistemin yayılması.

Bu rejimin vahşiliğini örten hafifletmelerin ve propaganda amaçlı yumuşatmaların tümünü reddediyoruz: Sebep olunan ekolojik maliyetlere yeşil dostu gibi bir süs verilmesi, demokrasi ve insan hakları adı altında beşeri maliyetlerin gizlenmesi. Bunun yerine, sermayenin gerçekten ne yaptığını gören bir bakış açısından, ısrarla sermayeye odaklanmanın üzerinde duruyoruz.



Doğaya ve onun ekolojik dengesine dayanarak hareket ediyormuş gibi yapan rejim, kârlılığı sürekli genişletme zorunluluğuyla beraber, ekosistemleri dengeyi bozucu atıklarla karşı karşıya bırakıyor, organizmaların gelişmesini sağlamak için milyarlarca yıl boyunca evrim geçirmiş olan habitatları yok ediyor, kaynakları çarçur ediyor ve doğanın duyulara hitap eden canlığının yerine sermaye birikimi için gerekli olan kaba bir değiş tokuş edilebilirliği koyuyor.

Kendi kaderini tayin, topluluk ve anlamlı bir varoluş doğrultusundaki gereklilikleriyle beraber insanlık cephesinden baktığımızda, sermaye dünyadaki insanların çoğunu salt bir emek gücü deposuna çevirirken geriye kalanların büyük kısmını işe yaramayan baş belaları olarak bir kenara atar. Sermaye, tüketimcilik ve depolitizasyondan oluşan küresel kitle kültürü yoluyla, toplulukların bütünlüğünü ihlal etti ve bu bütünlüğün altını oydu. Servet ve güç eşitsizliklerini insanlık tarihinde görülmemiş bir düzeye getirdi. Yozlaşmış ve körü körüne itaat eden bağımlı devletler (buradaki yerel elitler bastırma görevini yürütürlerken ılımlı kimseleri bu eziyetten esirgediler) ağıyla yakın ilişki içinde hareket etti. Kapitalist merkeze itaati sağlamak amacıyla devasa bir askeri aygıtı beslerken, çevrenin özerkliğini ortadan kaldırmak ve onun borç batağına saplanmasına neden olmak için Batılı güçlerin ve süper güç ABD’nin kapsamlı gözetimi altında, bir ulusötesi örgütler ağını harekete geçirdi.

Mevcut kapitalist sistemin, yarattığı krizlerin üstesinden gelmek şöyle dursun, bunları düzenleyemeyeceğini düşünüyoruz. Bu sistem ekolojik krizi çözemez çünkü bunu yapmak birikimin önüne sınırlar koymayı gerektiriyor, bu da “Büyü ya da Yok Ol” kuralı üzerine kurulu bir sistem için kabul edilemez bir seçenek. Bu sistem terörün ve şiddete dayalı diğer isyan biçimlerinin yarattığı krizi de çözemez çünkü bunu yapmak imparatorluğun mantığını terk etmek anlamına gelir, bu da büyümeye ve imparatorluğun sürdürdüğü “yaşam biçiminin” tamamına kabul edilemez sınırlar koyar. Sistemin geriye kalan tek seçeneği kaba kuvvete başvurmaktır; bu yolla da yabancılaşmayı artırır ve daha fazla terör tohumu … ve daha fazla kontr-terörizm tohumu eker, böylece faşizmin yeni ve ölümcül bir çeşidine evrilir.

Kısacası kapitalist dünya sistemi tarihsel olarak iflas etmiştir. Sistem, alışması imkansız bir imparatorluğa dönüşmüştür ve onun aşırı büyüklüğü, altında yatan güçsüzlüğü ifşa etmektedir. Ekolojinin diliyle, son derece sürdürülemezdir ve temelden değiştirilmelidir, hatta, yaşamaya değer bir gelecek istiyorsak yerine yenisi konmalıdır.

Böylece, vaktiyle Rosa Luxemburg’un ortaya attığı yalın seçenek tekrar gündeme geliyor: Ya Sosyalizm Ya Barbarlık! Şu anda barbarlığın yüzü de, yaşanmakta olan yüzyılın damgasını taşıyor ve ekolojik felaketi, terör ve kontr-terörü ve bunların faşist yozlaşmalarını tasvip ediyor.

Ancak neden sosyalizm? Onun 20. yüzyıldaki yorumcularının kusurları yüzünden sözüm ona tarihin çöp tenekesine atılmış bu kelimeyi canlandırmak neden? Sadece şu sebepten: Ne kadar yenilgiye uğramış ve gerçekleştirilememiş olsa da, sosyalizm kavramı hâlâ sermayenin yerine geçmeyi temsil ediyor. Eğer sermaye yenilgiye uğratılacaksa (ki bu, uygarlığın kendini sürdürmesi için aciliyeti olan bir iş) netice ister istemez “sosyalist” olacaktır çünkü bu terim kapitalizm sonrası bir topluma geçişi belirtir. Eğer sermayenin kesin olarak sürdürülemez olduğunu ve yukarıda ana hatları çizilen barbarlığa dönüştüğünü söylüyorsak, o zaman sermayenin yol açtığı krizleri alt edebilecek bir “sosyalizm” inşa etmemiz gerektiğini de söylüyoruz demektir. Eğer geçmişteki sosyalizmler bunu başaramadıysa ve biz barbarca bir sona boyun eğmeye karşı çıkıyorsak, başarıya ulaşan bir sosyalizm için mücadele etmek bizim yükümlülüğümüzdür. Luxemburg o tarihî alternatifini dile getirdiğinden bu yana barbarlığın yüzyılımızı yansıtan bir biçimde değişmesi gibi, sosyalizmin adının ve gerçekliğinin de günümüz için uygun olması gerekir.

İşte bu sebeplerden dolayı sosyalizm yorumumuzu ekososyalizm olarak adlandırmayı tercih ediyoruz ve kendimizi bunun gerçekleştirilmesine adıyoruz.

NEDEN EKOSOSYALİZM?

Biz ekososyalizmi ekolojik kriz koşullarında, 20. yüzyıldaki “ilk dönem” sosyalizmlerin inkarı değil gerçekleştirilmesi olarak görüyoruz. Ekososyalizm ilk dönemdeki sosyalizmler gibi, sermayenin geçmiş emeğin somutlaşmış hali olduğu anlayışına dayanır ve kendisini bütün üreticilerin özgür gelişimine ya da başka bir deyişle, üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını tersine çevirmeye dayandırır. Mevcut kapitalist güçlerin beslediği düşmanlık koşullarında azgelişmişliğin çeşitli etkilerini özetlemek dışında, bu amacın ilk dönemdeki sosyalizm tarafından uygulanamadığını biliyoruz, bunun sebepleri de burada ele alınamayacak kadar karışık. Bu kritik durumun mevcut sosyalizmler üzerinde sayısız kötü etkisi oldu (en önemlisi, kapitalist üretimcilik doğrultusundaki bir rekabetle beraber içerideki demokrasinin reddi) ve nihai olarak bu toplumların çöküşüne ve doğal çevrelerinin tahrip olmasına yol açtı.

Ekososyalizm ilk dönemdeki sosyalizmin özgürleştirici amaçlarını sürdürür ve hem sosyal demokrasinin yumuşatılmış, reformist hedeflerini hem de sosyalizmin bürokratik biçimlerinin üretimci yapılarını reddeder. Bunun yerine, sosyalist üretimin yolunu ve amacını ekolojik bir çerçevede yeniden tanımlamanın üzerinde durur. Özellikle toplumun sürdürülebilirliği için hayati önemde olan “büyümenin sınırları” konusunda öyle yapar. Şaşırmamak gerekir ki, bunlar kıtlık, sıkıntı ve baskının dayatılması olarak karşılanıyor. Ancak amaç ihtiyaçların dönüşümü ve niceliksel boyuttan uzaklaşılarak niteliksel boyuta doğru keskin bir değişimdir. Meta üretiminin dilinden bu şu anlama gelir: Kullanım değerlerinin değerini değişim değerlerinin üzerinde belirlemek – doğrudan ekonomik faaliyeti temel alan ve geniş kapsamlı bir öneme sahip olan bir tasarı.

Ekolojik üretimin sosyalist koşullar altında yaygınlaştırılması mevcut krizlerin alt edilmesi için uygun bir zemin sağlayabilir. Özgür bir biçimde ortaklık kuran üreticilerden oluşan bir toplum kendi demokratikleşmesini sağlamakla yetinmez. Aynı zamanda tüm varlıkları özgürleştirmeyi ilke ve amaç olarak vurgular. Böylece emperyalist dürtüyü hem öznel hem de nesnel olarak yenilgiye uğratır. Böyle bir amacı gerçekleştirerek bütün egemenlik biçimlerini alt etmek için mücadele eder, özellikle de toplumsal cinsiyet ve ırk konusundakileri. Kökten dinci çarpıklıklara ve onların terör şeklindeki görünümlerine yol açan koşulların ötesine geçer. Doğayla, mevcut koşullar altında tasavvur edilemeyecek ölçüde bir ekolojik uyum içinde bir dünya toplumu öneriliyor. Bu eğilimlerin pratik bir sonucu, örneğin sanayi kapitalizminin ayrılmaz bir parçasını oluşturan fosil yakıtlara olan bağımlılığın yok edilmesi şeklinde ifade edilir. Ve bu daha sonra, petrol emperyalizminin boyunduruk altında tuttuğu toprakların serbest kalmasının maddi temelini oluştururken, ekolojik krizin diğer dertleriyle beraber küresel ısınmanın denetim altına alınmasını sağlayabilir.

Bu tavsiyeler şunları göz önünde bulundurmadan okunamaz: Birincisi, bunların ne kadar pratik ve kuramsal soru ortaya attıklarını; ve ikincisi ve daha cesaret kırıcı olanı, bunların dünyanın şimdiki görünüşünden ne kadar uzak olduklarını (zira mevcut düzen kurumların içine işlemiş ve bilinçlerde yer etmiş durumdadır). Herkesin derhal farkına varması gereken bu hususları ayrıntılarıyla incelememize gerek yok. Ancak bunların kendilerine özgü bakış açısıyla ele alınmaları gerektiği üzerinde ısrarla duracağız. Bizim tasarımız, ne bu yolda atılan her adımı sergilemek ne de sahip olduğu gücün üstünlüğünden dolayı düşmana boyun eğmektir. Tasarımız mevcut düzen için yeterli ve gerekli bir dönüşümün mantığını geliştirmek ve bu amaca yönelik ara adımları geliştirmeye başlamaktır. Bu imkanlar üzerine daha derinlemesine düşünmek ve aynı zamanda bizimle benzer kaygıları paylaşanlarla birlikte faaliyet yürütmeye başlamak için bunu yapıyoruz. Eğer bu savların bir değeri varsa, benzer düşüncelerin ve bu düşünceleri hayata geçirecek pratiklerin tüm dünya yüzeyindeki sayısız yerde birbirleriyle uyum içinde filizlenmesi gerekir. Ekososyalizm ya enternasyonal ve evrensel olacaktır ya da hiç olmayacaktır. Günümüzdeki krizler devrimci fırsatlar olarak görülebilir ve görülmelidir, bunları açığa vurmak ve yaşama geçirmek de bizim görevimizdir.
Paris, Eylül 2001
Çeviren EMRE ERGÜVEN


Bu belge şimdiye kadar Fransızca, İspanyolca ve Japonca’ya çevrildi ve halen tüm dünyada dolaşıyor. Eğer burada ileri sürülen görüşü destekliyorsanız ve Manifestoyla ilgili son gelişmelerden haberdar olmak ve/veya gelişimine katkıda bulunmak istiyorsanız jkovel@prodigy.net ya da WSeasby@cs.com adreslerine bir e-posta gönderin. Teşekkürler.


Gelecek dergisinin Aralık 2005 sayisinda yayimlanmiştir

Devamını okuyun...>>

anarka-feminist manifesto

Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Dünyadaki kadınların çoğu kendi yaşamlarını ilgilendiren konularda alınan kararlar [üzerinde] hiçbir hakka sahip değiller. Kadınlar iki çeşit tahakküme maruz kalmaktalar: 1) insanların genel toplumsal tahakkümü, ve 2) cinsiyetçilik [ing. sexism] -cinsiyetleri nedeniyle [karşılaştıkları] tahakküm ve ayrımcılık.

Tahakkümün beş ana biçimi var:

* İdeolojik tahakküm; katı kültürel gelenekler, din, reklamcılık ve propaganda yolu ile beyin yıkama [ing. brainwash]. Kavramları manipüle etme, ve kadının duygu ve hassasiyetiyle oynama. Tüm alanlarda yaygın ataerkil ve otoriter davranışlar, ve kapitalist zihniyet.
* Devlet tahakkümü; insanlar arasındaki ilişkilerin çoğunda ve yine sözde özel yaşam'da, yukarıdan aşağıya doğru [olan] emir komuta zinciri şeklindeki hiyerarşik örgütlenme biçimleri.
* Ekonomik sömürü ve baskı; bir tüketici olarak; evde ve kadın işleri'nde düşük ücretli bir işçi olarak.
* Özel alanda olduğu kadar, toplumun kollaması altında da [karşılaşılan] Şiddet --alternatiflerin ve doğrudan fiziki şiddetin olmadığı baskı [durumlarında] dolaylı olarak.
* Örgütlenme yoksunluğu; sorumluluğu ezip geçen, zayıflık ve eylemsizliği yaratan yapısızlığın [ing. structurelessness] tiranlığı.

Bu etkenler birarada çalışırlar; ve biri diğerinin devamlılığını beslemek üzere, eşanlı olarak bir kısırdöngü içinde birbirlerini beslerler. Bu çemberi kıracak bir her derde deva [bir çare] yoktur, ama bu kırılmaz da değildir.

Anarka-feminizm bir bilinçlilik sorunudur. Gardiyanları işlevsiz kılacak bir bilinçlilik. Özgürleşen bir toplumun ilkeleri, bu nedenle bizim için gayet açık seçiktir.

Anarka-femizm kadınların erkeklerle eşit koşullarda bağımsızlığı ve özgürlüğü demektir. Hiç kimsenin bir diğerinden ne daha aşağı ne de daha yukarı olmadığı; hem erkeğin hem de kadının, yani herkesin uyumlu olduğu bir toplumsal örgütlenme ve toplumsal hayat. Bu, özel alanı da kapsamak üzere, toplumsal hayatın tüm seviyeleri için geçerlidir.

Anarka-feminizm kişisel konularda bireysel; ve birçok kadını ilgilendiren konularda ise diğer kadınlarla birarada olmak üzere, kadınların kendilerinin karar vermesini ve meselelerini kendilerinin çözmesini ifade eder. Esas olarak her iki cinsi de ilgilendiren konularda ise kadınlar ve erkekler eşit koşullarda karara varmalıdırlar.

Kadınlar kendi bedenleri üzerinde kendi kararlarına [ing. self-decision] sahip olmalıdırlar; gebelikten korunma ve doğumla ilgili tüm konular kadınların bizzat kendilerince kararlaştırılmalıdır.

Erkek hakimiyetine karşı, kadını sahiplenme ve kontrol etme tutumuna karşı, baskıcı yasalara karşı ve kadının ekonomik ve toplumsal özerklik ve bağımsızlığı için, bireysel ve kolektif olarak mücadele edilmelidir.

Kriz merkezleri, kreşler, çalışma ve tartışma grupları, kadının kültürel aktiviteleri vb. şeyler oluşturulmalı; ve [bunlar] kadınların kendi yönlendirmesiyle işletilmelidirler.

Her iki [cinsin de] eşit karar alma hakkına sahip olduğu, ve [yine] kişinin bireysel özerkliğine ve bütünlüğüne saygılı, erkek ve kadınlar arasında [kurulacak] özgür birlikler geleneksel ataerkil çekirdek aile'nin yerini almalıdır.

Eğitimdeki, medyadaki ve işyerindeki cinsel basmakalıpçılık [bağnazlık] ortadan kaldırılmalıdır. Sıradan işlerde, ev hayatında ve eğitimde işlerin farklı cinsler tarafından köklü bir şekilde paylaşımı uygun bir amaçtır.

İş yaşamının yapısı, daha fazla yarım gün [ing. part-time] iş [yaratılması] ile ve toplumda olduğu kadar evde de [ev içinde de] düz bir şekilde örgütlenecek dayanışmayla kökten değiştirilmelidir. Erkeğin ve kadının çalışması arasındaki farklılık ortadan kaldırılmalıdır. Hasta bakımı ve çocuk yetiştirme kadını olduğu kadar erkeği de ilgilendirmelidir.

Dişi iktidar [ing. female power] ve kadın başbakanlar, ne kadınların çoğunun amaçlarına ulaşmasına, ne de tahakkümün yokedilmesine yol açabilir. Marksist ve burjuva feministler kadınların özgürlük kavgasını yanlış bir yola sevk ediyorlar. Kadınların çoğu için anarşizm olmadan herhangi bir biçimde feminizm olamaz. Diğer bir deyişle, anarka-feminizm, dişi iktidarın veya kadın başbakanların taraftarı değildir, iktidarın ve başbakanların olmadığı bir örgütlenmenin taraftarıdır.

Kadınların [karşılaştığı] iki yönlü tahakküm, iki yönlü bir savaşım ve yine iki yönlü bir örgütlenme gerektirmektedir: bir yanda feminist federasyonlarda, öte yanda ise anarşist örgütlerde. Anarka-feminizm bu iki yönlü örgütlenmede kesişimi [kesişim noktasını] teşkil eder.

Ciddi bir anarşizm de aynı zamanda feminist olmak zorundadır; aksi takdirde bu gerçek anarşizm değil, [sadece] ataerkil bir yarı-anarşizm sorunu olur. Anarşizmde feminist özelliği [çehreyi] sağlamak anarka-feminizmin görevidir. Feminizm olmadan anarşizm olamaz.

Anarka-feminizm'deki önemli nokta değişimin yarın veya devrimden sonra değil, hemen bugün başlaması gereğidir. Devrim sürekli olmalıdır. Günlük yaşamın içindeki tahakkümü ayırd ederek bugün başlamalıyız, ve bu modeli [kalıbı] hemen burada ve hemen şimdi kıracak bir şeyler yapmalıyız.

Ne arzuladığımıza ve ne yapmamız gerektiğine ilişkin karar verme hakkını herhangi bir lidere devretmeden, kendimiz özerk olarak hareket etmeliyiz; kararlarımızı, kişisel konularda tamamen kendimiz, tamamı ile dişil konularda diğer kadınlarla beraber, ve ortak konularda ise erkek yoldaşlarla birlikte almalıyız.

ÇEVİRİ: Anarşist Bakış
Kaynak: "Anarchafeminist Manifesto" (the Anarchafeminist International'den - fransızca aslı Manifeste Anarchofeministe''den çeviri)

Devamını okuyun...>>

Zorunlu Askerliğe Karşı Manifesto

İnsanlık adına; savaş suçları tarafından tehdit edilen tüm siviller, özellikle kadınlar ve çocuklar için; savaştan ve savaş hazırlıklarından zarar gören Doğa 'nın yararına...

Biz aşağıda imzası bulunanlar, tam silahsızlanma doğrultusunda büyük ve kesin bir adım olarak zorunlu askerliğin evrensel olarak ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Biz 20. yüzyıl hümanistlerinin mesajını hatırlıyoruz:

"İnancımız odur ki, büyük profesyonel subay birlikleri ile beraber, zorunlu askerlerden oluşan ordular barış için büyük bir tehdittir. Zorunlu askerlik insan kişiliğinin alçaltılmasına ve özgürlüğün yok edilmesine yol açar. Adaletsiz ve akıl dışı olan kışla hayatı, askeri talimler, emirlere körü körüne itaat ve kan dökmek için tasarlanmış bir eğitim, bireye, demokrasiye ve insan yaşamına saygıyı yerle bir eder.

İnsanları yaşamlarından vaz geçmeye zorlamak ya da kendi iradelerine karşıt olarak veya kendi eylemlerinin doğruluğu konusunda herhangi bir kanaate sahip olmaksızın onları ölüme sürmek, insanın sahip olduğu değeri hiçe saymaktır. Yurttaşlarını savaşa katılmak için zorlamak yetkisine sahip olduğunu düşünen Devlet, onların barış içindeki yaşamlarının değerine ve mutluluğuna gereken saygıyı asla tam olarak göstermeyecektir. Üstelik, zorunlu askerlik vasıtasıyla, saldırganlığın militarist ruhu, erkek nüfusun tamamına en çok etkilenebilecekleri bir yaşta aşılanır. Erkekler, savaşa hazırlanarak, savaşı kaçınılmaz ve hatta arzu edilir bir şey olarak düşünme noktasına gelirler." (1)

"Zorunlu askerlik, bireysel kişilikleri militarizme tabi kılar. Bu köleliğin bir biçimidir. Ulusların düzenli olarak buna katlanıyor olması, tam da onun sindirici etkisinin bir başka kanıtıdır.

Askeri eğitim, ruhun ve bedenin, öldürme sanatında terbiye edilmesidir. Askeri eğitim savaş eğitimidir. Savaş ruhunun daimi kılınmasıdır ve barış arzusunun gelişmesini engeller." (2)

Biz tüm insanları, kendilerini militer sistemin tahakkümünden kurtarmaya ve bunun için de Mahatma Gandhi ve Martin Luther King çizgisinde şiddetten arınmış direniş yöntemlerine başvurmaya, yani vicdani redde, sivil itaatsizliğe, savaş vergilerini reddetmeye, askeri araştırma, üretim ve ticaret ile işbirliğini reddetmeye teşvik ediyoruz.

İçinde bulunduğumuz elektronik savaş ve medya manipulasyonu çağında, vicdanımıza uygun olarak ve zamanında eyleme sorumluluğumuzu reddedemeyiz. Zihinlerimizi ve toplumlarımızı militarizmden arındırmanın, savaşa ve ona yönelik bütün hazırlıklara karşı sesimizi yükseltmenin tam zamanıdır.

Artık eylem zamanıdır, artık yaratmak ve başkalarının yaşamlarını koruyacak bir biçimde yaşamak zamanıdır.


--------------------------------------------------------------------------------
1 Zorunlu Askerliğe Karşı Manifesto,1926; imzacılar arasında başkalarının yanısıra şu isimler de yer almıştır: Henri Barbusse, Annie Besant, Martin Buber, Edward Carpenter, Miguel de Unamuno, Georges Duhamel, Albert Einstein, August Forel, M.K. Gandhi, Kurt Hiller, Toyohiko Kagawa, George Lansbury, Arthur Ponsonby, Leonhard Ragaz, Romain Rolland, Bertrand Russell, Rabindranath Tagore, Fritz von Unruh, H.G. Wells
2 Zorunlu Askerliğe ve Gençliğin Askeri Eğitimine Karşı Manifesto, 1930; imzacılar arasında başkalarının yanısıra şu isimler de yer almıştır: Jane Addams, Paul Birukoff and Valentin Bulgakoff, John Dewey, Albert Einstein, August Forel, Sigmund Freud, Toyohiko Kagawa, Selma Lagerlöf, Judah Leon Magnes, Thomas Mann, Ludwig Quidde, Leonhard Ragaz, Henriette Roland Holst, Romain Rolland, Bertrand Russell, Upton Sinclair, Rabindranath Tagore, H.G. Wells, Stefan Zweig

Zorunlu Askerliğe ve Militarist Sisteme Karşı M, 1993 yılında Türkiye'de yapılan Uluslararası Vicdani Retçiler Toplantısı'nda (International Conscientious Objectors Meeting-ICOM) hazırlanmıştır. ICOM 1981 yılından bu yana düzenlenen ve dünyanın çeşitli bölgelerinden vicdani retçileri bir araya getiren yıllık bir toplantıdır. Türkiye'de gerçekleştirilen 1993 toplantısına 19 ülkeden 85 katılımcı ve aşağıdaki manifesto bu uluslar arası platformda hazırlanmıştır.

Savaş karşıtı mücadele tarihinde daha önce üç manifestoya rastlıyoruz. Bu manifestolar 1919, 1926 ve 1930 tarihli olup, iki dünya savaşı arasında kalan yıllarda hazırlanmış ve uluslararası bir yaygınlık kazanarak aralarında Albert Einstein, M.K. Gandhi, Bertrand Russell, H.G. Wells, Sigmund Freud, Stefan Zweig gibi isimlerin de yer aldığı pek çok bilim insanı, sanatçı ve entellektüel tarafından imzalanmıştır. 1993'te Türkiye'de hazırlanan manifesto, göreceğiniz gibi, asıl olarak 1926 ve 1930 manifestolarından derlenmiştir.

Devamını okuyun...>>

DEVRİMCİNİN ANAHTAR KİTABI - naçayev

I. Genel Örgüt Kuralları

(1) Örgütün yapısı bireysel güvene dayanır.

(2) Örgütleyici, tanıdıkları arasından (kendisi de dahil) beş ya da altı kişi seçer ve her biriyle tek tek konuştuktan ve her birinin rızasını sağlama bağladıktan sonra onları biraraya getirir ve kapalı bir hücreyi oluşturur.

(3) Örgütün işleyişi meraklı gözlerden gizlenir, bu nedenle hücrenin tüm bağlantıları ve etkinlikleri herkeslerden gizli tutulur, tabii kendi üyeleri ve merkez hücre hariç, hatta örgütleyici, merkez hücreye belirli günlerde eksiksiz raporlar sunar.

(4) Üyeler, hazırlık çalışmasının yapılması gereken bölge, toplumsal sınıf, ya da çevre hakkındaki bilginin temel alınmasıyla oluşturulmuş belirli bir plan dahilinde uzmanlaştıkları konuda görevlerini üstlenirler.

(5) Bir örgüt üyesi hemen kendi etrafında ikinci dereceden bir hücre kurar. Bu yeni kurulan hücreyle ilişkisi içinde önceki hücre bir merkez hücre rolündedir, ilk örgütün tüm üyeleri de (ya da, ikinci dereceden hücrelerle ilgili olarak düşünüldüğünde, örgütleyiciler) kendi hücrelerinde sağlanan istihbarat toplamını kendilerinden bir üstteki hücreye sunarlar.

(6) Dolaylı olarak da eşit derecede yönetilebilecek tüm şu insanlar konusunda, yani, diğer insanlar arasında, dolaysız yöntemlerle örgütlenmeme ilkesi en yüksek titizlikle yerine getirilmelidir.

(7) Örgütün genel ilkesi ikna etmeye kalkışmak değildir, yani, bir kimseyi kendine bağlamaya çalışmak değil, hali hazırda gözönünde bulunan kuvvetleri birbiriyle birleştirmek, hedefiyle ilgisi olmayan tüm tartışmaları bertaraf etmektir.

(8) Üyeler örgütleyicilere bağımlı hücrelerin işiyle ilişkisiz sorular sormazlar.

(9) Üyelerin örgütleyiciyle tüm samimiyeti davanın başarıyla ilerlemesi temelindedir.

(10) İkinci dereceden hücrelerin biçimlenmesi sırasında, daha önce örgütlenmiş hiicreler onlarla ilişkili olarak merkezler haline gelirler ve toplumun düzenlemeleri ile içinde yer aldıkları bölgedeki etkinliklerinin ayrıntılı bir programıyla sunulurlar.

Bölüklerden Oluşan Şebekenin Genel ilkeleri

(1) Bölüklerin amacı örgütün çalışmalarının ve ortak davanın gizliliğinin ekstra bir garantisi olarak kullanımlarının bağımsızlığını ve özerkliğini sağlamaktır.

(2) Bu bölükler öncelikle komitenin onayıyla ve şebeke tarafından yetki verilmiş iki veya üç kişiden oluşurlar. Örgütün genel ilkeleri temelinde, yalnızca, komitenin görüşünce gereksinimlerini tam olarak karşılayan hücrelerden bir grup seçerler. Şebeke ile bağlantı örgütleyici aracılığıyla kurulur.

(3) Hücreler arasından bir bölüğün üyeliğine seçilen kişiler ilk toplantıda: a)kararlaştırılmış şekillerde, kollektifçe, üstlerinin sesine tam bağlılıkla eyleyeceklerine ve bölüğü sadece komitenin talimatları doğrultusunda daha derin saflara katılmak amacıyla terk edeceklerine; b)aynı zamanda dış dünyayla her türlü ilişkilerinde zihinlerinde yalnızca toplumun iyiliğini taşıyacaklarına, ant içerler.

(4) Kişiler yalnızca birkezliğine bir bölüğün üyeliğine seçilebilirler. Rakam altıya ulaştığında bölük komitenin talimatlarıyla gruplara bölünür.

(5) Kırtasiye işinin sorumluluğunu almak için, raporların derlenmesi için, komite üyelerinin ve tüm bölükle ilgili diğer temsilcilerin kabulü ve atılması için bir kişi beraberce seçilir. Aynı kişi belgeleri ve demirbaşları korur ve adresleri elde tutar.

(6) Diğer üyeler hazırlık çalışmalarını belirli bir sınıfta ya da çevrede yürütme görevini üstlenirler ve genel ilkeler uyarınca örgütlenmiş kişiler arasından kendilerine yardımcılar seçerler.

(7) Genel ilkelere göre örgütlenmiş tüm kişiler toplumun ereğine varması amacıyla gerekli girişimlerde bulunmak için araçlar ya da ifadeler olarak görülürler ve kullanılırlar. Bu nedenle bölüğün yerine getireceği tüm işlerde bu iş ya da girişim için yapılan planın ana yapısı yalnızca bölük tarafından bilinmelidir; işi yerine getiren kişiler hiçbir durumda işin gerçek doğasını bilmemelidirler, fakat yalnızca kendi paylarına düşen parçalarını ve ayrıntılarını bilmelidirler. Coşkularını harekete geçirmek için işin doğasını yanlış ışıktan yansıtmak yaşamsal önemdedir.

(8) Üyeler tasarladıkları girişimlerin planlarını komiteye bildirirler ve ancak komitenin onayından sonra uygulamaya geçebilirler.

(9) Komitenin önerdiği bir plan anında uygulanır. Komitenin bölüğün gücünü aşan taleplerde bulunmasını önlemek için, bölüğün durumuna dair olabildiğince titiz ve kusursuz bir dosya bölüğün komiteyle bağlantı kanallarından aktarılır.

(10) Bir bölük bağımlı hücreleri teftiş etmek ve onları yeni örgütler kurmak üzere yeni bölgelere sevk etmek için üyelerini gönderebilir.

(11) Finansal kaynaklar sorunu son derece önemlidir:

a) üyeler ve, sempatizanlardan sözlü olarak dile getirilmiş bağışlar miktarında doğrudan haraç toplamak;
b) sempatizan olmasalar da tüm tabakalarda yer alan insanlardan olası bahanelerle dolaylı bir haraç toplama;
c) farklı amaçlar için düzenlenmiş süsü vererek konserler, geceler düzenlemek;
d) özel bireylerle ilgili çeşitli girişimler; bölüğün, gücünü aşan başka daha hırslı yöntemler kullanması yasaktır, ve yalnızca komitenin talimatları doğrultusunda bölük böyle bir planı yürürlüğe koyabilir;
e) toplanan paraların üçte biri komiteye gitmelidir.

(12) Bir bölüğün etkinliklerine başlaması için gerekli olan koşullar arasında şunlar yer alır:

a) hücre evlerinin oluşturulması;
b) seyyar satıcılar, fırıncılar vb. Çevrelere zeki ve pratik adamların sızdırılması;
c) şehir dedikoducularından, orospulardan ve dedikoduların toplandığı ve yayıldığı diğer özel yerlerden bilgi;
d) polisten ve eski katiplerden bilgi;
e) toplumun suçlu denilen öğeleriyle ilişkilerin kurulması;
f) üst tabakadan insanlar üzerinde kadınlar aracılığıyla etki kurmak;
g) tüm olası biçimlerde sürekli propaganda.

Bu kopya dolaşıma sokulmaz ve bölükte saklanır.

II. Devrimciye Kılavuzluk Etmesi Gereken İlkeler
Devrimcinin Kendisine Karşı Tutumu

(1) Devrimci adanmış bir insandır. Kişisel çıkarları, işleri, duyguları, bağlılıkları, kişisel eşyaları, hatta kendi adı bile yoktur. Ondaki herşey, biricik tek bir çıkar, tek bir düşünce, tek bir tutku –devrim tarafından özümlenmiştir.

(2) Varlığının en derinliklerinde, yalnız sözlerde değıl ama eylemlerinde de, uygar düzenden ve tüm o yasalarıyla, töreleriyle, toplumsal uzlaşmalarıyla ve etik kurallanyla kültürlü dünyadan bütün bağlarını koparmıştır. Bu dünyanın amansız bir düşmanıdır, ve onun içinde yaşamayı sürdürüyorsa eğer bu sadece onu daha etkili bir biçimde yıkabilmek içindir.

(3) Devrimci, doktrinciliği tümüyle horgörür ve gelecek kuşaklara bırakmak üzere dünya bilimlerini reddetmiştir. Bildiği yalnızca tek bir bilim vardır, yoketmek01 bilimi. Bu ereğe, yalnızca bu ereğe varmak için, mekanik, fizik, kimya ve belki tıp çalışacaktır: insanlar, ıraları ve durumları, ve mevcut toplumsal düzenin tüm olası katmanlarındaki bütün özellikleri. Biricik ve sabit hedefi bu pespaye düzenin derhal yokedilmesidir.

(4) Kamuoyunu horgörür. Tüm dışavurumları ve ifadeleriyle varolan toplumsal etiği horgörür ve ondan iğrenir. Onun için, devrimin zaferine yardım eden herşey ahlakidir. Devrimin yolunu kesen herşeyse ahlakdışıdır ve suçtur.

(5) Devrimci adanmış bir insandır, devlete ve genel olarak eğitimli ve ayrıcalıklı tüm topluma karşı acımasızdır; ve onlardan da hiçbir merhamet beklememelidir. Onlarla devrimci arasında, ilan edilmiş ya da edilmemiş, sürekli ve uzlaştırılamaz bir ölüm kalım savaşı vardır. Devrimci kendisini işkenceye dayanabilecek şekilde disipline etmelidir.

(6) Kendisine karşı sert olduğu gibi, başkalarına karşı da sert olmalıdır. Her türlü şefkat belirtisi, akrabalık, dostluk, sevgi, minnettarlık hatta onur gibi yumuşatıcı duygular devrimci davaya duyulan tek amaçlı ve soğuk bir tutkuyla tamamen söndürülmelidir. Devrimci için yalnızca tek bir doyum, tek bir avunma, tek bir sevinç ve tek bir kıvanç vardır -devrimin başarısı. Gece gündüz tek bir düşünceyi tek bir amaca taşımalıdır -amansız yoketme eylemi. Bu amaç uğruna soğukkanlıca ve yorulmadan çalışırken, bizzat kendisinin ölümüne ve amacın gerçekleşmesini engelleyen herşeyi kendi elleriyle yoketmeye hazırlıklı olmalıdır.

(7) Gerçek devrimcinin doğasında herhangi bir romantizme, herhangi bir duygusallığa, kendinden geçmeye veya esrikliğe yer yoktur. Kişisel öç ya da düşmanlık için de yer yoktur. Zihninin değişmez bir durumu haline gelen devrimci tutku, her an soğuk hesaplamalarla içiçe geçmelidir. Her zaman ve her yerde kendi kişisel eğilimlerinin gerektirdiği değil, devrimin genel çıkarlarının gerektirdiği kişi olmalıdır.

Devrimcinin Devrimdeki Yoldaşlarına Karşı Tutumu

(8) Devrimci yalnızca pratikte onun kadar devrimci olduğunu göstermiş birisine sevgiyle yaklaşır ve onu dostu kabul eder. Dostluğunun kapsamı da, yoldaşlarına karşı yükümlülükleri ve bağlılığı da, yalnızca yoldaşlarının devrimci yıkımın pratik işlerindeki yararlılıklarının derecesine göre belirlenir.

(9) Devrimcilerin arasında dayanışmanın gerekliliği apaçıktır. Orada devrimci çalışmanın tüm sertliği bulunur. Devrimci kavrayış ve tutkunun aynı derecesini paylaşan bütün devrimci yoldaşlar, mümkün olduğunca, beraber tiim önemli meseleleri tartışmalı ve ortak kararlar almalıdırlar. Ancak, bu şekilde tasarlanmış bir planı yerine getirirken, herkes olabildiğince kendisine güvenmelidir. Bir dizi yıkıcı eylem gerçekleştirilirken, herkes kendi adına hareket etmeli ve (planın) başarısı için gerekmediği sürece yoldaşlarına yardım ve öneri için başvurmamalıdır.

(10) Her yoldaş kendi altında çok sayıda ikinci ve üçüncü ulamdan devrimciler bulundurmalıdır, bunlar da, grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilmeyen yoldaşlardır. Onları devrimci bir sermayenin kendi hizmetine verilmiş ortak fonunun parçaları olarak görmelidir. Her zaman mümkün olan en yüksek yararı sağlamaya çalışarak sermayedeki kendi hisselerini en ekonomik biçimde kullanmalıdır. Kendisini de devrimci hedefe tahsis edilmiş bir sermaye olarak görmelidir; fakat grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilen yoldaşların tam katılımı olmaksızın serbestçe elden çıkaramayacağı bir sermaye.

(11) Bir yoldaşın başı belaya girdiğinde, devrimci, o yoldaşın kurtarılmasının gerekip gerekmediğini kararlaştırırken, kişisel duygularıyla değil devrimci amaç için iyi olan açısından düşünmelidir. Bu nedenle, bir tarafta, devrimcinin yararlılığını, ve öbüründe de, onun kurtuluşu için harcanması gerekecek devrimci enerji miktarını tartmalı, ve hangisinin daha ağır çektiğini belirlemelidir.

Devrimcinin Topluma Karşı Tutumu

(12) Kendisini sözlerde değil ama eylemde kanıtlamış yeni bir üyenin kabulü, yalnızca herkesin onayıyla kararlaştırılabilir.

(13) Devrimci; devlet, sınıf, ve sözde kültür diinyasına salt onun hızlı ve toptan yıkımına inandığı için girer ve içinde yaşar. Eğer bu dünyanın herhangi bir öğesine karşı acıma duyuyorsa o bir devrimci değildir. Eğer yapabilirse, bir konumun, bir ilişkinin, ya da bu dünyanın bir parçası olan herhangi bir kişinin yokedilmesiyle yüzleşmelidir -herşey ve herkes onun için. eşit derecede tiksinçtir. Bu dünyada ailesi, arkadaşları, ve sevdiği olması onun için tümüyle kötüdür; eğer bu insanlar onu engelleyebiliyorsa o bir devrimci değildir.

(14) Amansız yıkımı amaçlarken, bir yandan da olduğundan başka biriymiş gibi yaparken, devrimci, toplumun içinde yaşayabilir ve hatta bazen yaşamalıdır. Devrimci her yere sızmalıdır: alt ve orta sınıfların arasına, tecim-evlerine, kiliseye, zenginlerin konaklarına, bürokrasi dünyasına, askeri ve yazınsal dünyaya, Uçüncü Şubeye (Gizli Polis), ve hatta Kışlık Saraya.

(15) Tüm bu bozuk toplum çeşitli ulamlara ayrılmalıdır: ilk ulam derhal ölüme mahkûm edilecekleri içerir. Devrimci topluluk, devrimci amacın ilerleyişine verebilecekleri zararı ve ortadan kaldırılacaklarını ölçü alarak, bu insanların bir listesini hazırlamalıdır.

(16) Bu listelerin hazırlanmasına ve yukarıda değinilen düzenlemenin kararlaştırılmasına kılavuzluk eden ilke, ne kişinin bireysel alçaklık eylemleri, ne de toplum veya halk arasında kışkırttığı nefret olmalıdır. Bu alçaklık ve doğurduğu nefret, yine de, gerekli kişisel isyanı teşvik ettiği sürece, bir noktaya kadar yararlı olabilir. Kılavuzluk eden ilkeyse kişinin ölümünün devrimci amaca ne denli hizmet edeceğinin, yeterince geri dönüp dönmeyeceğinin ölçüsü olmalıdır. Bununla beraber, ilk elde özellikle devrimci örgüte zararlı olan herkes, ani ve şiddetli ölümleri hükümet katında en yüksek korkuyu uyandıracak olanlar, ve ölümleriyle hükümeti en zeki ve enerjik figürlerinden yoksun bırakıp, onun sağlamlığını gölgeleyecekler ortadan kaldırılmalıdır.

(17) İkinci ulam; sırf hayvanca davranışları insanları kaçınılmaz isyana süreklediği için ölüm fermanı geçici olarak ertelenenleri içerir.

(18) Üçüncü ulam üst tabakadan sığırlar sürüsüne ya da hiçbir özel zekaya, enerjiye sahip olmayan ancak konumları gereği; bolluğun, bağıntıların, nüfuzun ve iktidarın tadını çıkaranlara aittir. Her olası yolla ve biçimle sömürülmelidirler; ağa düşürülmeli ve yanıltılmalıdırlar, ve kirli sırları hakkında öğrenebildiğimiz kadarını öğrendiğimizde, köleleştirilmelidirler. İktidarları, nüfuzları, bağıntıları, zenginlikleri ve enerjileri böylece tükenmez bir hazine odası ve çeşitli girişimlerimiz için etkili bir yardım haline gelir.

(19) Dördüncü ulam siyasi olarak istekli kişileri, çeşitli anlayışlardaki özgürlükçüleri içerir. Sayelerinde, onların kendi programlarına uygun davranarak, gerçekte onları kontrol altında tutarken onları körce izliyormuşuz izlenimi yaratarak komplolar kurabiliriz. Bütün sırları öğrenilmeli ve geri dönüşsüz biçimde bulaşana dek en aşırı derecede tehlikeye sokulmalıdırlar, böylece devletin düzenini bozmak için çalıştırılabilirler.

(20) Beşinci ulam doktrincileri, komplocuları, devrimcileri, yazılı veya sözlü boş nutuklara kendini kaptırmış olanları içerir. Sürekli, pratik içerikli şiddet bildirileri yapmaya teşvik edilmeli ve zorlanmalıdırlar. Bunun sonucunda çoğunlukları hiçbir iz bırakmadan kaybolur ve gerçek devrimci kazanım az bir kısımlarından sağlanır.

(21) Altıncı ve önemli bir ulam da, kadınlardan oluşanıdır. Üç ana tipe ayrılmalıdırlar: Birincisi, şu önemsiz, düşüncesiz, yavan, aynı üçüncü ve dördüncü ulamdan erkekler gibi kullanabileceğimiz kadınlardır; ikincisi, ateşli, yetenekli ve sadık, ancak henüz bir gerçek, soğukkanlı ve pratik devrimci anlayışı kazanmadıkları için bizden olmayan kadınlardır, bunlar beşinci ulamdaki erkekler gibi kullanılmalıdırlar; ve son olarak, tümüyle bizimle olan kadınlar vardır, yani, grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilen ve programımızı eksiksiz kabul edenler. Bu kadınları, hazinemizin en değerlileri olarak görmeliyiz, yardımları olmasaydı hiçbir şey yapamazdık.

Topluluğumuzun Halka Karşı Tutumu

(22) Topluluğumuzun tek bir emeli vardır -halkın, yani sıradan emekçilerin, tam olarak özgürleşmesi ve mutluluğu. Ancak, özgürleşmelerinin ve mutluluğun sağlanmasının ancak tümüyle yıkıcı bir halk devrimiyle gerçekleşebileceğini bilerek, topluluğumuz tüm gücünü ve tüm kaynaklarını bu sıkıntıların ve kötülüklerin kuvvetlenmesini ve artışını sağlamak için kullanacak, sonunda halkın sabrını kıracak ve onu bir halk devrimine sürükleyecektir.

(23) "Halk Devrimi" derken topluluğumuz klasik Batılı modele uygun düzenli bir hareketi kastetmiyor –bu hareket, mülkiyet nosyonuyla ve sözde uygarlık ve ahlakın geleneksel düzeniyle her zaman kısıtlanmış, şimdiye dek kendisini yalnızca bir siyasi yapıyı yıkıp yerine yenisini getirmekle sınırlandırmış ve böylece sözde devrimci devleti yaratmaya çalışmıştı. Halkı kurtarabilecek tek devrim tüm devlet sistemini kökünden söküp atan ve Rusya’daki tüm rejimin ve sınıfların tüm devlet geleneklerinin kökünü kazıyacak olan devrimdir.

(24) Bu nedenle topluluğumuzun halka hiçbir örgütlenmeyi yukarıdan dayatmak tasarısı yoktur. Her türlü gelecek örgütlenmesi hiç kuşkusuz halkımızın hareketinin ve yaşamın içinde biçimlenecektir, ancak bu daha çok gelecek kuşaklar için bir görevdir. Bizim görevimiz yıkımdır; korkunç, tam, evrensel, ve acımasız bir yıkım.

(25) Bundan dolayı, halka yaklaşırken, herkesten çok günlük yaşamın, Moskova'da devlet iktidarının daha ilk kurulduğu günden beri, yalnızca sözlerde değil eylemde de, devletle doğrudan veya dolaylı bağlantısı olan herşeye karşı, soyluluğa karşı, bürokrasiye karşı, papazlara karşı, esnaflar loncasının dünyasına karşı ve eli sıkı köylü vurguncularına karşı protest davranmaktan geri durmayan öğeleriyle ellerimizi birleştirelim. Ve Rusya’aki biricik hakiki devrimciler olan cesur haydutlar dünyasıyla da ellerimizi birleştirmeliyiz.

(26) Bu dünyayı tek bir yenilmez ve tümüyle yıkıcı kuvvetle örmek –tüm örgütümüzün, komplomuzun, ve görevimizin amacı budur.

01 'yıkmak, yoketmek, yıkım' sözcükleri 'destroy, destruct, destruction'ı karşılamak için

http://fuckyourtv.blogspot.com/2008/11/devrimcinin-anahtar-kitabi.html

Devamını okuyun...>>

Teknoloji ve Uygarlık Karşıtı Çılgınlar- Manifestosu

Fütürist Saldırı
18 Haziran, 2007
Feral Faun


Fütürist Saldırı, halen bir çok benin ironik ve samimi örgütsüz şizofrenik dalgalanmalarıdır. Fütürist’ler gibi, bizler de geçmişe karşı saldırıya geçiyoruz fakat onların saldırılarının sınırlarının farkında olarak, ama kısıtlı saldırılarının ironik maskaralığında ve ayrıca kendimizi hayal edilemeyen yeni yaşam galaksilerinin yaratıcıları haline gelmek için uğraşmak yerine geçmişin hayal edilemeyen altın çağına dönme hasretini çeken nostaljik primitivist teknoloji ve uygarlık karşıtı çılgınların sisli gözlerinden ayırt etmek için, adlarını onları şereflendirmek için çalmıyoruz. Onlar da geçmişten gelen ölü birer ağırlıktırlar ve her zaman öyleydiler. Fütüristler geçmişi retlerinde başarısız olmuşlardır çünkü onlar bugünü ve geleceği kucaklamaktadırlar. Fakat gerçek olmayan bugünde bizler geçmişin saf bir şekilde en yüksek noktasını –tüm olmuş olanların toplamını- deneyimliyoruz. Teknoloji de sadece geçmiştir ve gayretleri bize musallat olur ve köleleştirir. Uygarlık mı? Ağzının suyu akan pürtüklü suratı olan dermansız bunaklık, bizi tiksindirir. Teknolojinin fütürist yüceltisi tüm yaşamın üzerinde geçmişin saltanatının yüceltilmesidir. Ve gelecek sadece bugünün ve geçmişin genişletilmesi olarak var olduğundan beri, yok edilmek zorundadır. Fütürist Saldırı fütürizme her biçimiyle saldırır. Bizler zamana ve onun tüm projelerine ve ürünlerine saldırırız. Bizler zamansızlığın yaratımına başladık; kökenleri sevindirici bir şekilde unutulmuş olan abide olmayan ama toz içinde oynanabilen oyuncakların harabesinin yaratımına başladık; kendi kendini yaratan yaşamla birlikte bereketli ormanların ortasında ufalanan bir taş, paslanan bir metal ve her birimizin yaşamlarının her anı bilinçli bir şekilde ve tutkuyla hiç bir geçmiş, bugün veya gelecek düşüncesiyle –ki bu doğru olarak hakikidir—yaratılamayan geçmişin/bugünün/geleceğin kalanı olan bir dünyanın yaratımına başladık.

Fütürist Saldırı’nın kültürel kalıtımları korumada her ne olursa olsun bir ilgisi yoktur. Kalıtımları korumak sadece tüm kalıtımlar yöneten güçlere ait olduğundan beri onlara hizmet eder. Gönülden unutulmuş bir canavarın çürümesiyle birlikte vahşi ve dağınık bir orman –ölü bir uygarlık- her biri birer uygarlık olan köleleştirmeye ve insan kurban edilmesine abidelerin inşa edilmesi ve uygun bir şekilde uydurulması ile tertemiz olarak budanmış bir çimenlikten daha geniş bir oyun alanı yaratır…Tüm müzeler ve ölü ucubelerin övülmesindeki retoriğe yüksek saygı yıkılsın—geçmişin bu batıl inançlı övgüsü yok olsun! Anıtlara Hayır! Kendi vaktinden önce doğmuş çocuklarını tamamen kapsayan geçmişi yok et: yaşamlarımızı tahakküm altına alna gerçek olmayan bugünü ve üstü pasla kaplanmış geleceği yok et! Bizler kendimiz için hiçbir şeyden yarattığımız bir şeyden daha küçük olan şeyden daha yüceyiz…Şimdi bizler harabeler yaratacağız…Ve sonra yeni ve hayal edilememiş olanı…

Benim dünyadaki yerim: Düşman, Yabancı, Göçebe olmaktır…Hatta “alternatif” kültürlerin dünyasında bile benim yerim budur. Saldırım birleşik ve şifreli bir dünya isteyen herkese yöneliktir. Tüm kodlamaları reddettiğimden dolayı ben bir yıkıcıyım. Neşeyle, Saldırmak zorunda olduğum için suç işlerim ve saldırırım! Hileleri açığa çıkartırım, acımasızca dalga geçerim, ve aptallardan seve seve düşman edinirim. Eğer yalnız isem, bunun nedeni diğerlerinin kendi kendine yaratılan yaşamın havansı temizlemek için geçmişe batıl olarak ibadet edilmesi batağına tercih ederek tırmanmaya korktuğu bir doruk noktasında olduğumdur.

Enkazlar hayret verici ve şaşırtıcı oyun alanlarıdırlar. Güzellikleri geçmişte ne olmuş olduklarıyla değil, şu an ne oldukları ve ne olabileceğinden gelir. Çok fazla harabe kristalize edilmiş kültürlerin koruyucuları tarafından korunmaktadır. Özgür oyuna izin yoktur. Çünkü hepsinin ölü kültürleri şereflendirdiği düşünülür –peki ama ölü neden şereflendirilir ki? Her şey ölür- Bunda bir şeref yoktur. Harabeler harap olmadan önce, hepsi baskı, saplantı, hurafe ve en unutulmuş olan ahmaklık için yapılmış anıtlardır. Fakat harabeler olarak, onlar çok güzeldirler—harabeler geçmişteki şanlarının sembolleri değildirler fakat uygarlık bataklığının dışındaki yaşam için olasılıkların işaretidirler. Harabelerin ortasında oyun oynamak – bir zamanlar tüm yabanılı zaptetmeye çalışmış olan uygarlığın ortasında vahşiye gitmek—gerçekten mükemmel bir şeydir. Ama harabeler yaratmak en iyisidir! Uygarlık varoldukça –toplum çoğu insanın yaşadığı şekilde yaşamasını sağladıkça—en yaratıcı eylem harabelerin yaratımı olacaktır. Geceleri çarpışmalar ve patlamalar – her hangi bir senfoniden daha güzeldir! Ufalanan taşların ve duvarcıkların yığınları –geçmişin kör edemediği her hangi bir heykelden göze daha sevindiricidir! Küller rüzgarda savrulur – bir milyon şiir kitabından çok daha şiirseldir! Kuralsız oyunlar ve koreograflaştırılmamış, çılgın danslar için şaşırtıcı oyun alanları ve zeminler yaratın…Yık!

Çevremdeki kültürün Pazar yerini daha ilgi çekici görebilir miyim? Tüm kültürden nefret eden biri olarak nasıl yapabilirim? Bir volkan gibi beynim kaynıyor. Geçmişin şanının bir işareti olmayan ama insanlar kendi kendilerini yaratan bireyler olarak çiçek açsın diye, kültürün yok olduğu bir dünyanın şaşılacak olasılıklarına işaret eden bir parmak olan harabeleri yaratmak için yanan bir taşkınla bu şehri uçurmak, parçalara ayırmak ve boğmak istiyorum.

Yaratacağımız dalgalanan, şizofrenik yaşamlardır. Eğer toplum bizi katı yapıyorsa, bizler gevşeyeceğiz…Toplum bizi zırhlandırıyorsa, bizler ayı derisi gömleklerimizi çıkartacağız…Eğer yapılanmış hale gelirsek, bu yapıların harabelerini yaratacağız ve bereketli güzellikte büyüyen bir orman gibi harabeler yaratacağız. Yıkılacak çok şey var böylelikle yaratılacak da çok şey var. Sessiz kalacak çok şey var böylelikle şarkı söylenecek çok şey var. Yaşamlarımızın müziğini çizebilen renkler sahası duyulmaya başlanmadığından dolayı—veya sadece belirli bir mesafede duyulduğundan—bugünkü varlığımızın sınırlarını güçsüz, ahenksiz ve diğer dünyalara bir çağrı olarak bir çoğu tarafından yanlış duyulmuş olan, cennet görüşleri olarak yanlış görülmüş olan bir ses aşamaz….Hayal etmenin sömürgeleştirilmesi bunu fantezileştirerek yaratıcı zekayı yok eder….Fakat çok azımız bu renkleri kendi parçalarımız olarak daha net bir şekilde duyarız – halen mevcut olmayan (momentler dışında) çünkü bu sosyal bağlamların kısıtlamalarından özgürleştirirsek yaratabileceğimiz kendilerimizdir. Kendiler, karşılıklı etkileşimlerimizin daha ötesini yaşayabileceğimiz sınırlar içinde belirlendiği sosyal ilişkiler tarafından kurulmadan ve hiçbir şey üzerinden olmadan bilinçli bir şekilde yaratılmıştır. Şimdi hiçbir dil, maksatlı ve bilinçli olan bu yoğunluğun ve tutkunun bu varlık biçimini tanımlamak için var olur, çünkü böyle bir dilin daimi olarak yaratılması ve yok edilmesi ve her anın yaratımıyla birlikte yeniden yaratılması gerekir. Bildiğimiz gibi tüm dil, geçmişi genişleten toplumu yeniden üretecek olan olasılıkları kısıtlamak için düşünce ve algının parametrelerini tanımlamak için yaratılmış sosyal bir yapımdır…Her yerde– gazetelerde, pop şarkılarında, kitaplarda ve TV’de –dilin bizi basitçe, seçimlerimize kısıtlı alan veren düşüncelerimizi maniple eden dili görebiliriz. Buna karşı onu altüst etmek ve altını kazımak için dili kullanmak stratejimizdir. Her zaman zor, kuşkulu ve deneysel bir proje ayrıca hataları maceranın bir parçası olan bir oyun… Dili bu şekilde kullanmak dilin harap edilmesine ve ayaklarını sürüyerek yürümesine çabalamaktır.

Bizler yanlış anlamış olmaya sıçramış bulunmaktayız ve bizi yanlış anlamış olan aptallara gülüyoruz! İyi niyet doğrultusunda iyi niyetli manasız işler ve tüm dogmacılar doğrultusunda zincirsiz zulüm, olasılıklara gardiyan olacaktır. Bu şekilde bizler anlayış da olduğu gibi yanlış anlayışta da cümbüş yapmayı öğreniriz ve saygı değer aleyhtarlardan zevk alırız. Halen bir kama gibi işaret edilmiş dili akıcı yapmak, bir nehir gibi akmak, dilin sosyal amacıyla çelişir ve mükemmel bir dans sağlar – yıkıcı dil silahını bileyen değişmez bertaraf edişleri olan askeri bir sanat sağlar…Tüm bu söylemiş olduklarımla, bizler radikal hiçbir dilin olmadığının sadece özgür ve zorunlu olmayan ifade biçimini yaratmak için onun altını kazımaya ve onu yıkmaya amaç edinmiş dilin kasıtlı ve radikal olarak kötüye kullanılmasının olduğunun farkındayız. Fakat birileri kıyamet hurafesine inanmadıkça, köşe başındaki ani ve mucizevi bir dönüşümde bu süreç, anti-sosyal yollarda iletişimin diğer sosyal modları ve dilin diyalektik kullanımıyla buluşur. Bizler bir toplumu oluşturan gündelik yaşam etkileşimlerinin sosyal biçimlerinden –toplumlarda, her yerde gündelik yaşamı tanımlamış olan sosyal kodların, rollerin ve ilişkilerin tüm ağı – bahsediyoruz. Bunlar asi bireyler olarak Fütürist Saldırı’nın zeka ve hırslı oyun yoluyla altüst etmeye ve altını kazımaya çalıştığı şeylerdir.

Küçük “Fütürist Saldırı” broşüründen alınmıştır, Venomous Butterfly Yayınları… Ayrıca “Anarchy: A Journal Of Desire Armed” #42. sayıda basılmıştır, Sonbahar 1995…

http://yabanil.net/?p=196


Devamını okuyun...>>

Dünya Devrim Manifestosu

Dünya Gezegeni


27 Aralık 2008, Cumartesi

1. İçinde yaşadığımız şirketçi devlet yapısı



Gezegenimiz şirketlerin kuşatması altında. Şirketlerin sahipleri (nevrotik, suça yatkın azınlık) parasal kaynaklarını maksimuma yükseltmek, kendi arzularını beslemek, otorite sahibi olmak, Dünya Gezegenini denilen postmodern endüstriyel ürününe sahip olmak için devleti araç olarak kullanıyorlar.

Hiç şüphe yok ki devlet bankaların kontrolü altında (tam tersi değil!),şu sıralar pasifçe gözlemlediğimiz gibi, devlet kapitalizminin doğuş yerinde maskeler düşmüş durumda: Birleşik devletler hükümeti şirketçi rejimin paniklemiş davranışlarını destekliyor ve ordusunu ‘yaklaşan bir krizin neden olabileceği bir sosyal kargaşa’ ya hazırlıyor.

Ayrıca, devletler bireyleri bölünmüş ve yararsız bir devletin içinde tutuyorlar, böylece insanlığın bariz düşmanına karşı ayaklanmak yerine birbirleriyle yarışıyorlar. Otorite sahipleri bireylere birbirlerinin/yanındakilerin farklılıklarını öğretiyor, onlara millet, cinsiyet, başarı, tüketim, sağlık, güzellik ve akıl sağlığı gibi “değerleri” aşılıyorlar. Bu evrensel düzeyde görülebilen ve bilinen davranışlara neden oluyor: milliyetçilik, ırkçılık, tüketicilik, cinsiyetçilik, fiziksel güç ayrımcılığı (ableism), yaş ayrımcılığı ve fiziksel görünüş ayrımcılığı.

Eğer polis gücü yararına olmasaydı, devletler bireyleri bu tip belirleyicilerle işaretlemeyeceklerdi, her çeşit Tıbbi Rejim, Eğitim Rejimi, Müessese Medyası, Dinler ve Bürokrasi.


İnsan evladı, biricik bir heterojen kimlikler olmaya başladığından beri hiper-vurgulu egosuyla insanlığı bitirdi. Proleter ve Müslüman, saygıdeğer bir ev hanımı ve lezbiyen, öğrenci ve bezgin, cinsiyetçi ve komünist, başarılı/yükselme hırsıyla dolu bir genç ve çevreyle ilgili meselelere duyarlı, kadın ve milliyetçi. Binlerce minik parçaya ayrılmış hali onu bastırılmış sınıf kimliğine zorlayanın kim olduğunu görmesini engelliyor. Daha önemlisi, aynı hal kendisinin daha kolektif olduğunu anlamasını engelliyor, evrensel neo-proleter gibi: gezegendeki bütün insanların günlük olayları karanlık ve sıkıntı içinde deneyimlemelerinden engellenmelere ve gönülsüz ölüme kadar. Bu tip bir proleter, sadece adet üzeri üstün gelir.

Bu bolca önceden tasarlanmış kimlikler, gezegendeki bütün toplumlarda ‘kültürel savaş’ durumuna yol açıyor (ayrıca uluslararası), kimlerin rejim lehinde yarış içinde oldukları gezegende. Ayrıca, bu durum saygıdeğer vatandaşların daha sıkı güvenlik önemlerini talep etmelerine de neden oluyor.

Şirketçi Burjuva Demokrasisinin diktatörlüğü gücüne karşı her türlü direnişi bastırıyor: direnişin sosyal esaslarını ölüm kokuları saçan politik partiler, ticaret birlikleri ve diğer politik oluşumlar içine hapsediyor. Hiç duraksamıyor, sadece sıklıkla özgürlükçü hareketleri bastırmak ve özgür irade hakkını reddetmek için gezegenin bölümlerini ‘demokratikleştiriyor’. (Irak’taki AB, Filistin’deki İsrail, Makedonya’daki Yunanistan)

Dünyanın doğal dengesini yok etmekte, bütün eko sistemi imha etmekte, doğayı başlaştırmakta ve bedenlerimizi yemeklerin niteliğiyle bozmakta sakınca görmüyor. Hepsi ilerleme, bilim ve medeniyet adına.

Bütün bu otoriter modellerin karışımı içinde zamanla medeni dünya bizi, insanların eskiden sahip olmadan (ironik bir biçimde) daha iyi şartlarda yaşadıkları bir yaşam kalitesine sahip olduğumuza ikna ettiler.

Tıbbi Rejimin nimetleri artan nüfus ve ortalama yaşam standartlarıyla basitçe ücretli kölelerin sayısını artırıyor ve aynı zamanda bu ücretli kölelerin yaşam standartlarını mutlak asgari seviyede tutuyor.

Şehirdeki yaşam insanları hayatın deneyimlerinden, doğanın fenomeninden gözlemleme ve öğrenme deneyiminden uzaklaştırıyor, fiziksel alan deneyimini yok ediyor ve bunları eskiden sıradan olan deneyimlerken (fiziksel işçilik, dışarıda hayatta kalma gibi.) sonradan kırılgan deneyimlere dönüştürüyor.

B.Dünya Devrimi medeniyete karşı olmalı

-Dünya iletişim ağındaki organizasyonumuzun katalizörü: bütün küskünleri ve başkaldıranları kendi seslerini yükseltmeleri için çağırıyoruz, ister makalelerini karşı-bilgilendirici medyaya yollayarak, ister kendi bloglarını oluşturarak, kolektif tartışma ortamları yaratarak, kapitalist web sitelerini çökerterek.

-Kendi çalışma ortamlarını kendileri organize etmeleri, kendi sistemlerini üretmeleri, konsensüs güvencesi altında, üretim mekânlarını ele geçirmek ve yatay bir sistem üretmeleri için bütün işçileri çağırıyoruz.

- Kendi binalarını ele geçirmeleri, bütün parti yardakçılarını kovmaları, teori ve pratiği kendi hayal güçlerine, tabiatlarına ve düşüncelerine göre yeniden oluşturmaları için bütün lise ve üniversite öğrencilerini çağırıyoruz.

- Bir araya gelmeleri, ilaç şirketlerinin ilaçlarını reddetmeleri, beyinlerimizi hırpalayan medeniyeti yok etmeye yarayacak fikirler üretmeleri için bütün Klinik Depresyonun yükü altında yaşayanları çağırıyoruz.

-Kurumlar onları yersiz yurtsuz insanlar haline getirdiği için onları yabancılaştıran medeniyeti yok etmeleri ve öfkelerini birleştirmeleri için bütün göçmenleri çağırıyoruz.

-Bilim Rejiminden istifa etmeleri, özgürce kolektif bir halde nasıl zararsız ve tükenmez enerji (güneş, rüzgâr ve jeotermal enerji gibi) üretilebileceğinin yolunu bulmaları için bütün bilim insanlarını çağırıyoruz.

-Kendilerine ait her şeyi mümkün olan maksimum düzeyde, üretim düzeyinde kamulaştırmak ve sabote etmek için devrimin olabileceğini unutan herkesi çağırıyoruz. Başarabiliriz ve buna değer!

-Burjuva yaratıları içinde hayal güçlerini harcamaktan vazgeçmeleri, mücadelemize katılmaları, hayal güçlerini Dünya Devrimini şekillendirmeye harcamaları için bütün burjuva sanatçıları çağırıyoruz.

- Üretimlerini kolektifleştirmeleri, kapital için aşırı tüketime son vermeleri, insan dostu üretim tekniklerini ve tarım sayesinde özgürce yaşamayı öğretmeleri için bütün çiftçileri ve zirai üreticileri çağırıyoruz.

-Et üretimine derhal el konulmalı ve bütün hayvanlar özgür bırakılmalı! Et üretimi cinayettir!

Özgürleşme hareketini ve çok önemli olan yandaş-bilgilendirmelere devam ettirmeleri için bütün anarşistleri, komünistleri ve özgürlükçüleri çağırıyoruz.

Üretim sürecini sabote etmek ya da kendimize göre tekrar oluşturmak, bağımsız yiyecek üretimi oluşturmak, var olan kaynaklara el koymak, şehirlerde bağımsız mekânlar oluşturmak ve bağımsız enerji biçimleri planlamak, tarihi geçmiş paraları karşılık olarak verebiliriz. Özgürlüğün sıcak rüzgârı gibi yayılacak değişik biçimlerde ve çokça anarşist kültür ürünü, yandaş-bilgilendirici iletişim ağları yaratabiliriz.

Devletlerin bize yönelik her türlü saldırısı isyanımızla karşılaşacak, fakirliğin, depresyonun, mahrum edilmenin isyanı. Zamanı avuçlarımız arasına alacağız!

Atina’nın aralık ayının isyanına dünyadaki devrimcilere esin olmaları için izin verin!

Dünya insanları, birleşin!

Anarşi ve özgürlükçü komünizm için!

Özgürlük için!

Sınırsızlık için!

Çok yaşa Dünya Devrimi!

Çevirmenin Notu: Aşağıdaki manifestonun yunanca versiyonu ülkede pek çok web sitesinde ve bloğun mesaj kutusunda mevcut. Metindeki bütün kısımlara katılmasam da özellikle beğendiğim şey üç hafta önce bu tip çağrılar ve düşünceler önemsenmez ve gerçekçi gelmezken birden her şey mümkün görünmeye başladı. 2008 in sonuna bile gelmeden böyle bir dünya devrim çağrı metnini çevireceğimi düşünmezdim ve yine Atina’nın en önemli alışveriş caddesi olan Ermou Caddesi’nin alev alev yanacağını düşünemezdim bile. Şimdi harekete geçmek için düşünme, plan yapma zamanı!

Devamını okuyun...>>