tag:blogger.com,1999:blog-87247883071542338862024-02-19T18:36:14.888-08:00manifestoTubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.comBlogger30125tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-88047233603910812282013-07-15T06:06:00.003-07:002013-07-15T06:06:32.793-07:00%99'un Manifestosu<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br /></div>
%99'un manifestosu
13 Temmuz 2013, 02:07
Biz yüzde doksan dokuzuz!Gezi Parkı’nda başladık. Çadırlarımızı yaktılar. Direndik, çoğaldık. Gazlamaya kalkıştılar. İstiklal Caddesi’ni doldurduk hınca hınç. Su sıktılar. Sabahlara kadar şehrin her yerinde sokağa çıktık. Artık polislerini yetiştiremez oldular. Türkiye sathına yayıldık. İstanbul’dan sonra Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya, Antalya’ya, Antakya’ya, daha başka şehirlere uzandık. Şaşkına döndüler. Geri çekilmek zorunda kaldılar. 1 Mayıs’ta işçilere yasakladıkları Taksim meydanına onlar uğrayamaz oldular. Taksim meydanı, Kuğulu Park, Gündoğdu meydanı ve başka meydanlar halkın özgürlük alanları oldu.Sonra gazlarıyla, kimyasal sularıyla, coplarıyla, yeleksiz polislerin çivili sopalarıyla, hatta palalı itleriyle saldırdılar. Kafamıza gaz kapsülü attılar, komaya soktular. Plastik kurşun attılar, kör ettiler. Başkent Ankara’nın Kızılay meydanında gündüz gözüne gerçek kurşun sıktılar, öldürdüler. Zorlandık, Gezi’den de, öteki parklardan da ayrıldık. Amma yılmadık! Parklarda toplandık, forumlar, halk meclisleri düzenledik. Ethem için, Lice için, Sivas için, Ali için yeniden sokağa çıktık, yürüdük, haykırdık sloganlarımızı. Yeniden canlandık. Brezilya’nın selamını aldık, Mısır’a selam yolladık! “Bu daha başlangıç” dedik, “mücadeleye devam!”Çünkü biz toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz! Ve kahreden ve yaratanız! Biz toplumun % 99’uyuz! Kırılmakla bitmeyiz! Tayyip Erdoğan kendisinin toplumun % 50’sinin oyunu almış olduğunu hatırlayarak, onları zor tuttuğunu söyleyedursun! O, % 50’nin oyunu alıp ondan sonra toplumun % 1’inin çıkarlarına hizmet ediyor. Taksim meydanını, Gezi Parkı’nı bile özelleştiriyor, ticarileştiriyor, gayrimenkul sermayesine peşkeş çekiyor. Yoksulun hakkını gasp ediyor, hep zengine veriyor. Sonra da kim hakkını arasa üzerine polisini salıyor. Sendikalaştığı için işten atılan işçi, iş güvencesi için mücadele eden kamu emekçisi, üniversitelerde polis işgalinden yaka silken öğrenci, kürtajın yasaklanmasına karşı sokağa çıkan kadın, özgürlüğü ve onuru için yürüyen Kürt, kim olursa olsun sokağa çıktı mı gazlanıyor, cop yiyor, yerlerde sürükleniyor!
Tayyip Erdoğan bankaları, büyük patronları, gayrimenkul yatırım ortaklıklarını, büyük tarım endüstrisini, ihracatçıları temsil ediyor. En çok da Türkiye’ye sıcak para sokup kazanan ama işine gelmediğinde çekip giden Batı’nın faizci yabancı sermayesini ve “faiz haramdır” dedikten sonra başka kılıklarda faiz yiyen Körfez sermayesini koruyor. Onlar bu toplumun % 1’i.
Biz ise % 99’uz. Bu toplumun çoğunluğunu oluşturan işçileriz, emekçileriz, üretenleriz. Fabrikada makine başında işçiyiz, plazada hizmet üreteniz, otelde yemek yapan, sokakta çöp toplayan, okulda eğitim verenleriz. Şehir içinde ve uzun yolda direksiyon sallayanız, makinistiz, mürettebatız. Tarlalarda terleyen, yollarda tükenen mevsimlik işçiyiz. Öğrenciyiz, ev kadınıyız, emekliyiz. Onlar asalak. Onlar olmasa da bu toplum üretir ve varlığını sürdürür. Üreten biziz. Onlar bizim emeğimizden yaşıyor. Bu düzen hepimizi eziyor. Öyleyse birleşmeli, birlikte mücadele etmeliyiz.Bizim kavgamız birbirimizle değil. Saçı açık olsun, başını örtmüş olsun, emekçiler kardeştir. İçki içsin, namaz kılsın, emekçiler kardeştir. Türk olsun, Kürt olsun, emekçiler kardeştir. Alevi olsun, Sünni olsun, emekçiler kardeştir. Bizi bölmeye çalışıyorlar. % 99 olduğumuzu bilelim, safa gelelim!
Hepimizi aynı düzen sömürüyor, hepimizi aynı devlet eziyor, hepimizi aynı hükümet nefes alamaz hale getiriyor. Kardeşlerimizle değil, % 1 ile ve onların hükümeti ile uğraşalım.Yarından tezi yok, parklarda, forumlarda, halk meclislerinde haklarımız, ücret ve maaşlarımız, çalışma koşullarımızla ilgili talepleri de mücadelemizin parçası haline getirelim. Sadece kendimiz için istemeyelim, birbirimizin taleplerine de sahip çıkalım. Onlar bizi bölüp yalnızlaştırmak istiyor, biz birleşelim.
“Taşeron sistemine son! Bizi bölmeyi bırakın!” diyelim hep birlikte.
“İşten çıkartmalar yasaklansın! Bizi ekmeğimizden etmeyin!” diye yüksek sesle söyleyelim.
“Sendikalaşmayı özgürleştirin! Biz işçiyiz köle değiliz!” diye sesimizi yükseltelim.“Emekliyi süründürmeyin! İnsanca yaşanacak emekli maaşları!” diye gençler olarak sahip çıkalım analarımıza babalarımıza.
“İşleri paylaştırın, istihdam yaratın! Gençliği başkalarına el açmaya mahkûm etmeyin!” diye yaşlılar olarak kucaklayalım gençlerimizi.
“Kürtlerin de özgürce ve onurlu yaşamak hakkıdır! Bütün haklarını verin!” hepimizin talebi olsun.
“Alevilere eşit haklar!” talebine hepimiz omuz verelim.
“Kadına şiddete son! Tecavüzcüyü cezalandırın!” diye haykıralım hep bir ağızdan, sadece kadınlar değil erkekler de.
“LGBT kardeşlerimize baskıya son!” diyelim hep birlikte!“Çocuklarımızın kafasını bilimle dolduralım, eğitim, sağlık satılmasın, parasız hizmet olsun” diyelim bütün hepimiz birlikte.
Bizim o kadar çok ortak talebimiz var ki! İhtiyaçlarımız öylesine aynı ki! Birlikte mücadele edersek dağlar deviririz. Çünkü biz toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokuz! Ve kahreden ve yaratanız! Biz toplumun % 99’uyuz!
Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-58213622677821400302013-04-18T09:17:00.001-07:002013-04-18T09:17:07.316-07:00Cannibal Manifesto<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="text-align: justify;">Only Cannibalism unites us. Socially. Economically. Philosophically. </span><br />
<div style="text-align: justify;">
The unique law of the world. The disguised expression of all individualisms, all collectivisms. Of all religions. Of all peace treaties.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tupi or not tupi that is the question.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against all catechisms. And against the mother of the Gracos.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
I am only interested in what’s not mine. The law of men. The law of the cannibal.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We are tired of all those suspicious Catholic husbands in plays. Freud finished off the enigma of woman and the other recent psychological seers.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
What dominated over truth was clothing, an impermeable layer between the interior world and the exterior world. Reaction against people in clothes. The American cinema will tell us about this.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sons of the sun, mother of living creatures. Fiercely met and loved, with all the hypocrisy of longing: importation, exchange, and tourists. In the country of the big snake.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
It’s because we never had grammatical structures or collections of old vegetables. And we never knew urban from suburban, frontier country from continental. Lazy on the world map of Brazil.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
One participating consciousness, one religious rhythm.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against all the importers of canned conscience. For the palpable existence of life. And let Levy-Bruhl go study prelogical mentality.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We want the Cariba Revolution. Bigger than the French Revolution. For the unification of all the efficient revolutions for the sake of human beings. Without us, Europe would not even have had its paltry declaration of the rights of men.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The golden age proclaimed by America. The golden age. And all the girls.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<!--more-->Filiation. The contact with the Brazilian Cariba Indians. Ou Villegaignon print terre. Montaigne. Natural man. Rousseau. From the French Revolution to Romanticism, to the Bolshevik Revolution, to the Surrealist Revolution and the technological barbarity of Keyserling. We’re moving right along.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We were never baptized. We live with the right to be asleep. We had Christ born in Bahia. Or in Belem do Pata.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
But for ourselves, we never admitted the birth of logic.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against Father Vieira, the Priest. Who made our first loan, to get a commission. The illiterate king told him: put this on paper but without too much talk. So the loan was made. Brazilian sugar was accounted for. Father Vieira left the money in Portugal and just brought us the talk.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The spirit refuses to conceive spirit without body. Anthropomorphism. Necessity of cannibalistic vaccine. For proper balance against the religions of the meridian. And exterior inquisitions.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We can only be present to the hearing world.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We had the right codification of vengeance. The codified science of Magic. Cannibalism. For the permanent transformation of taboo into totem.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against the reversible world and objectified ideas. Made into cadavers. The halt of dynamic thinking. The individual a victim of the system. Source of classic injustices. Of romantic injustices. And the forgetfulness of interior conquests.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Screenplays. Screenplays. Screenplays. Screenplays. Screenplays. Screenplays. Screenplays.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Cariba instinct.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Death and life of hypotheses. From the equation I coming from the Cosmos to the axiom Cosmos coming from the I. Subsistence. Knowledge. Cannibalism.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against the vegetable elites. In communication with solitude.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We were never baptized. We had the Carnival. The Indian dressed as a Senator of the Empire. Acting the part of Pitt. Or playing in the operas of Alencar with many good Portuguese feelings.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We already had communism. We already had a surrealist language. The golden age.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
Catiti Catiti</div>
<div style="text-align: center;">
Imara Notia</div>
<div style="text-align: center;">
Notia Imara</div>
<div style="text-align: center;">
Ipeju*</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Magic and life. We had relations and distribution of fiscal property, moral property, and honorific property. And we knew how to transport mystery and death with the help of a few grammatical forms.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
I asked a man what was Right. He answered me that it was the assurance of the full exercise of possibilities. That man was called Galli Mathias. I ate him.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The only place there is no determinism is where there is mystery. But what has that to do with us?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against the stories of men that begin in Cape Finisterre. The world without dates. Without rubrics. Without Napoleon. Without Caesar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The fixation of progress by means of catalogues and television sets. Only with machinery. And blood transfusions.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against antagonistic sublimations brought over in sailing ships.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against the truth of the poor missionaries, defined through the wisdom of a cannibal, the Viscount of Cairo – It is a lie repeated many times.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
But no crusaders came to us. They were fugitives from a civilization that we are eating up, because we are strong and as vindictive as the land turtles.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Only God is the conscience of the Uncreated Universe, Guaraci is the mother of all living creatures. Jaci is the mother of vegetables.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We never had any speculation. But we believed in divination. We had Politics, that is, the science of distribution. And a socio-planetary system.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Migrations. The flight from tedious states. Against urban scleroses. Against Conservatives and speculative boredom.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
From William James and Voronoff. Transfiguration of taboo into totem. Cannibalism.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The pater familias is the creation of the stork fable: a real ignorance of things, a tale of imagination and a feeling of authority in front of curious crowds.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We have to start from a profound atheism in order to reach the idea of God. But the Cariba did not have to make anything precise. Because they had Guaraci.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The created object reacts like the Fallen Angel. Ever since, Moses has been wandering about. What is that to us?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Before two Portuguese discovered Brazil, Brazil discovered happiness.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against the Indian de tocheiro. The Indian son of Mary, the godson of Catherine of Médicis and the son-in-law of Don Antonio de Mariz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Happiness is the real proof.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
No Pindorama matriarchy.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against Memory the source of habit. Renewed for personal experience.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
We are concrete. We take account of ideas, we react, we burn people in the public squares. We suppress ideas and other kinds of paralysis. Through screenplays. To believe in our signs, to believe in our instruments and our stars.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against Goethe, against the mother of the Gracos, and the Court of Don Juan VI.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Happiness is the real proof.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
The struggle between what we might call the Uncreated and the Created – illustrated by the permanent contradiction of man and his taboo. Daily love and the capitalist modus vivendi. Cannibalism. Absorption of the sacred enemy. To transform him into a totem. The human adventure. Earthly finality. However, only the pure elite manage to realize carnal cannibalism within, some sense of life, avoiding all the evils Freud identified, those religious evils. What yields nothing is a sublimation of the sexual instinct. It is a thermometric scale of cannibalist instinct. Once carnal, it turns elective and creates friendship. Affectivity, or love. Speculative, science. It deviates and transfers. We arrive at utter vilification. In base cannibalism, our baptized sins agglomerate – envy, usury, calumny, or murder. A plague from the so-called cultured and Christianized, it’s what we are acting against. Cannibals.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against Anchieta singing the eleven thousand virgins in the land of Iracema – the patriarch Joa Ramalho the founder of Sao Paulo.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Our independence was never proclaimed. A typical phrase of Don Juan VI – My son, put this crown on your head, before some adventurer does it! We expel the dynasty. We have to get rid of the Braganza spirit, the ordinations and snuff of Maria da Fonte.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Against social reality, dressed and oppressive, defined by Freud – in reality we are complex, we are crazy, we are prostitutes and without prisons of the Pindorama matriarchy.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Note: *"The New Moon, or the Lua Nova, blows in Everyman remembrances of me" from The Savages, by Couto Magalhaes.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Cannibal Manifesto (also known as the Brazilwood Manifesto) was written in 1928 by Oswald de Andrade, a member of the Brazilian art movement known as Modernist, which began in 1923.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-87048573051459999482013-03-28T13:35:00.000-07:002013-04-18T09:16:42.884-07:00Manifestolar, Akımlar - Gilles Deleuze<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.hssr.mmu.ac.uk/deleuze-studies/files/2010/05/deleuze-network-300x211.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.hssr.mmu.ac.uk/deleuze-studies/files/2010/05/deleuze-network-300x211.jpg" /></a></div>
Günümüzde durum nedir? Uzunca bir süredir edebiyat ve hatta diğer sanatlar, ‘ekoller’ halinde örgütleniyorlar. Ekoller ağaç-görünümlü yapılardır.. Ve daima dehşet vericidirler: her zaman hep bir Papa, manifestolar, temsilciler, avangardist bildiriler, mahkemeler, aforozlar, küstahça ani politik döneklikler ortalıkta arz-ı endam eder.. Ekollerin en kötü yanları, (bunu çoktan hak etmiş) müritlerinin kısırlaştırılması değildir yalnızca, kendinden önce ve kendileriyle birlikte varolan her şeyi ezip boğmaları ve yok etmeleridir- Sembolizm 19.yüzyıl sonundaki o müthiş zengin şiirsel hareketi nasıl boğduysa, Sürrealizm uluslararası Dada hareketini nasıl ezdiyse…Artık bir ekolden olmak için bir bedel ödenmiyor fakat ekoller kapkaranlık bir örgütlenmenin faydasına çalışıyor: bir nevi marketing yani çıkarların, kârın, menfaatin oynaklığı.. Ve artık kitaplarla hiç bir alaka tesis edilemez, ama gazete makaleleri, televizyon programları, tartışmalar, gizli oturumlar, varlığı gerekli bile olmayan kitaplar üzerine yapılan yuvarlak masa toplantılarına kayar bu ilgi. Bu acep Mc Luhan’ın kehanet ettiği ‘kitabın ölümü’ müdür? Burada karşımızda karmakarışık bir fenomen duruyor: her şeyin ötesinde sinema ve belirli boyutta gazete, radyo ve televizyon, yazarlık işlevini sorgulamada güçlü öğeler olmuşlar ve artık yazarlığa duhul olmayan -en azından potansiyel olarak- yaratılıcılıkları ortaya çıkarmışlardır.<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Fakat yazının kendisi, yazar işlevinden kendini kurtarmayı öğrendiği ölçüde yazı kendisini periferide yeniden kurar ve radyo, televizyon, gazete ve hatta sinema (cinéma d’auteur) karşısında itibarını yeniden kazanır. Aynı zamanda gazetecilik, gündemi ve olayı gittikçe artan bir şekilde yarattığı mühletçe gazeteci kendisini yazar olarak bulur ve itibardan düşmüş bir işleve (yazarlığa) hakikatini iade eder. Basın ve kitap arasındaki güç ilişkileri bütünüyle değişmiştir, yazarlar ve aydınlar gazetelerde çalışmaya başlamışlar ya da bir tür kendi kendilerinin gazetecileri olmuşlar, mülhakatçıların, mülahazacıların, sunucuların-programcıların uşakları haline gelmişlerdir: yazarın gazetecileşmesi; el etek öpen yazarı bu hale getiren radyo ve televizyonların soytarılık numaraları. Dolayısıyla bugün eski moda ekoller ‘marketing’in imkanlarıyla yer değiştirmiştir. Bu yeni durum André Scala tarafından çok iyi bir şekilde tahlil edilmiştir. Yani sorun yalnızca yazmak için değil; ama ayrıca sinema, radyo, televizyon, ve hatta gazetecilik için yaratıcılık ve üretkenlik mefhumlarını daima yenilenen bir yazarlık mefhumundan kurtarmaktan mürekkeptir. Bunun yazar için mahzuru, kurulu iktidarda, baskın anlamlar dizgesinde, bütün bu üretilmiş söylemlere tabi olan sözcelemlerin öznelerini biçimlendirmek, kendini tanıtmak ve onaylatmak, bir başlangıç ve hareket noktası yaratmaktır: “(muktediratımda) Ben…olarak”. Yaratıcılık mefhumu bundan bütünüyle ayrıdır; ağaç-görünümlü değildir, rizomdur (köksap), onaylanan-kabul görenin tamamen dışındadır: Aralıklarda, arakesitlerde, kesişen çizgiler, tam ortada kesişen noktalar boyunca ilerler: Özne yoktur, fakat kolektif olarak düzenlenmiş bir sözcelem vardır; belirteçler yoktur yerine müzik-yazı-kuram-ses-görüntü ve onların yansımaları birbiri içine geçmeleriyle hareket eden bir topluluk-kolektifte vardır. Orada bir müzisyenin yapıp ettiği başka bir yerde bir yazarın işine yarayacaktır, bir bilim adamı bütünüyle farklı bir rejimi harekete geçirir, bir ressam bir fırça darbesiyle bir sıçramaya neden olur: Bu ilgi alanları arasındaki karşılaşmalar değildir yalnızca her ilgi alanı kendi içinde karşılaşmalar üretmiştir: tüm bu perde aralıkları (intermezzolar) yaratımın kendisidir. Bu, ortak bir projede ne konunun uzmanlarının aralarındaki bildik bir tartışma ne de önceden tasarlanmış bir tür disiplinlerarası konuşmadır. Şüphesiz yeni marketing ve eski ekollerin bizim bütün bu olanaklarımızı tüketmeye güçleri yetmeyecektir; her şey kendini yeniden başka bir şekilde kuruyor, yeniden başka bir yerde üretiyor. Konuşturulmayanların, susturulanların dilsizliği ve yaratıcılık arasındaki bu bağları kuracak, üretim gruplarını harekete geçirecek, gazeteler, televizyonlar ve radyoların uşağı olmayı reddedecek aydınlar, yazarlar ve sanatçıların bir yasası olmalı. Bu asla zavallılar, kurbanlar, işkence ve zulüm görenler adına konuşmak değildir, bütün bu şeylerin ötesinde yaşayan bir çizgi, kırık bir çizgi yaratmaktır. Ne olursa olsun en azından aydınların dünyasında, ekol yaratan bir yazar olmak isteyen ya da narsistik filmleri, röportajları, yayınları ve ruhi durumlarını-şimdiki utançlarını- dayatan ‘marketing’e duhul olmuş ya da tüm bunların hayalini kuran, hayal etmeyip bizatihi yapan yazarları ayırt etmek, işaret etmek gereklidir. Usta ya da mürit olarak aydın, orta sınıf ya da kıdemli bir memur olarak aydın: işte karşımızdaki iki tehlike budur…<br />
Gilles Deleuze
Siyahi - Çeviri: E. B.etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-72075316321246841432013-02-26T09:04:00.001-08:002013-03-28T13:39:31.391-07:00Avrupa Antifaşist Manifestosu<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhvUTUbQ74UURjrnshPS1Mm2SkNRcTkkn5RkQLAbZ4hVd5nvhTFMHpake5SetkKJ6GD3snOIqngNu3ZLxtK8bShXhVIKJij5sk08sTTVU16kYmULSzzxxVIoqccp-W4f5BkyhDJvlIk4o/s1600/136182948039172903.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhvUTUbQ74UURjrnshPS1Mm2SkNRcTkkn5RkQLAbZ4hVd5nvhTFMHpake5SetkKJ6GD3snOIqngNu3ZLxtK8bShXhVIKJij5sk08sTTVU16kYmULSzzxxVIoqccp-W4f5BkyhDJvlIk4o/s320/136182948039172903.jpg" height="320" width="272" /></a></div>
<br />
<br />
İkinci Dünya Savaşı ve nazi faşizminin mağlup olmasından tam 68 yıl sonra tüm Avrupa aşırı sağın yükselişine sahne oluyor. Ama asıl endişe verici olan aşırı sağın da sağında yer alan neonazi güçler. Yunanistan ve Macaristan gibi bazı ülkelerde kök salan bu radikal güçler, şiddeti, ırkçılığı ve pogromları tetikleyen kitlesel halk hareketlerine dönüşmekte. En temel amaçları; sendikal, siyasi, kültürel ve emekçi örgütlenmenin, sivil direnişin, farklı olma hakkının, “farklı” olanların ve en zayıf halkanın – fiziki olarak da – yok edilmesini sağlamak.<br />
<br />
Tıpkı 1920 ve 1930’larda olduğu gibi, neofaşizm ve aşırı sağın altında yatan asıl neden kapitalizmin ekonomik, sosyal, politik, ekolojik ve etik krizi. Oysa borç krizi bahanesiyle hayat standartlarına, özgürlüklere, emekçilere ve toplumun alt katmanlarına karşı yapılan ve şu ana kadar benzeri görülmeyen bir saldırı sözkonusu.<br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
Bir yandan zenginlerin sosyal patlama riskine karşı duyduğu korkudan, diğer yandan kriz ve kemer sıkma politikaları nedeniyle radikalleşen orta sınıftan ve yoksullaşıp marjinalleşen işsizlerin umutsuzluğundan istifade eden neonazi ve neofaşist güçler, tüm Avrupa’ya yayılıyor. Yoksul kitleleri etkisi altına alarak onları sistematik bir şekilde toplumsal hareketlere, sol örgütlere, işçi sendikalarına ve hem yeni hem de eski günah keçilerine (göçmenler, müslümanlar, yahudiler, eşcinseller, engelliler vs.) karşı galeyana getiriyorlar.<br />
<br />
Aşırı sağın bütün Avrupa’da aynı şekilde etkili ve radikal olmadığı bir gerçek. Ancak, katı kemer sıkma politikalarının giderek yayılması aşırı sağın yaygın bir fenomene dönüşmesini tetiklemiştir. Sonuç ortada... Aşırı sağın ve şiddet saçan kitlesel neofaşizmin muhtelif bir vaka olmaktan çıkıp gittikçe yükselmesi, bu kıtanın antifaşistlerini bu sorunu başka bir boyutta yani Avrupa ölçeğinde ele almaya zorluyor!<br />
<br />
Ancak bunu söylemek yeterli değil. Bu noktada aşırı sağ ve neonazizme karşı mücadelenin mutlak aciliyetini eklemek gerekiyor. Bazı Avrupa ülkelerinde neofaşist tehlike öyle aşikar ki, antifaşist mücadele birinci sırada yerini alıyor, zira söz konusu olan solun, işçi örgütlerinin, özgürlük ve demokratik hakların, dayanışma ve hoşgörünün ölüm kalım savaşı. Avrupa sokaklarında her gün ırkçı ve neofaşist barbarlığa karşı mücadele verdiğimizi söylemek artık tartışmasız bir gerçek.<br />
<br />
Bir yandan; krizin derinliğini ve yol açtığı sosyal felaketleri, siyasi kutuplaşmanın yoğunluğunu, öte yandan yönetici sınıfların gösterdiği kararlılık ve agresifliği, bugün halen devam eden tarihsel çatışmanın amaçlarını ve aşırı sağın yükselişini gözönünde bulundurduğumuzda, antifaşist mücadelenin – titiz bir örgütlenme ve uzun vadede siyasi yükümlülük gerektiren – ne kadar stratejik olduğu ortada. Bu nedenle, antifaşist mücadele kemer sıkma politikalarına ve bunları yaratan sisteme karşı yürütülen gündelik mücadelenin bir parçası olmalıdır.<br />
<br />
Faşizme karşı mücadele yurttaşların kendi örgütlenmelerine ve özsavunmalarına dayanmalıdır. Irkçılık, homofobi, şovenizm ve militarizmin yanı sıra kör şiddet ve gaz odalarından (ve Auschwitz’e) övgüyle bahsedildiği tüm alanlarda aşırı sağ ve neofaşizmle karşı karşıya gelecek olan bu mücadele, başarıya ulaşabilmek için küresel olmalıdır. Özetle, antifaşist mücadelenin uzun vadede etkin olabilmesi için aşırı sağ öğretilerle tam tamına zıt bir toplumsal vizyon sunmalıdır. Bu dayanışma, hoşgörü ve kardeşliğe dayanan, ataerkilliğin ve kadınlar üzerindeki toplumsal baskının reddedildiği, farklı olma hakkının tanındığı, doğanın özenle korunduğu, enternasyonalist, hümanist ve demokratik değerlerin savunulduğu bir toplum demek.<br />
<br />
Avrupa antifaşist hareketimiz bu kıtanın geçmişteki antifaşist geleneklerini devralmalı. Toplumun tamamına işleyen; gündelik faaliyetler yürüten; antifaşist yurttaşları meslek alanları, yerleşim yerleri ve hassasiyetleri doğrultusunda örgütleyen, ağlara dayanan yapısal bir toplumsal hareketin temelleri atılmalı. Her alanda mücadele etmeli, toplumun en zayıf kesimleriyle (göçmenler, çingeneler, azınlıklar, müslümanlar, yahudiler, eşcinseller vs.), devlet ırkçılığına ve faşist çetelere maruz kalan tüm kesimleri koruma görevini üstlenmeli.<br />
<br />
Avrupa ölçeğinde örgütlenen bir antifaşist mücadeleye acilen ihtiyaç duyduğumuz her geçen gün kendini daha açık bir şekilde gösteriyor. Sizleri bu manifestonun altına imza atarak kıtamızda yeniden baş veren bu kahverengi vebayı yenecek üniter, demokratik ve kitlesel bir Avrupa Antifaşist Hareketi’nin oluşumuna katkıda bulunmak için çağırıyoruz. Avrupa Antifaşist Hareketi’nin kuruluş kongresinin yanı sıra büyük Avrupa antifaşist mitinginin 2013 baharında Atina’da gerçekleşebilmesi için elimizden geleni yapacağız.<br />
<br />
Tarih bu sefer tekerrür etmemeli! NO PASARÁN!<br />
<br />
<br />
<br />
Kaynak: http://anticapitalistas.org/spip.php?article27971<br />
<br />
İspanyolca’dan çeviri: Aslı Öcal<br />
<br />
Avrupa Antifaşist Manifestosu, 25 Şubat'13</div>
Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-77019931674351269752012-03-21T02:18:00.000-07:002013-03-28T13:41:16.113-07:00OROSPU MANİFESTOSU<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://media.feedfloyd.com/post/thumb-2/3744ac11e79d76c0155baf5ff8043d1f78e819f1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://media.feedfloyd.com/post/thumb-2/3744ac11e79d76c0155baf5ff8043d1f78e819f1.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"...erkek insanoğlu olarak tanımlanıyor, kadınsa feminen bir varlık. Ne zaman insansı davranışlar, tepkiler verse erkekliğe özenmekle itham ediliyor..."</div>
<div style="text-align: justify;">
Simone de Beauvoir</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BITCH (OROSPU) henüz varolmayan bir organizasyondur. İsim bir akronim (birkaç kelimeden oluşan bir ismin başharflerinin kullanıldığı kısaltma) değildir. Kulağa nasıl geliyorsa öyle kullanılmaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BITCH (OROSPU) orospulardan oluşmaktadır. Orospu için bir çok tanımlama vardır. En övgü dolu tanımlama dişi köpektir. Aynı zamanda homo sapiens (düşünen insan) olan orospulara karşı yapılan tanımlamalar nadiren objektiftir. Tanımlamalar kişiden kişiye değişmekte ve tanımı yapan kişinin kendisini ne denli orospu gördüğüyle doğru orantılı olarak güçlenmektedir. Herhalukarda orospunun hep bir kadın, bir köpek yada öteki olduğu konusunda herkes hemfikirdir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aynı şekilde bir orospunun genelde agresif olduğu, bu nedenle de feminen olmadığı konusunda da hemfikirizdir(öhö). Seksi olabilir; ki seksiyse orospu bir tanrıçaya dönüşür, ancak bu durum şu anda bizi ilgilendirmemektedir. Çünkü asla “gerçek kadın” olmaz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orospular aşağıda belirtilen karakteristik özelliklerin bazılarına yada hepsine sahiptirler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1) Kişilik: Orospular agresif, iddialı, hükmetmeyi seven, küstah, iradeli, inatçı, düşmanca tavırlara sahip olan, dolaysız, duygusuz, dürüst, uygunsuz, kalan derili, taş kafalı, ahlaksız, kesin fikirli, yetkin, hırslı, itilmiş, ağzı kalabalık, özgürlükçü, düşkün, dediğim dedik, titiz, çıkarcı, egoist, kullanılmış, başarılı, ezici, korkutucu, ihtiraslı, zorlu, cırtlak, erkek gibi, gürültücü, fırtınalıdırlar. Daha bir çok şey olabilir. Bir orospu pisikolojik olarak içinde bir çok boşluk barındırır. Bilirsinki herzaman ortalıklardadır. Kimseden bir bok almaz. Onu sevmeyebilirsin ama yok sayamazsın.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
2) Fiziksel: Orospular büyük, uzun, güçlü, geniş, yüksek sesli, saygısız, kaba, beceriksiz, hödük, yayılmaya müsait, rahatsız edici ve çirkindirler. Orospular, bir kadın olmasından dolayı sınırlandırılmış, baskı görmüş ve kibar davranışlar sergilemek zorunda kalmış hemcinslerinin aksine vücutlarını özgürce hareket ettirirler. Merdivenleri üçer beşer çıkar, yürüdüklerinde uzun adımlar atar ve oturduklarında bacaklarını nereye koydukları konusunda endişe etmezler. Sesleri yüksek çıkar ve genelde kullanırlar. Orospular tatlı değildir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
3) Yönelim: Orospular karakterlerini katı bir şekilde ve direkt olarak kendilerinden ve yaptıklarından oluştururlar.Bir kişiyle yada organizasyonla ilişkiye girebilir ama asla biriyle yada birşeyle evlenmez; bir erkekle, bir yuvayla yada bir organizasyonla. Böylece orospular günü gününe, oradan buraya yada o kişiden bu kişiye göre yaşamaktansa kendi hayatlarını planlamayı tercih ederler. Bağımsız yaratıklardır ve lanetolası çok istedikleri herşeyi yapabilme yeteneğine sahip olduklarına inanırlar. Eğer yollarına birşey çıkarsa; tabi bu orospu olma nedenleri. Eğer profesyönel olarak bir sapma şansı olursa bir kariyer yapabilmek için çok çabalarlar ve hiç kimseyle yarışmaktan, mücadele etmekten çekinmezler. Profesyonel olarak bir sapma yapamadıklarındaysa kişisel ifade ve kişisel gerçeklik için çabalarlar. Ne yaparlarsa yapsınlar aktif bir rol almak isterler ve bu dominant tavırları dışarıdan sezilir. Bir çok kez, varolması büyük ve yaratıcı bir güce bağımlı dominant rolleri kendi durumları buna müsait değilken başka insanları etkileme amacıyla kullanırlar. Sıklıkla bir erkek tarafından yapılması doğal karşılanan şeyi yaptıklarında yönlendirici olmakla itham edilirler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gerçek bir orospu “kendi” olma konusunda azimlidir ancak orospu terimi genelde fazla ayırım yapılmadan kullanılır. Bu terim kadının özgüvenini azaltmak için, erkek tarafından yaratılıp kadın tarafından benimsenmiştir. Örnek olarak “İBNE” teriminin (çevirmen notu: burada geçen “rigger” kelimesinin karşılığını bulamadığım için “ibne”yi kullanmayı doğru buldum) kullanılması gibi orospu da, toplumsal olarak kabul gören davranışların konforunu bilmeyen bir kitlenin izolasyonu ve itibarının sarsılmasını sağlamaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
BITCH (OROSPU) bu terimi negatif olarak kullanmaz. Bir kadın orospu olduğunu söylemekten gurur duymalıdır çünkü orospu güzeldir. Bu bir tür kendini doğrulama yoludur, başkalarının gözünde inkar edilme değildir. Herkes orospu olarak sınıflandırılamaz. Sözü geçen üç niteliğe sahip olma zorunluluğu olmadan ama diğer ikisinde son derece azimli ve biraz çatlak bir kişi için de orospu olduğu düşünülebilir. Eğer bir kadın bu niteliklerin üçünden de tam not alıyorsa, yada en azından büyük kısmında başarılıysa o zaman o kadın BITCH’in orospularındandır. Sadece Süperorospular bu üç kategorinin tümünü barındırırlar ve çok az sayıdadırlar. Çoğu toplumda uzun süre varlık gösteremez.<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bütün orospuların en belirgin karakteristik özelliği cinsel rollerinin gerektirdiği düşünülen davranışlar konseptini kaba bir şekilde bozmalarıdır. Farklı şekillerde bozarlar ama hepsi bir şekilde ırzına geçer. Orospuların ötekine yönelttiği davranışlar, hedef konumlandırmaları, kişisel stilleri, giyim tarzları ve vücutlarını elealışları onları sarsar ve kolay olmadıkları hissini uyandırır. Çevrede bir orospu bulunduğunda insanlar bilinçli yada bilinçsiz olarak rahatsız hissederler. Sapkın olduklarını düşünürler. Tarzlarını rahatsız edici bulurlar. Böylece orospu olduğu için acıdıkları bu insanlara ucuz bir yafta yapıştırıp, onları ezilmiş kadınlar olarak tanımlarlar. Hakları yenmiş olabilir ama bunun neden olduğu sonuç sosyal yaşamı etkiler, seksüel hayatı değil.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orospularda rahatsız edici olan hem erkek hem dişi olmalarıdır (erdişi). Geleneksel olarak erkeksi kabul edilecek davranışları kendi içinde bir araya getirir. Bir orospu kördür, dolaysızdır, gururludur. Zaman zaman da egoisttir. O dürüst olmayan, şirin ve gizemli olan “evrensel kadınlığa” sevgi beslemez. O, kadın için doğal kabul edilen vekaleten yaşama fikrine tepeden bakar çünkü kendi hayatını kendi gibi yaşamak ister.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Toplumumuz insanlığı erkeklik, kadınlığı erkeklikten geriye kalan şeyler olarak görüyor. Bu şekilde bir kadın yanlızca bir erkeğe vekaleten varolup hayatını yaşayabiliyor. Yaşayabilmesi için bir kadın bir erkeğe hizmet etmeli, onurlandırmalı ve itaat etmeli, bunun karşılığı olarak alabileceği ise gölgeden ibaret bir hayat.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orospular birine hizmet etmeyi, onurlandırmayı ve itaat etmeyi reddederler. Onlar tümüyle işler durumda bir insan olmayı isterler, sadece bir gölge olmayı değil. Hem kadın, hem insan olmak isterler, bu onları sosyal olarak çelişkili insanlar yapar. Sadece varlıkları bile bir kadının hayatının bir erkekle olan ilişkisine bağlı bulunması ve bir çocuk gibi devamlı olarak birinin himayesine ihtiyaç duyması fikrinin aksini ispatlamaya yeter.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu nedenle bir orospu, eğer ciddiye alınırsa kadını köleleştiren sosyal yapı ve onların konumlandırıldıkları yerden ayrılmamalarını sağlayan sosyal değerler açısından tehlike teşkil eder. Şuna şahitlik ederler ki kadınların boyunduruk altında olmaları gerekli değildir ve tüm sosyal sistemin doğruluğu konusunda şüpheler uyanmaktadır. Bir tehlike olarak görülmelerinden ötürü ciddi bir sosyal konumda görülmezler. Bunun yerine sapkın olarak toplumdan defedilirler. Erkek, onlar için kısmen insan olarak görüldükleri ama gerçek kadın olamadıkları bir sınıf oluşturur.Onu insansı bir varlık olarak kavramlaştırmalarına karşı seksüel bir varlık olarak ilişkilendiremez ve kabul edemezler. Kadınlar kdın olduklarını unutamadıkları için bu konuda daha çok korkutulurlar. Kadınlar orospularla yakınen ilişkilendirilmekten acayip korkarlar. Onların, gıpta ettikleri zincirlerinin sağladığı güven duygusuna meydan okuyan özgürlükleri ve bağımsızlıkları vardır. Orospu gerçeğiyle ne bir kadın ne de erkek yüzleşebilir. Çünkü bu yüzleşme onların kendi ahlaksızlıklarıyla yüzleşmeleridir. Bu yüzden o tehlikelidir. Bu nedenle onu bir ucube olarak görüp çevrelerinden uzaklaştırırlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu durum bir kadın olarak şahsi prangasının köklerini işaret eder. Orospular sadece birer kadın oldukları için değil, kadın gibi olmadıkları için de baskı görürler. Kadınsı olmak yerine öncelikle insansı olmayı tercih ettiği için, sosyal baskıları kabullenmeyip önce kendine dürüst olduğu için orospu aykırı bir kişilik geliştirir ve olgunlaşır. Tıpkı genç kızlar gibi kabul edilmiş seks rollerinin limitlerini ihlal ederler. Diğer kadınlarla bir tutulmazlar ve çok azı ona rol model olabilecek yetişkin bir orospuya sahip olacak kadar şanslıdır. Kendi yollarını oluşturmak ve haritada yeralmayan seferin bahşettiği gizli tehlikelerle belirsizliğe ve özgürlüğe ulaşmalıdır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orospular toplumun kadına verdiği sert cezalar karşısında güçlü olup ayakta kalmanın timsalidir. Genç kızların akılları yardımcı-anne rolü dışında kadınların erkeklerden daha az değerli olmasını mantıklı bulmaz. Onlar evliliğin kadına getirdiği köleliği asla özümseyemediklerini söylerler. Bunun yanında bazı orospular da genelleşmiş sosyal baskılara ilgisiz kalır, bazılarıysa inatçı bir direnç geliştirirler. Bazı davranışlar zaman içinde hoşgörülürse bir kısmı yüzeysel bir kadınsılık takınır, erkek gibi kız olurlar (Çevirmen Notu: burada “kız oğlan kız” yada “erkek fatma” gibi terimleri “tomboy”un karşılığı olarak kullanabilirdim, ama içim el vermedi... karar sizin...) Orospular tüm ruhları ve akıllarıyla yababileceklerinin ve olabileceklerinin limiti olması konforunu tümüyle reddederler. Onlar arzuları ve yönelimlerine hiç bir mecburiyet, sınırlama getirmezler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu direnç onları tekrar tekrar mahkum eder. Onlar boşverilir, küçümsenir, alay edilir, haklarında dedikodu yapılır, yüzlerine gülünür ve toplumdan sürülürler. Tomlum kadınları köleliğe iter sonrada köle gibi davranıyor diye eleştirir. Bu son derece ustaca uygulanmaktadır. Çok az kişi seksüel rollerini istendiği gibi oynamadıkları için onlardan hoşlanmıyor olmasını direkt söyleyebilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aslında çok azı orospulardan hoşlanmama nedeninden emindir. Gerçeğin yapısallığına tecavüz ederek yapının kendini bozduklarını anlayamadılar. Çocukluk döneminde bazı kızlar bir şekilde uyumsuzdu ve onlar eğlenmek için iyi birer objeydiler. Çok azı bu hoşlanmama olgusunun kökenleri konusunda bilinçlidir. Sonuçlarıyla da hiç yüzleşilmedi zaten. Eğer tümüyle konuşulmuş ve çözümlenmiş olsaydı sadece bir genç kızın arkasından söylenmiş kötü niyetli bir söz olarak kalacaktı. Orospular onlarda bir sorun olduğu düşünülsün, hissedilsin diye varedildi, kişisel bir sorun...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu günah keçisi oyununda özellikle ergenlik dönemindeki genç kızlar kötü durumdadır. Kızlar için toplumun uygun gördüğü ödülü kazanmak adına (yani erkeğini) tamamlamak zorunda olduğu en zorlu sınav dönemidir. Kadınlıklarını ispat etmeli yada toplum tarafından reddedildiğini kabullenmelidir. Kendilerine olan güvenleri yok denecek kadar azdır ve bu sürecin oluşturduğu belirsizliği göğüslemek zorundadır. Onlar bu yarışmada en sert olanlardır hatta bu sınavı tamamlamakta zorluk çekenlere, gerileyenlere son derece acımasız ve serttirler. Onların kaygılarını taşımayan, erkekleri etkileme sanatının etkinliğine dahil olmayan yaşıtları en sosyal olan gruptan dışlanır. Eğer daha önce farketmediyse, bir orospu bu süreçte farklı olduğunu keşfeder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yaşlandıkça neden farklı olduğunu daha iyi anlar. Bir orospu iş almaya başladığında yada bir organizasyonda yer aldığında nadiren söz dinleyip yerinde oturma konusunda hoşnut olurlar. Bir orospu kendi aklına sahiptir ve onu kullanmak ister. Yükselmek, yaratıcılığını kullanabilmek ve sorumluluk almak ister. Yetenekli olduğunu bilir ve bu yeteneği kullanmak ister. Erkeğe boyun eğmeyerek çalışma durumunu kişisel başarısı sayar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Seksüelite’nin sert tuğla duvarıyla tanıştığında itaatkar yaklaşmaz. O duvara, onun için tanımlanan yardımcı rolü kabul etmediğinden kafa atacaktır. Bazen kendi yolu üzerinde de bu duvarla çarpışabilir. Yada bir gedik bulup kendine bir kaçış deliği oluşturmak için marifetini gösterebilir, olmadı kendi gücüyle bir çıkış yolu yaratır. Yada onunla yarışanlardan on kat daha iyidir. Aynı zamanda beklentisinin altında olanı da kabul eder. Basit seks algısı doğrultusun daha aşağı bir seviyede konumlanmaktan henüz kaçamadığı için tıpkı öteki kadınlar gibi hevesi kursağında kalır. “Tahtın sahibi olmak” tanımlamasıyla gelen sınıflandırmayı gerçekte hiç istememesine karşın, genellikle tahtın ardındaki güç olma durumunu benimser; ki içinde asıl gücün kendinde olduğu bilgisi saklıdır. Bir orospu, hayatı boyunca hem kadın olma hem de gerçek bir kadın olmama durumunu yaşamak zorunda bırakıldığından, hayatında başardıklarını sıradan bir kadının elde edemeyeceğini düşünür. Çoğu zaman fazlasıyla olgunlaşmış bir orospu üstün taraflarını kabul etmeyerek kendini küçümser. Kendini düşük seviyede yada orta karar görür; ona göre kendi yapabiliyorsa herkes yapabilirdir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ebeveynler gibi orospularda, içinde rahat hissettikleri sokaklarda feminen rollerini öğrenmiş olabilirler. Bu bilhassa fiziksel olarak orospu olan kadınlar için doğrudur. Akılları gibi bedenlerinide özgür bırakmak, fiziksel hareketleri kısıtlama yada insanlar rahatsız olmasın diye soyundukları roller için harcanan efora hayıflanırlar. Çünkü onlardan fiziksel olarak beklenen seks rollerini çiğneyebilir ancak pisikolojik ve entellektüel açıdan bu denli özgür olamazlar. Normlardan biraz sapma belki tolere edilebilir ancak fazlası tehlikelidir. Bir kadın gibi düşünmemek, kulağa kadınsı gelen düşünceler üretmemek yada kadın davranışları sergilememek bile yeterince kötüdür. Ayrıca kadın gibi görünmemek, “o” gibi hareket etmemek yada kadın gibi rol yapmamak renksizliğin de ötesinde algılanmaktadır. Bizim toplumumuz insan çeşitliliği sıkalasında katı, hoşgörüsüz sınırları içinde yer alır. Bazı kadınlar fiziksel özellikleriyle tanımlanır. Bu sınırları aşmamış olanlar, aşmış olanlara nazaran daha özgür olurlar. Sınırları kabullenen orospuların gıpta ettiği bu diğerleri, davranışları yaygınlaşmasın diye şiddet ve baskı görürler. Bu tip orospular tekrar tekrar şiddet görürler çünkü toplumdan sapmış oldukları çok aşikardır. Ama bu durumun telafisi büyük orospu olarak, küçük orospulara nazaran daha az zorlanıp daha çok kazanmaları ve ciddiye alınmalarıdır. Bir kadın olarak ızdıraplarının kaynağı aynı zamanda güçlerinin kaynağıdır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Olgunlaşma sürecinde bütün orospuların giydiği bu ateşten gömlek ya onları vareder yada parçalar, kırar. Onlar doğalarının gerektirdiği gibi olmak yada sosyal olarak kabul görmekten oluşan iki uç arasına gerilmiş bir bağ gibidirler. Onlar duygulu ve hassas insanlardır ama bu hassasiyetten dünyanın geri kalanı haberdar değildir. Çoğunlukla dış ortamlarda onları koruyan kalın bir nasır tabakası geliştirdikleri için sert ve acımasız görünürler. Bu özellikle, zorla izole edilmiş hayatlar yaşayan orospularda, değiştirilmemek ve yok edilmemek için vardır. Benzer kişiliklerle büyüyen, anlayışlı aile bireylerine sahip, bir veya iki rol model gözlemleyebilmiş şanslı orospularsa, orospu olmanın bazı kötü yanlarından sakınabilirler. Oldukları kişi için cezalandırılmaya tahammül edebilir ve farklılıklarını özgüvenin getirdiği huzurla kabullenebilirler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kendi yolunu tek başına çizen bu insanlar belirsiz bir patika yolda ilerlemektedir. Bazıları sonunda anlar ki sorunları rahat olmayışları değildir, kendileri o rahatlık ve konforu istememektedirler. Bunu anladıklarında aynı zamanda kendileriyle ilgili bir sorun olmadığını, sadece içinde yaşadıkları toplum yapısının onlara uymadığını anlarlar. Bir çoğu sonunda kendini bu katı sosyal çevreden izole eder. Hernasılsa bu durumun getirdiği bir ödül vardır. Tedbirli ve bilinçli davranana kadar, kızkardeşlerinin de yardımı olmadan, sırf sergiledikleri bu davranışlar nedeniyle kibirle ödüllendirilirler. Orospular o kadar sertleşir ve o kadar hissizleşir ki insan olmalarına dair son izlerde çok derin bir yerlere gömülür yada tümüyle yok edilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bütün orospular yapmaz bunu. Nasırlarından dolayı hassaslaşanlarda olur. Güven duymak yerine reddetmek için sağlıksız bir aşırı duyarlılık geliştirirler. Görünüşte dışarıya karşı sert dururlar, içlerindeyse bir hayat boyu ayakta durma zorunluluğunda kamçılanan et ve kemikten oluşurlar. Bunlar gitgide kötüleşen orospulardır. Onlar omuzlarında hep bir yükle ortalıkta gezinir ve gücünü hiçde yapıcı olmayan kin ve nefret adına kullanırlar. Bu tür orospular çok çirkin ve kötü olabilirler çünkü kimseye güvenemezler. Güçlerini yapıcı olmak için kullanmayı bir türlü öğrenemezler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İnsan olarak sakat bırakılmış orospular öfkelerini başka insanlar üzerine, genellikle de kadınlar üzerine yöneltirler. Bu durum kadınların kendilerini ve diğer kadınları toplumun çizdiği sınırların içinde tutmasına iyi bir örnektir. Orospular kendine ve bir grup kadına karşı nefret duyan, orospu olmayan kadınlardan daha az suçlu değildir. Her ikisi de en kötü ızdıraba maruz kalır ve bunun devamlılığını sağlar. Bütün orospular günah keçisidir ve bir psikolojik zırh oluşturup kendini koruyamayanlar tepeden bakanların hedefi olur. Bir kitle olarak orospular, tıpkı kadınların bütün bir toplum tarafından korkutulduğu gibi o kadınlar tarafından korkutulur. Onların alanlarından faydalanır onlarla dedikodu yaparlar ama başka yerde kabul görmez ve aşağılanırlar. Geleneksel kadın sınıflandırması için tehdit ama aynı zamanda bir kadının üstün hissetmesini sağlayan bir dış grup olarak algılanırlar. Birçok kadın hem kıskanır orospuları hem de onlardan daha iyi olduklarını düşünür. Bir yandan onlar kadar agresif ve erkeksi yaratıklar olmamalarından dolayı rahat, bir yandan da onlar için çok değerli olan erkeklerin daha özgür, daha iddialı ve daha özgür bulmalarından dolayı kadına tercih ettikleri orospulara karşı sinsi bir şüphecilikle yaklaşırlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Oraspularsa aynı nedenle öteki kadınları çok kafaya takmazlar. Kadınları beğenmeyerek olgunlaşırlar. Onlarla bağlantı kuramaz, onlarla bir tanımlanmaz, onlarla ortak hiçbir şeye sahip olamazlar. Diğer kadınların onlarla alakalarının olmaması yönünde bir normları vardır. Bu nedenle orospularda kadınları reddeder. Orospuların, orospu olmayanlar tarafından küçümsenmesini engelleyen nedenlerden birisi budur. Böylelikle ilk kim yaparsa kazanır oyunu başlar. Birçok kadın bu boktan duruma hizmet ederken orospular biraz dişini sıkarsa en azından küçük bir kısmı bu durumun nedenlerini anlamayı sağlayacak politik bilince ulaşabilir. Orospular kadınlar tarafından mağdur edilmektedir diyebilirdik eğer erkeklerin altında topyekun ezilmeseler ve kendileri için duydukları nefret bu kadar büyük olmasaydı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aynı zamanda orospular kadınların yakınındayken rahat edemezler çünkü çoğu zaman psikolojik akranları kadınlar değil erkeklerdir. Orospular özellikle pasif insanlar sınıfına girmez. Bu sınıftakiler bir şeyler kırmaya korkarlar. Kadınlara genel olarak pasif olmaları öğretilmiştir, öyle olmasalar da öyle görünmeye çalışırlar. Bir orospu pasif değildir ve bu rolü kıvıramaz. Ama çoğu zaman baskın tür olarak algılanmakta istemezler çünkü doğal olarak birinin bir başkası üstünde güç kullanmasından hoşlanmaz ya da erkeksi görünmek istemezler. Böylece orospular sadece güçlü olduğunu bildiği diğer akranları yanında rahat edebilir ama doğaları gereği pasif olmayan karakterleriyle bulunurlar. Bu erkekler arasındaki ilişkide, kadınlara nazaran daha sık karşılaşılan bir davranış biçimidir. Ancak en yakın akran ilişkisi kendine karşı hala kin duyan ve bundan henüz pes etmemiş orospular arasında bulunmaktadır. Bu meselede aynı durumu yaşayan akranları onun hala yanında rol yapmak zorunda olmadığı tek insan grubudur. Bir orospu sadece diğer orospuların yanında gerçekten özgürdür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu anlar nadiren oluşur. Çoğu zaman bu orospular psikolojik olarak izole durumda kalırlar. Kadın ve erkekler onlardan öyle çok korkarlar ki orospuların gerçek kişiliklerini savunması, koruması gereken sert bir tavır takınırlar. Orospular güvenmesi gereken çok az sayıda kişi için çok şüphecidirler çünkü çoğunlukla bu güven duydukları kişilerin duyguları sahte çıkar. Ama yalnız kalmanın getirdiği bir güç vardır; izole yaşamaları, sert ve kaba olmaları diğer kadınların sahip olmadığı birer nimettir. Orospular bu toplumun içinde bilinmeyeninde bilinmeyeni kahramanlardır. Onlar birer piyon, öncü birlik, birer mızrak başıdır. Bu isteseler de, istemeseler de varlıklarının bir sonucudur. Birçoğu onlara kardeşçe duygular beslemeyen akranları diğer kadın kitlesi için bu öncü rolünü oynamayı seçmek istemez ancak bundan da sakınamazlar. Limitleri ihlal eden bu insanlar o limitlerin genişlemesine yâda kırılmalarına neden olurlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orospular ilk fakülteye gidenlerdi, uzmanlığın görülmez engellerini ilk kaldıranlardı, ilk sosyal devrimcilerdi, ilk çalışma liderleriydi, diğer kadınları ilk organize edenlerdi. Pasif olmadıklarından, aşağı görüldükleri için gücenip darılmadıklarından diğer kadınların yapamadığı her şeye el atabildiler. Onlar toplumun onlara uzattığı kirli tabaklarını geri fırlatıp kadının görmesi bile mümkün olmayan, dünya üzerindeki payını ortaya koydular. Kenarda köşede yaşadılar. Yalnız ya da kız kardeşlerinin yardımıyla içinde bulunduğumuz dünyayı değiştirdiler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Benim tarifim orospular bu toplumun marjinal yaratıklarıdır. Doğru dürüst bir yerleri yoktur, bunu başardılarsada içinde kalamazlar. Kadındırlar ama gerçek kadın değildirler. İnsandırlar ama erkek değildirler. Bazıları kadın olduğunu bile bilmez, çünkü diğer kadınlarla iletişim kuramazlar. Zaman zaman kadınsı oyunlar oynasalar da bilirler ki bu bir oyundur. Temel pisikolojik baskı sorunları onların alt tabaka insanı olma inançları değil, olmadıkları inancıdır. Bu nedenle tüm hayatları boyunca garip hissettiklerini söylerler. Bu daha kibar ifadelerlede anlatılabilir ancak asıl olan mesajın alınmasıdır. Bir çok kadın gibi onlara da kendilerinden nefret etmeleri öğretilmiştir. Tabiki farklı şekil ve yollarla ancak etki aynıdır. İçselleşmiş aykırı kişilik modeli, her zaman fazlasıyla kin ve acı ile sonuçlanır. Bu nedenle oluşan öfke genellikle birini (kendisini) hoşnutsuz ettiği gibi bir başkasını da (ötekini) hoşnutsuz eder ve onlar hakkındaki sosyal klişeleri sağlamlaştırır. Bu durum sadece politik bilincin merkezi yönlendirmesiyle düzelebilir... (Sosyal Sistem)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu manifestonun büyük bir kısmı orospular hakkındadır. Geri kalan kısmı da orospu hakkında olacaktır. Organizasyon henüz varolmamıştır ve büyük ihtimalle hiç varolamayacaktır. Orospular kahretsinki çok özgürlükçüdürler ve biribirlerine güvenmeyi öğrenememiş diğer kadınlara güvenmemeyi çok iyi öğrenmişlerdir. Bu, orospuların diğer kadınlara yapmayı öğretmek zorunda olduğu şeydir. Orospular kendilerini orospu olarak kabullenmeyi öğrenmeli ve kızkardeşlerine yaratıcı birer orospu olmaları için ihtiyaç duydukları desteği vermelidir. Orospular kendi güçleri ve kendileriyle gurur duymayı öğrenmelidir. Kendilerini koruduğuna inandıkları izolasyondan uzaklaşmalı ve genç kızkardeşlerine bu tehlikeden kaçınmalarında yardımcı olmalıdır. Şunu unutmamalıdırlar ki genellikle kadınlar kadınlara diğer erkeklerden daha az hoşgörülü davranırlar, çünkü onlara tüm kadınları düşman olarak görmek öğretilmiştir. Ve orospular politik bir tavırla sorunlarını elealamak için birlikte bir hareketin içinde şekillenmelidir. Tıpkı tüm kadınlar ve özgürlükleri için yapmaları gerektiği gibi özgürlükleri için organize olmalıdırlar. Güçlü olmalıyız, militan olmalıyız, muhakkak tehlikeli olmalıyız. Unutmamalıyız ki orospu güzeldir ve kaybedecek hiç bir şeyi yoktur. Hemde hiç bir şeyi...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Onlara ithaf edilmiş bu manifesto, bir çok kızkardeşimin yardımıyla düzeltilip, kaleme alındı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-size: x-small;">Yazar – Anonim (Tüm Orospular)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-size: x-small;">Çeviren – Umut Saim Balkır</span></div>
</div>
Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-47552649581157190362012-03-20T07:09:00.003-07:002019-08-07T09:10:40.956-07:00TRANSFEMİNİST MANİFESTO<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<b style="font-family: Georgia, serif;">Giriş</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı Amerikan feminist hareketinin farklı kadınların katılımıyla benzeri görülmemiş genişlemesine tanık oldu. Anaakım feminist hareket tarafından manjanilize edilen sesizliklerine son verdiler, içeride hakları olan yeri talep ettiler, önce böyle küçük meselelerle hareketi bölmekle suçlandılar ve nihayetinde feminist düüşüncenin dğerli bir parçası olarak kabul edildiler. Farklılığın zayıf olduğumuz değil en güçlü yanımız olduğunu fazlasıyla farkındaydık. Geçici bölünmelerin veya kutuplaşmanın kapsayıcı koalisyon politikalarının esas faydalarını ortadan kaldıramaz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her önceden susturulmuş bir grup kadın konuşmaya başladığında diğer feministler neden orda olduklarını ve kimi temsil ettiklerini tekrar düşünmeye davet edilmiş olurlar. Bu süreç bazen bizi kendi önyargılarımızla ve feministler olarak içselleştirdiğimiz baskının acı veren yüzüyle karşılaşmamıza neden olurken bakış açılarımızı ve etki alanımızı genişleterek hareketin bütütüne yarar sağlar. Bu anlayışla artık trans kadınların hareketin genişleyen alanı olarak feminist devrimde açık olarak yer almalarının zamanının geldiğini ilan ediyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br /></div>
<div style="text-align: justify;">
“Trans” kelime, doğum sırasında atanmış cinsiyetle toplumsal cinsiyet kimliği ve/veya ifadeleri arasındaki süreksizliği de içeren geniş bir yelpazedeki toplumsal cinsiyet kurallarına uymayan herkesi kapsayan şemsiye kelime olarak kullanılmaktadır. Bu manifestonun amacı doğrultusunda “trans kadın/lar” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini kadın olarak tanımlayan, ifade eden veya kadın olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Benzer şeiklde trans erkek/ler” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini erkek olarak tanımlayan, ifade eden veya erkek olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Tüm bu işlevsel tanımlar kadın/erkek ikiliğine uymayan veya farklı şekillerde cinsiyet geçişi yaşamış trans bireyleri dışarıda bırakırken, bu bireylerin hepimizin karşılaştığı sorunlar arasındaki benzerliği fark etmelerini ve analizlerimizi bir şekilde kendi mücadelelerinde faydalı bulmalarını umut ediyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, na-trans [1]kadınlara, na-trans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Tarihsel olarak trans erkekler feminist harekete trans kadınlardan daha büyük katkıda bulunmuştur. Özgürlüğümüz için daha fazla trans kadının feminist harekette diğerlerinin yanında yer almasının zorunlu olduğuna inanıyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm var olan feminist kurumları ele geçrimek demek değildir. Aksine, kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasitasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletecek ve ilerletecektir. Hem trans kadını hem de na-trans kadını savunur ve karşılığında na-trans kadına trans kadını savunmasını talep eder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Ana ilkeleri nedir?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizmin ana ilkeleri basittir. Birinci herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama ve toplumdan buna saygı göstermesini bekleme hakkı vardır. Buna ayrıca kimliğimizi şiddet ve ayrımcılık korkusundan uzak ifade etme hakkı da dahildir. İkincisi kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkı sadece bize aittir, hiçbir tıbbi, dini veya siyasi otoritenin bizim kararımız haricinde beden bütünlüğümüzü ihlal etmeye veya bedenimizle ne yapacağmızla ilgili kararlara engel olmaya hakkı yoktur.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tabii ki hiç kimse kurumlaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendini kimin doğal kadın olduğuna, kimin kadın olmadığına karar verme yetkisinde gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve desteklenmek için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyet bamakalıplarını içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar. Bu deneyim her kadının farklı olduğunu tanımadığı için hem trans kadınlar hem de na-trans kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm hiç kimsenin gerçek “erkek” veya gerçek “kadın”olmak için cinsiyet kimliğine veya ifadesine dair kişisel kararlarında baskılanamayacağını kabul eder. ayrıca hiç kimsenin “gerçek” feminist olarak nitelendirilmek için bu kişisel kararları baskılayamayacağına inanıyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans kadınlar olarak güvenliğimizin genellikle “normal” kadın olarak onaylanmamızdan geçtiğini biliyoruz, transfeministler olarak da güvenlik ve rahatlık ihtiyacımıza karşılık feminist ilkelerimizi sürekli müzakere ederken buluyoruz. Transfeminizm trans kadınlar da dahil olmak üzere tüm kadınların heteroseksist ve ataerkil toplumsal cinsiyet kurallarını nasıl içselleştirdiğini ve davranışlarımızın küresel dolaylı anlamlarını incelemeye davet eder, aynı anda, ataerkil tanımıyla benzeşen kadınlıktan kendini temizlenmenin feministin sorumluluğu olmadığını belirtmek isteriz. Kadınlar verdikleri kişisel kararlarından dolayı -ki bu kararlar belli tipteki toplumsal cinsiyet kodlarıyla uyumlu olsa bile- toplumsal cinsiyet kodlarını yeniden üretmekle suçlanmamalılardır, bu tür saflık testleri eylemliliğimizi yok sayarak kadınları güçsüzleştirir ve trans olsun olmasın, kadınların büyük çoğunluğunu feminist harekettten soğutur.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Transfeminizm dünyadaki kadın sayısı kadar çok kadın olma biçimi olduğu fikrine inanır, suçluluk duymadan kararlarımızı verebilmeliyiz. Bu amaçla, transfeminizm tek tek kadınların kişisel seçimlerinden dolayı suçlanmasına karşı çıkarken seçimlerimizi engelleyen veya daraltan sosyal ve politik kurumlara karşı çıkar. Gerçek feminist addetmek için bir kadının kişisel seçimler yapma özgürlüğünden vazgeçmesini istemek gereksizdir, hatta baskıcıdır, katı ataerkil yapının ideal kadınlığını aynı derecede katı biraz daha değiştirilmiş feminist olanıyla yer değiştirmesidir. Transfeminizm kadınlara kullanılabilir seçim çeşitliliğini sınırlayan kurumları inceler ve tartışırken kadınların kişisel seçimlerinin saygı gördüğü ortamları desteklemeye inanır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b></b><br />
<b>Erkek ayrıcalığı sorunu</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bazı feministler, özellikle de bazı radikal lezbiyen feministler trans kadın ve trans erkekleri “erkek ayrıcalıklarından” yararlanmakla suçdılar. Erkekten kadına transseksüellerin oğlan çocukları olarak sosyalleştiklerini ve onlara erkek ayrıcalığı verildiğini öne sürdüler, öte yandan kadından erkeğe transseksüelleri erkek ayrıcalığına kavuşmak için kızkardeşlerini ortada bırakan hainler olarak nitelendirdiler. Transfeminizm bu eleştirilere cevap vermek zorundadır çünkü bazı feminist ortamlarda trans kadın ve trans erkeklere yapılan ayrımcılığı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Böyle bir tartışmayla karşılaşınca trans kadınlar tepkisel olarak hayatlarında hiçbir zaman erkek ayrıcalığına sahip olmadıklarını söylüyorlar. Onların hayatlarında erkek olarak doğmanın ayrıcalıktan çok külfet olduğuna inanmalarını anlamak çok kolay: çoğu erkek vücutlarından nefret ettiler ve büyürken oğlan çocuğu olarak yetiştirildiler. Sert ve erkekçe davranma baskısı altında ne kadar rahatsız hissettiklerini anımsadılar. Birçoğu oğlan çocuğu gibi davranmadığı için başka oğlan çocukları tarafından alay edildiler, zulme uğradılar. Utandırıldılar ve sıklıkla bunalıma girdiler. Yetişkinliklerinde bile, işlerini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini ve güvenliklerini tehlikeye atabilecek açığa çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bununla birlikte transfeministler olarak, böyle basit bir tepki vermemeliyiz. Erkek ayrıcalıklarının bazı erkekler üzerinde diğerlerinden daha fazla etkisi olduğu bir gerçek olsa da erkek olarak doğan trans kadınların bundan hiç yararlanmadığını farzetmek imkansız. Çoğu trans kadın hayatlarının bir bölümünde (“kırık” olarak) erkek olarak “onaylanmıştır” ve örneğin, bu yüzden eğitimde ve işte daha iyi davranılmıştır, hoşlansalar da hoşlanmasalar da erkek olarak algılanmışlardır. Kendine güvenen ve rahat olmaları öğretilmiştir, bazı trans kadınlar cinsiyet geçişinden sonra bu “erkeklik” özelliklerini kendi avantajlarına kullanmıştır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Burada olan şey farklı toplumsal cinsiyet kimliklerimizden dolayı yaşadığımız baskıyla erkek ayrıcalığı yokluğunu sıklıkla karıştıyor oluşumuzdur. Erkek egemenliğinden hiçbir zaman yararlanmadığmızı söylemek yerine deneyimlerimizin trans olmanın dezavantajıyla erkek ayrıcalığı arasındaki güçlü etkileşimi gösterdiğini belirtmeliyiz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Doğumda atanmış cinsiyetiyle cinsiyet kimliği veya ifadesi birbirine uyan her kişinin na- trans olma ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, diğer tüm ayrıcalıklar gibi, buna sahip olanlara görünmezdir. Diğer ayrıcalıklarda gibi, bu ayrıcalıktan yoksun olanlar sezgisel olarak yokluğunda ne kadar çok acı çekeceklerini bilirler. Trans kadınlar hangi yaşta cinsiyet geçişi yapmış ve ne kadar süre kadın olarak hayatını sürdürmüş olmasına bağlı olarak erkek ayrıcalığından yararlanmış olabilirler ama aynı zamanda da trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşamaktadır. Trans kadınların diğer kadınlardan daha fazla ayrıcalığa sahip olduğunu iddia etmek iki eşin de erkek ayrıcalığına sahip olduğu için gey erkek çiftlerin heteroseksüel çiftlerden daha ayrıcalıklı olduklarını söylemek kadar cahilcedir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans kadınların ataerkiden arınmış cennet parçası alanlar olarak tasarlanan “sadece kadınlara açık” alanlara girmek istediğinde sıklıkla gerilimler çıkmaktadır. “Sadece kadınlara açık” alanların geçmişinin izi sınıfçılık ve ırkçılık gibi diğer baskı biçimlerinin sürdürülmesindeki kendi rollerini önemsemeyen, çoğunluğunu cinsiyetçiliği sosyal eşitsizliğin temeli olarak öncelik vermiş beyaz orta sınıf kadının oluştırduğu 1970’lerin lezbiyen feminizmine kadar sürülebilir. Cinsiyetçiliğin kadınların hayatlarını diğer sosyal elementlerden daha fazla etkilediğini varsayarak, kendi yaşadıkları cinsiyetçiliğin etnik köken, ırk vs. bakmadan tüm kadınları –yani tüm trans olmayan kadınları kapsadığını zannediyorlardı.1970lerin radikal feministleri hakkındaki son eleştiriler sınıfçılık ve ırkçılığı görmezden gelmelerinin sonucu nasıl kendilerini beyaz orta sınıf kadınlar olarak ayrıcalıklı hale getirdiklerini işaret etmektedir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu anlayışa dayanarak, transfeministler erkek ayrıcalığı suçlamalarına inkar ederek tepki vermemelidirler. Beyaz olanlarımızın beyaz ayrıcalığından bahsetmesi gerektiği gibi biz trans kadınların da erkek ayrıcalığından –başkalarından daha fazla- yararlandığımızı açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. Transfeministler benzerliklere de saygı duyduğu kadar farklılıklara da saygı duyar çünkü kadınlar çok farklı sosyal çevrelerden gelmektedirler. Transfeministler kendi ayrıcalıklarıyla yüzleştikleri gibi na-trans kadınların da kendi na-trans (trans olmayan) ayrıcalıklarıyla yüzleşmelerini bekler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kendi ayrıcalıklarımızı kabul ederek ve belirterek, trans kadınlar kadınlığın beyaz orta sınıf ölçütü tarafından geleneksel olarak yok sayılan ve “bayana yakışmayan” farzedilen başka gruplardan kadınlarla ortak alanlar oluşturma umidini taşıyabiliriz. Sapık olarak adlandırılırken ve kendimiz olduğumuz için saldırılırken ayrıcalık sorusundan kaçınarak bir kazancımız olmuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Karşıt özcülüğün yapısökümü</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci dalga feminizm kişinin toplumsal cinsiyetinin biyolojik cinsiyetinden farklı ve toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu fikrini popülerleştirirken geriye sorgulanamaz gerçek fiziksel cinsiyet vardır inancını bıraktı. Cinsiyet toplumsal cinsiyetten farklıdır söylemi zorunlu toplumsal cinsiyet rollerini bozmak için kullanılan güçlü bir söylemdi fakat feministlerin problemin sadece yarısını sorgulamasına yaradı, dişi ve eril cinsiyetlerinin özünün doğallığını son günlere kadar bıraktı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm hem cinsiyetin hem de toplumsal cinsiyetin sosyal olarak kurgulandığını, üstelik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın kolaylık olsun diye suni olarak çizildiğini kabul eder. Toplumsal cinsiyetin bir sosyal kurgu olduğu kavramının kadının kapasitesine karşı geleneksel tutumları parçalamak için çok güçlü bir araç olduğu kanıtlanmışken biyolojik temele dayandırılarak belli ayrımcılık politikalarının veya yapılarının meşrulaştırılmasına yer açmış oldu. Ayrıca, fiziksel cinsiyetin kim olduklarının içsel algısından daha yapay ve değiştirilebilir olduğunu hissettirmesinden dolayı trans deneyimleri gerçekliklerini gösterememiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Biyolojik cinsiyetin bir sosyal bir kurgu olması soyut bir gözlem değildir: birçok interseks insanın içinden geçtiği bir fiziksel gerçekliktir. Anatomik özellikleri eril ve dişiye uymayan bireylerin varlığına toplum yer vermiyor, tıp uzmanları tarafından sakatlanıyor ve doğumda atanan cinsiyetlerine göre yetiştirilmeleri için yönlendiriliyorlar. İnterseks insanlara nasıl yaşamak istedikleri ve cerrahi müdahale veya hormonal “düzeltme” isteyip istemedikleri konusunda karar verme olanağı verilmiyor. Birçok interseks insan bu kadar büyük kararlarda cinsiyet kimlikleri doğumda atanan cinsiyetlerine uysa da uymasa da hiçbir söz haklarının olmamasını çok dehşet verici buluyor. İnterseks çocukların cinsiyet organlarının sakatlanmasını (klitoris sünneti, vs.) ortada doğru düzgün rıza olmadığı için vücut bütünlüğne karşı bir taciz olarak görüyoruz. Bu konu kişilerin cinsiyet kimliklerinin doğumda atanan cinsiyetlerine uyup uymamasıyla alakalı değildir, interseks kişilere vücutlarına ne yapacaklarına dair bir seçim verilip verilmemesiyle ilgilidir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans kişiler basit tıbbi standarta göre doğumda rızaları dışında onlara atfedilen cinsiyetten hoşnut değillerdir. Farklı trans bireyler vardır: bazıları kendini hem erkek hem kadın olarak veya hiçbir cinsiyet içinde tanımlamazken, bazıları da kendini tıbbi müdahele geçirse de geçirmese de tıp otoritelerinin belirlediği cinsiyetten farklı bir cinsiyetle tanımlar. Trans özgürlüğü kendimizi tanımlama hakkımızı tıp, politika ve din otoritelerinden geri almakla ilgilidir. Transfeminizm cinsiyet hangi şekilde atanırsa atansın bunun sosyal ve politik bir kurgu olarak görür ve kişilerin kendi cinsiyetlerini istedikleri biçimde atayabilecekleri ( hatta hiçbir cinsiyet atamayacakları) bir toplumsal sözleşmeyi savunur.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans bireyler olarak politik olarak örgütlenmeye başlarken cinsiyet kimliğinin özcü kavramını kabul etmek baştan çıkarıcıdır. Bu klişe anaakım medya tarafından “erkek bedenine hapis olmuş kadın” veya tersi şeklinde popülerleştirildi. Bu stratejinin neden bu kadar çekici olduğu belirgindir, değiştiremeyeceğimiz biyolojik bir hatayla doğduğumuza toplumu ikna edersek daha kolay kabul edileceğizdir. Bu genellikle bizim için çok temel ve anlamlı olan kim olduğumuza diar içsel algımızla da uyumludur. Oysa transfeministler olarak yansımalarından dolayı bu tür baştançıkarıcılara karşı koyuyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans bireyler genellikle fiziksel cinsiyeti akıl ve ruh cinsiyetiyle uyuşmayan olarak tanımlanıyor. Bu açıklama sezgisel olarak uygun olabilir buna karşın transfeminizm için problemlidir. Bir kişinin dişi akla veya ruha sahip olduğunu söylemek demek birbirinden belirgin şekilde farklı dişi ve eril akılların olduğu anlamına gelebilir ki bu kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılabilir. Cinsiyet kimliğimizi özcü bir yerden ele almak biyolojik özcülük kadar tehlikeli olabilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm cinsiyet kimliklerimizi bize ne daha özgün, rahat ve samimi hissettiriyorsa ona dayanarak, yaşarken ve diğerlerine verili sosyal ve kültürel kısıtlamalar içersinde bağlıyken inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu hem cinsiyet kimliği doğumda atanan cinsiyetle uyumlu olanlar hem de trans bireyler için doğrudur. Tanınma ve saygı taleplerimiz bu referansla hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır. Karşıt bir özcülükle varlığımızı meşrulaştırmak yerine trasnfeminizm cinsiyet/toplumsal cinsiyet uyum kuralcılığındaki özcü kabulu parçalar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Feminizmin konusu olan beden algısı/farkındalığı</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Feministler olarak bedenlerimizle rahat, özgüvenli ve güçlü hissettiğimizi söylemek isteriz ama bu ne yazık ki trans kadınlar da dahil birçok kadın için geçerli değildir. Birçok transfeminist için beden imgesi konusu güvenlik ve rahatlık ihtiyacımızla feminist politikalarımızla çarpışan yerdedir. Çoğumuz aynadaki görüntüsünden o kadar rahatsızdır ve utanıyordur ki ya açılmayı tercih etmez ya da kadın kimliğimizle vücutlarımızı uyumlu hale getirmek için kıl aldırmaya katlanmak, hormon kullanmak ve cerrahi müdahaleler geçirmek zorundayızdır. Bu işlemler pahalı, acı verici ve zaman alıcıdır, kalıcı kısırlığa sebep olaibleceği gibi kanser riskini de yükseltir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Neden insanlar böyle insalık dışı bir uygulamayı seçer? Vücutlarımızı cinsiyet kimliklerimizle uyumlu hale getirme ihtiyacımızın doğuştan veya elzem olduğuna inanmak isteyebiliriz ama sosyal ve politik faktörlerin kişisel kararımızı etkilemediğini söyleyemeyiz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
En önemli faktör toplumun zoraki ikili toplumsal cinsiyet rolleri uygulamasıdır. Kimliklerimiz içine doğduğumuz sosyal çevrenin ürünü olduğu için kişinin cinsiyet kimliğiyle fiziksel cinsiyeti arasındaki süreksizliğin toplumun ikili cinsiyet sistemi sürekli devam ettirdiği için problemli olduğunu söyleyebilir. Bir kişinin cinsiyeti/toplumsal cinsiyeti toplumda önemsiz bir faktör olsaydı trans bireylerin bedenini cinsiyet ikiliğine uydurma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmasa bile azalacaktı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ancak bu muhakeme trans bireylerin kendi bedenleri hakkında karar vermelerine engel olmamalıdır. Trans kadınlar istismar, şiddet ve ayrımcılığa karşı son derece savunmasızdırlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmeleri için ne yapıyorlarsa yapsınlar suçlu hissettirilmemelidir. Transfeminizm bizi sosyal ve politik faktörlerin kararlarımızı etkilediği yolları göz önünde bulundurmaya davet eder ama bedenlerimiz ve cinsiyet kimliği ifadelerimiz hakkında ne karar verdiysek toplumdan buna saygı göstermesini talep eder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kişilerin kendini rahat ve güvende hissedeceği şekilde nasıl yaşayacaklarını seçme hakkını savunurken katı toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsal zorlamasına karşı çalışmak çelişkili değildir. Ne de, istediklerinde kişilerin bedenlerini değiştirme kararlarını desteklerken sağlıklı bir özgüven geliştirmek için birbirimize destek sağlamada bir çelişki vardır. Her birimiz toplumun keyfi cinsiyet ve toplumsal cinsiyet varsayımlarına dogmatik olmadan meydan okuyabiliriz. Aynı zamanda bizden hayatımızıdaki her baskıcı etmene karşı çıkmamız beklenmemelidir, bizi yıpratır ve deli edebilir. Bildiğimiz gibi isyanımız normatif toplumsal cinsiyet sistemininin istikrarını bozmaya dönüktür. Çeşitli feminizmler, queer aktivizm, transfeminizm ve diğer yenilikçi hereketler ortak hedef olan heteroseksist ataerkinin farklı bölümlerini hedef alırlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kadına yönelik şiddet</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1970lerden beri feministler kadına yönelik şiddeti kesinlikle münferit olaylar olarak değil tüm kadınları hükmü altına almak için ataerkinin sistematik işlevi olarak tanımlamışlardır. Transfeminizm birden fazla baskıdan muzdarip diğer kadınlar gibi trans kadınların da na-trans kadın ayrıcalığına sahip olanlara oranla şiddete karşı daha korunmasız olduğu gerçeğine dikkat çeker.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Öncelikle trans kadınlar kadın olarak yaşadıkları için hedef seçilirler. Kadın düşmanı bu toplumda kadın olmak çok tehlikelidir ama ev içi ve cinsel şiddetin hedefi olduğumuzda bazı etmenler bizi daha da savunmasız yapar. Örneğin, bir adam bir trans kadına saldırdığında, özellikle de tecavüz etmeye çalıştığında kurbanının bir zamanlar ya da hala “erkek” anatomisine sahip olduğunu keşfedebilir. Bu keşif homofobi ve transfobi etkisiyle ateşlenmiş daha şiddetli bir saldırıya yöneltebilir. Trans kadınlar trans oldukları anlaşıldığında erkekler tarafından saldırıya uğruyorlar. Seks işçilerinde olduğu gibi trans kadınların -özellikle de mağdur seks işçiliği yapan bir trans kadınsa- anaakım medya ve otoriteler katilleri de bulmak konusunda daah isteksiz oluyorlar. Düşük özgüvenleri ve negatif vücut algısından dolayı sevgililerininin sözlü ve duygusal saldırılarına daha savunmasızdırlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bir saldırgan için bir trans kadını çirkin, utanmış, değersiz ve deli hissettirmesi çok kolaydır çünkü bu mesajların aynısını toplum uzun yıllar boyunca ona söylemişti. İstismarcılar kadınların kendi kimliklerini ve deneyimlerini –ki trans kadınların muhtemelen savunmasız olarak başladığı- tanımlama yeteneklerini ellerinden alarak ev içi şiddetten paçayı kurtarıyorlar. Trans kadınların istismarcılarını bırakmaları daha zor oluyor çünkü iş bulmaları daha zor ve eğer çocukları varsa istismarcı eşi boşayınca çocuklarının velayetini alamayabiliyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Dahası trans kadınlar queer oldukları için hedefteler. Homofobik kişiler nefret suçları işlerken gey mi trans mı ayırmıyorlar fakat trans kişiler geylerden daha görünür oldukları için saldırıya daha açık oluyorlar. Homofobik teröristler geyleri avlamak için onların yatak odalarına girip bakmıyor, algıladıkları cinsiyetin cinsiyet kodlarına uyup uymadığına bakıp avlıyorlar, genellikle de görünür anormal cinsiyetli olanları seçmekteler. Katilleri anaakım gazete başlıklarına çıkan her gey ve lezbiyen için, “açık” trans kişiden çok “açık” gey ve lezbiyen olmasına karşın bütün ülkede daha fazla trans insan öldürülüyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Trans erkekler erkek rollerine tam olarak bürünmedikleri zaman zulmeden toplum tarafından ortaya çıkarılacakları korkusuyla yaşıyorlar. Trans erkeklere yönelik şiddet yabancılar kadar “arkadaşları” tarafından iç içe geçen misojeni ve transfobi yüzünden, toplumsal cinsiyet normlarını ihlal ettikleri için tekrar “kadın yerlerine” sokmak ve cezalandırmak için yapılıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İçinde yaşadığımız tehlike yüzünden, transfeminizm translara dönük şiddetin üzerine çalışılması gereken en önemli alan olduğuna inanır. Bazı sadece kadınlara açık organizasyonlara alınmamak bizi kırmış veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama gerçek anlamıyla bizi öldüren veya intihara sürükleyen bize dönük şiddet daha sık ve daha uzun süredir var. Başka seçeneğimiz yok fakat acilen harekete geçmemiz gerekmektedir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu bakımdan geleneksel eviçi şiddet sığınakları, tecavüz kriz merkezleri nefret suçu önleme programlarıyla ortak çalışmak gerekir. Hali hazırda bazı sığınaklar diğer kadınlar kabul ettikleri gibi trans kadınları kabul ederken bazıları çeşitli nedenlerle geri çevirmekte. Varolan bu kurumları neden trans kadınları kabul etmeleri ve hizmetlerinden yararlandırmaları gerektiği konusunda örgütlemeli ve eğitmeliyiz. Trans kadınların şiddete daha açık olmasının dışında trans kadınlarla na-trans kadınlara yönelik şiddet arasında bir fark olmadığını anlatmalıyız. Ayrıca trans erkeklere hizmet verilmesini de savunmalıyız.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeministler olarak bu kurumlardan sadece hizmet beklemek yerine buralarda çalışmalıyız da. Hizmet ağlarını genişletirken güvenliklerini korumak için kamufle yöntemi geliştirilmesine yardımcı olmaya gönüllü olmalıyız. Kendimizi ihtiyacı olan başka trans kadınlara kriz danışmanları ve dava yönetici olmalıyız. Çalışanlarını eğitmeleri için trans konularına özel atölyeler hazırlamalıyız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak feministlerin kadınlar için hazırladığı kendini koruma kursları gibi biz de trans kadınlara kendini koruma kursları hazırlamalıyız. Sığınaklarımızı baştan başlatmak belki bizim için çok zor olacaktır fakat kadına ve diğer cinsel azınlıklara karşı şiddetle mücadel edenlerle beraber çalışabiliriz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ayrıca ekonomik şiddetten de bahsetmek zorundayız. Yüksek maliyetli cinsiyet geçişinden dolayı, çalışma alanında trans bireylere yönelik ayrımcılık çok yaygın olduğu için ve kadınlar daha az para kazandığı için trans kadınlar genellikle yoksulluk çekmektedir. Bu ayrıca trans kadınların istismarcı eşlerinin elinde bizleri istismar eden bu ilişki içinde tutmak ve kontrol etmek için daha çok baskı uygulaması demektir. Transfeminizm asynı anda politik, sosyal ve ekonomi alanında transfobiyle olduğu kadar cinsiyetçilikle de mücadele eder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Sağlık ve üreme seçimi</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Çocuk sahibi olamayacak olan trans kadınların üreme hakları hareketiyle ilgilenmesi ironik görünebilir fakat transfeminizm kadınların seçme hakkıyla trans kadınların özgürleşmesi arasında sıkı bağlar görür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Öncelikle, toplum trans varlığımızı üreme organlarımızla uğraştığımız için damgalar. Cinsiyet organlarıyla oynamayan estetik ameliyatları cinsiyet greçişi ameliyatlarından daha fazla gerçekleştirilmesine karşın hiçbiri aylarca psikiyatrik gözleme tabii tutulmazlar. Ne de estetik ameliyat olanlar televizyon şovlarında alay edilmez ve küçümsenmezler. Kendi seçimlerimiz üzerindeki bu histerinin bir bölümü üreme organlarımız üzerindeki özgür irademize karşı toplumun tabusu ile ateşlenir: kürtaj olmak isteyen kadınlar gibi, bedenlerimiz savaş alanları haline getirilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Buna ek olarak, trans kadınların kullandığı hormonlar na-trans kadınların kullandığı doğum kontrol ilaçları, ertesi gün hapları ve hormon tedavisinde kullanılan ilaçların aynısını veya aynı kimyasal birleşimleri kullanmaktadırlar. Trans kadınlar olarak östrojen temelli ilaçların güvenliği, maliyet ve ulaşılabilirliği konularında na-trans kadınlarla aynı endişeleri taşıyoruz. Bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınlar birleşmelidir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tabii ki üreme seçimi sadece doğum kontrol ve kürtaj olmayla ilgili değil, mecburi kısırlaştırmaya karşı koymayla ve kürtaj olanağına ulaşamayan kadınlarla da ilgilidir. Aynı şekilde transfeminizm interseks kişiler için tavsiye edilenler de dahil olmak üzere hormon tedavisi ve cerrahi müdahaleyi ret etme hakkı ve toplumun bizi kendimiz olarak kabul etmesi için mücadele eder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1980’lerde lezbiyenler üreme hakkı için çalışan kurumlardan amaçlarıyla alakaları olmadıkları düşünülerek uzaklaştırıldılar. Seçme hakkı ne sadece heteroseksüel konusu ne de na-trans konusudur, esasen kadınların kendi bedenleriyle ne yapacaklarına karar verme hakkına sahip olmalarıyla ilgilidir. Transfeministler üreme hakkı için çalışan kurumlara katılmalı ve seçim için gösteri yapmalılar. Bir kadının hamileliği hakkında verdiği karara saygı göstermeyen toplum cinsiyet kimliğimizle bedenimizi uyumlu hale getirmek için yaptırmak istediğimiz cerrahi müdahaleler hakkındaki kararımıza da saygı göstermeyecektir. Reçetesiz hormon kullanmaktan veya cinsiyet geçişi ameliyatları için denizaşırı ülkelere gitmekten korkuyorsak, yasal olmayan kliniklerde kürtaj olmaktan korkan kadınlarla kendimiz özdeşleştirebiliriz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlaveten, transfeminizm kadın sağlığı hareketinin deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Saqdece kadınları ilgilendiren, göğüs kanseri gibi konulardaki araştırmalar gökten zembille inmedi. Dinamik aktivizm ve akran eğitimiyle bu konular ciddiyetle ele alınmaya başladı. Geçmişte tıp kurumunun kadın sağlığını ilgilendiren konuları yeterli seviyede ele almadığı göz önünde bulundurarak transfeministler güç sahiplerinin trans kadınların sağlığını ciddiyetle ele almasını bekleyemez. İşte bu yüzden kadın sağlığı hareketinin içinde olmalı ve genişlemesini sağlamalıyız.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kadın sağlığı hareketindeki benzer deneyimler cinsiyet kimliğinin hastalık olarak tanımlanması üzerindeki stratejik çelişkiyi çözer. Yıllardır, trans bireyler tıbbi müdahaleler için önkoşul olan “cinsel kimlik bozukluğu” tanımının hastalık olmaktan çıkarılmasını talep etmek ya da etmemek konusunda kendi aralarında tartışıyorlar. Bir hastalık olarak tanımlanan “cinsel kimlik bozukluğu” bazılarımızın gerekli cerrahi müdahaleleri yaptırmalarını sağlarken aynı zamanda da bizleri damgaliyor ve irademizi ret ediyor. Modern tıbbın feminist eleştirisinden önce, eril merkezli düşünceye göre düzenlenen tıp kurumları tarafından dişi bedenler “anormal” olarak görülmüş ve hamilelik, regl, menopoz gibi kadınların sıradan deneyimlerini hastalık olarak tanımlamışlardır, kadın sağlığı hareketi tıp kurumlarını bu deneyimlerin sıradan insan deneyimleri olaqrak kabul etmesi yönünde zorlamıştır. Transfeminizm, transseksüelliğin bir hastalık veya bozukluk değil, hamillelik gibi insana ait sıradan bir deneyim olduğunda ısrar eder. Bu nedenle “cinsel kimlik bozukluğunu” hastalık tanımından çıkartırken trans kişilerin tıbbi tedavilere ulaşımının kolaylaştırılmasını istemek tutarsızlık değildir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Eyleme çağrı</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
En çok reddedilmeyi feminist topluluk içinde veya dışında yaşamış olsak da, en yakınımızdakiler yine feministler, lezbiyenler ve queer toplulundakiler oldu. Transfeminizm kimin “kadın” kategorisine girip girmediği üzerine entelektüel tartışmalar yapmanın gereksiz olduğunu söyler: şimdi harekete geçmeli ve ortaklıklar oluşturmalıyız.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Hergün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya ve istismara uğruyoruz. Ne kadar çok onaylansak da kadınlar saldırı altındayken trans varlığın sosyal görünmezliği bizi koruyamayacak. Kadınların nasıl davranması gerektiğini söyleyen toplumsal kurallara uyarak kazanamayız, na-trans kadınlar kadar feminizme ihtiyacımız var. Transfeministler feminist öncüllerinin gelenekleriyle gurur duyar ve onların mücadelesine kendi hayatlarında devam ederler.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Transfeminizm, katı cinsiyet hiyerarşisi yüzünden varlığımız problem haline getirildiği için toplumun her cinsiyetten bireye eşit davranması durumunda, cinsiyet geçişi halindeki kimliklerin onurlandırılacağına inanır. Bu yüzden hayatta kalmamız ve onurlu olmamız için feminizm içindeki yerimizi tehditkar veya işgal eder halde değil, arkadaşça ve işbiliği içinde talep etmeliyiz. Bazı feminist kurumların şüphe ve reddetmeleri birçok kere kendilerine “pro-feminist” diyen erkekler tarafından ihanete uğratıldıkları için doğaldır, bizim harekete istikrarımızla ve bağlılığımızla transfeminizm feminizmi daha kapsayıcı olmaya yöneltecektir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: Georgia, serif; font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
Metni Bulan ve Çeviren ALİ ALİGÜL ARIKAN
Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-33636405305729834852012-01-20T10:17:00.000-08:002012-01-20T10:24:25.988-08:00Amerikalı avangard dansçı Yvonne Rainer'in GÖSTERİYE HAYIR isimli manifestosu<div style="text-align: justify;"><p class="MsoNormal"><span style="line-height: 115%; color: rgb(34, 34, 34); "><span >“Gösteriye hayır, virtüöziteye hayır, dönüşümlere hayır, büyüye ve –miş gibi yapmaya hayır, star imgesinin sahte parıltısına ve üstünlüğüne hayır, kahramana ve anti-kahramana hayır, abuk subuk imgelere hayır, performansçının veya izleyicinin katılımına hayır, stile ve bayağılığa hayır, izleyicinin performansçının hileleriyle ayartılmasına hayır, eksantrikliğe hayır, hareket etmeye ya da hareket ettirilmeye hayır.”</span></span></p></div>Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-24181761373182870852011-12-27T03:00:00.000-08:002011-12-27T03:05:58.370-08:00MEHMET SANDER'IN DANS UZERINE MANIFESTOSU...<p class="MsoNormal" style="text-align: center;margin-top: 3pt; margin-right: 0cm; margin-left: 0cm; margin-bottom: 0.0001pt; line-height: 16.8pt; "></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;margin-bottom: 9pt; "><span style="font-size: 12pt; line-height: 115%; font-family: 'Times New Roman', serif; ">Her dans eserinin konusu hareketlerin kendileridir. Dans, esasen fiziksel boyutta icra edilecek ve algilanacaktir. Bu esasa gore, bir isin/gorevin icrasinda risk alimi, seyircinin analiz surecine karsi meydan okumak icin, ilkesel onem tasiyan bir etkendir. Isler/gorevler bir aciliyet hissi yaratmak icin kullanilmalidir. Risk alim teknigi danscilarin seyirci tarafindan gozlem ve deneyimlenme sureclerinin oncelikle fiziksel boyutta gerceklesmesini saglar. Ayrica, duygusal temellere dayanan dans yaratimi kisinin kendi isteklerini tatmin etmesine yoneliktir, cunku insan olarak zaten duygusal yaratiklariz. Harekete duygusal bir katman eklemeye calismak anlamsiz bir cabadir. Duygusallik icermeyen bu yaklasim ayni zamanda bir is/gorevin yerine getirilme surecinin acikca gosterilmesini saglar; ve danscilar acisindan bir "performans" ogesinin olusumunu reddeder. Danscilarin hareketi, dans eserinin baslangicindan bitisine dek, hareket alanlari fiziksel gucler tarafindan engellenmedigi, yani mekanin kisitlanmalarina maruz kalmadiklari veya diger danscilarla ya da duvarlarla carpismadiklari surece, durmaksizin devam eder. Boylece, mekanin kisitlamalari yeni hareket olanaklari yaratir. Dansin bir baska fiziksel ogesi yercekiminin engelleyici bir unsur olarak degil, zenginlestirici/pekistirici bir unsur olarak kullanimidir. Yerceminin hareketin baslaticisi oldugu gozler onune serilmeli, balede yapildigi gibi kamuflaj edilmemelidir. Is/gorevler arasinda gecisler yoktur. Danscilar bir sonraki is/gorevlerine mumkun oldugu kadar cabuk gecerler. Muzik cikarilmistir. Eserin zamanlamasinda, is/gorevin icrasinda dogal olarak gelisen sablonlar temel alinir. Solo ve beraber hareket kavramlari da cikarilmistir. Koreografi, danscilarin bos mekanda nasil hareket ettiklerini vurgulamak yerine, danscilar arasinda varolan bosluklari yaratmalidir. Italyan sahneyi standart bir bos mekan olarak kabul etmeye sartlanmak yerine, performans mekani her eserde tekrar sorgulanmalidir. Tabii ki, kulis kullanimi da cikarilmistir. Mekana yerlesimde yatay ve dusey dik acilar uygulanir. Bu sebeple, performans alani olarak ucgen, daire, kare gibi geometrik sekiller kullanilir. Hareketle, laboratuvarda calisan bir bilim adami gibi, bilimsel olarak yaklasilir. Carpisma, geri tepme, suredurum (eylemsizlik), hiz ve sekme gibi gorunmeyen gucler araciligiyla hareket yaratmak icin fizik kanunlari kullanilir. Buna uygun olarak, ayaklarin tabanlarini kullanmamak suretiyle hareket sistemleri gelistirilir, ornegin patlamak, saplamak, gumlemek...<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 115%; font-family: 'Times New Roman', serif; "><o:p> </o:p></span></p><p></p> <p class="MsoNormal" style="text-align: center;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 115%; font-family: 'Times New Roman', serif; "><o:p> </o:p></span></p>Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-700986920787978062009-06-18T02:42:00.001-07:002009-06-18T02:45:45.692-07:00Sinema - Video Manifestoları<a title="View Sinema - Video Manifestoları on Scribd" href="http://www.scribd.com/doc/10927203/Sinema-Video-Manifestolar" style="margin: 12px auto 6px auto; font-family: Helvetica,Arial,Sans-serif; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; font-size: 14px; line-height: normal; font-size-adjust: none; font-stretch: normal; -x-system-font: none; display: block; text-decoration: underline;">Sinema - Video Manifestoları</a> <object codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=9,0,0,0" id="doc_288185419553370" name="doc_288185419553370" classid="clsid:d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" align="middle" height="500" width="100%" rel="media:document" resource="http://d.scribd.com/ScribdViewer.swf?document_id=10927203&access_key=key-2hkt8s81feo6g98j2mcw&page=1&version=1&viewMode=" xmlns:media="http://search.yahoo.com/searchmonkey/media/" xmlns:dc="http://purl.org/dc/terms/" > <param name="movie" value="http://d.scribd.com/ScribdViewer.swf?document_id=10927203&access_key=key-2hkt8s81feo6g98j2mcw&page=1&version=1&viewMode="> <param name="quality" value="high"> <param name="play" value="true"> <param name="loop" value="true"> <param name="scale" value="showall"> <param name="wmode" value="opaque"> <param name="devicefont" value="false"> <param name="bgcolor" value="#ffffff"> <param name="menu" value="true"> <param name="allowFullScreen" value="true"> <param name="allowScriptAccess" value="always"> <param name="salign" value=""> <embed src="http://d.scribd.com/ScribdViewer.swf?document_id=10927203&access_key=key-2hkt8s81feo6g98j2mcw&page=1&version=1&viewMode=" quality="high" pluginspage="http://www.macromedia.com/go/getflashplayer" play="true" loop="true" scale="showall" wmode="opaque" devicefont="false" bgcolor="#ffffff" name="doc_288185419553370_object" menu="true" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" salign="" type="application/x-shockwave-flash" align="middle" height="500" width="100%"></embed> </object><br /><br /><br />Buradan okuyamıyorum derseniz <a href="http://www.mediafire.com/?ejzmd3gembe">indirmek için burdan......></a><br />daha büyük <a href="http://www.scribd.com/doc/10927203/Sinema-Video-Manifestolar">okumak için burdan.......></a>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-88796523633407919792009-06-15T07:54:00.000-07:002009-06-15T07:55:52.423-07:00Pananarşist Manifesto - A.L ve V.L. Gordin - (Moskova, 1918)Pan-anarşizm teorisine niteliğini veren geçmişin şiddetle reddedilmesi, İç Savaş dönemindeki belli başlı anarşist merkez olan güneydeki Harkov kentinde üslenmiş bir grubun, Anarko-Fütüristlerin manifestosunda daha belirgindir. Gordin kardeşler gibi, Anarko-Fütüristler de kurulmakta olan burjuva sonrası evreye uygun yeni bir sözlük ürettiler. Bakunin’le birlikte, evrensel yıkımın havarileriydiler; onun, “yıkma tutkusu yaratıcı bir tutkudur” inancını ve yeni bir dünyanın, eskisinin yıkıntılarından doğacağı inancını paylaşıyorlardı. Eskiden nefret ederek ve yeniyi yücelterek, bilinçli sarsma ve zorlama çabalarıyla, sanat ve kültürün toptan yıkılması çağrılarıyla, 1909’da Filippo Marinetti tarafından yayınlanan ünlü Fütürist Manifesto’yu yansıtıyorlardı.<span class="fullpost"><br /><br />Zaman zaman, onların dili Marinetti’ninkiyle, onun kısıtlandırılmış imgelemi ve çağlayan metaforlarıyla gerçekten de, adeta özdeşleşiyordu: “İtalya çok uzun zamandan bu yana, büyük bir ikinci el mal pazarı olmuştur. Sayısız mezarlıklarıyla, onu kaplayan sayısız müzeden kurtulmak istiyoruz...Yanmış parmaklarıyla o iyi kundakçılar gelsin! İşte onlar! Kitaplıkların raflarını ateşe verin! Müzelerin depolarına kanallar açın! Saygıdeğer kentlerin temelini yıkın!”<br /><br />Pan-anarşizm sözlük anlamı olarak, her şeyi kapsayan anarşizm anlamına gelir; “pan” Yunanca’da “tüm” demektir. Pan-anarşizm kapsamlı ve eklemli bir anarşizmdir. Hükümetin olmaması idealinden, yani asıl anarşizmden ayrı olarak, başka dört ideali daha içerir: “herşeyin herkese ait olması”yla komünizmi; pedizmi, ya da çocukların ve gençlerin kölece eğitim cenderesinden kurtulmasını; kozmizmi (ulusal kozmopolitizm), ezilen milliyetlerin tümden kurtuluşunu ve son olarak da, jineantropizmi, yani kadınların kurtuluşunu ve insanileştirilmesini...Hepsi birlikte bu beş ideal, genel “pan-anarşizm” başlığı altına girerler.<br /><br />Pan-anarşizm tüm toplumun –ekonomi, aile, okul, uluslararası ilişkiler ve hükümet kurumlarının- temelden yıkılmasını ve yeniden yapılandırılmasını amaçlayan ilkesel düzeydeki tüm toplumsal ideallerin, eylemlerin ve özlemlerin bir sentezini dile getirir. Ekonomik alanda pan-anarşizm, kapitalizmin yerini komünizmin almasını; toprakta, üretim araçlarında ve tüketim mallarında özel mülkiyetin kaldırılmasını getirir. Ailede, çokeşliliğin ve kadın ticaretinin yerini, birey olarak erkek ve kadın arasındaki gerçek sevginin alması; ayrıca da, ailede ve bir bütün olarak yaşamda, hem fiilen, hem de hukuken, erkek egemenliğinin sona ermesi, kadınların tüm çalışma ve sanat alanlarına özgürce katılımı ve onların, toplumun tüm nimetlerinden eşit olarak yararlanması demektir bu.<br /><br />Okulda ise bunun anlamı, çocuklarımızı ve gençlerimizi dinsel ve bilimsel önyargılarla doktrinize eden şimdiki kitabi öğretimin yerini, gündelik yaşamda yararlı olacak; onlara özgürlük, özgüven, nesneleri özgünlük ve kafaca bağımsızlıkla yaratma yeteneği verecek pratik bir teknik beceri eğitiminin almasıdır. Ayrıca bu, anayurtlarıyla, devlet sınırlarıyla, ulusal ve özel toprak sahipliğiyle varolan toprak sisteminin yerini; ne anayurtların ne de sınırların olacağı, yalnızca bütün yeryüzünün ortaklaşa kendilerine ait olduğu özgür insanların özgür birliklerinin yer alacağı bir ulusal-kozmopolit düzenin alması anlamına da gelmektedir. “Bütün yeryüzü bütün insanlığa” –“bütün yeryüzü benimdir” diye ilan eden yağmacı ulusların toprak ve bölge taleplerine ve emperyalizmine karşı, pan-anarşizmin sloganı işte budur.<br /><br />Hükümet (yönetim) örgütleri ve onların bireyle ilişkileri alanında pan-anarşizm, otoritenin, devletin ve her türlü zorlama biçimlerinin –mahkemeler, zindanlar, milisler, vb.- kaldırılmasından ve toplumun, gönüllü anlaşmalar ve dayanışmalar yoluyla yönetilmesinden yanadır.<br />Pan-anarşizm, Ezilen Beşler Birliği’nin idealidir. Tüm ezilenleri, baskının bu beş biçimi üzerinde yükselen şimdiki düzenin yıkılması için dünya çapında bir örgüt, bir Ezilenler Enternasyonali, bir Dünya Ezilen Beşler Birliği yaratmak için bir araya gelmeye çağırmaktadır. Pan-anarşizm, çağdaş toplumda ezilen beş grubun tümünün bir İşçi-boştagezer İşçi Enternasyonali, bir Gençlik Enternasyonali, bir Ezilen Milliyetler Enternasyonali, bir Kadınlar Enternasyonali ve bir Bireysel Kişilikler Enternasyonali içinde birleştirilmesinde ve ayrıca giderek tüm ezilenlerin eşitliği ilkesi temelinde kurulan ortak bir Ezilenler Enternasyonali’nin oluşumunda inisiyatif üstlenmektedir.<br /><br />Pan-anarşizm bir toplu-yıkımdan, varolan toplumdaki bu beş baskı türünün tümünün ortadan kaldırılmasından yanadır. Bu yüzden, pan-anarşizmin amacı ezilenlerden bir grubun, öbürlerinin ezilmesi yoluyla, örneğin bir proletarya diktatörlüğü getirilmesiyle kurtulması değil; tüm ezilenlerin, tüm insanlığın, tüm aşağılanan öğelerin kurtulmasıdır. Üstelik, pan-anarşizm insanlığın kapitalizmin ve devletin boyunduruğundan, biçimsel eğitimin ve ev işlerinin boyunduruğundan, milliyetçiliğin boyunduruğundan da kurtulmasıdır.<br /><br />Pan-anarşizm, çağdaş toplumdaki beş baskı biçiminin hepsini yıkacaktır: (1) ekonomik, (2) politik, (3) ulusal, (4) eğitsel, ve (5) ev-içi. Daha yalın olarak, pan-anarşizm ne zengin ne de yoksul, ne yönetici ne de yönetilen, ne köleleştirici öğretmenler ne de köleleştirilmiş öğrenciler, ne erkek efendiler ne de kadın köleler olmasını savunmaktadır. Pan-anarşizm için, bu taleplerden her biri eşit önemdedir. İster önderlik, ister tahakküm yoluyla olsun, biz ezilen öğenin bir başkası üzerindeki üstünlüğünü, pan-anarşizm insan varlığının özel bir sınıf ya da grup adına sömürülmesi olarak damgalamaktadır.<br /><br />Ama, pan-anarşizm yalnızca, baskının bu beş biçiminden kurtulmak anlamına gelmiyor. Ezilen insanlığın şu iki aldatmacadan kurtulması anlamına da geliyor; dinin aldatmacası ve bilimin aldatmacası ki, bunlar özünde, aynı aldatmacanın, yani ezenlerin ezilenleri aldatmasının iki biçimidir. Pan-anarşizm din ve bilimin, dikkati baskı ve gerçek, somut dünyadan uzaklaştırmak; bunun yerine, kavranılamaz bir dünyayı, ya doğaüstü (din) ya da soyut (bilim) bir dünyayı koymak amacıyla uydurulduğunu açıklıyor. Pan-anarşizm, bilimi, yeniden şekillendirilmiş bir din ve doğayı da yeniden şekillendirilmiş bir Tanrı olarak görüyor. Bilim burjuvazinin dinidir; tıpkı, dinin soyluların ve köle sahiplerinin bilimi olması gibi.<br /><br />Pan-anarşizm evrensel devletsizliği, kozmik anarşiyi, her yerde anarşiyi ilan etmektedir! Din ve bilimin her biçimi yalnızca burjuvazinin baskı buluşları, ezilenler için birer tuzak ve kapan, birer yem ve ökse olmakla kalmıyorlar. Bunlar ayrıca düzenbazca ve barbacadır, dar ve ahmakçadırlar, naif ve komiktirler, karmakarışık ve çelişkilidirler. Bilim, Avrupa vahşetinin ahmaklıklarından biridir; tıpkı, dinin Asyatik vahşetin bir ahmaklığı olması gibi...Bunların her ikisi de tek bir karışıklıklar ve çelişkiler dokusu oluşturmaktadır: Tanrı ve Tanrısızlık, neden ve nedensizlik; gerçek kurucu Tanrı ve “hiç”ten vareden, dolayısıyla olan, Tanrı-olmayan Tanrı; ilk nedene uzanan neden, böylece kendi kendinin nedeni olan ya da nedensizlik olan neden.<br /><br />Tanrı ve Doğa insanın hayalinde yapılmıştır, antropomorfiktir. Eskimolar bunları bir beyaz ayı şeklindeki kendi avlarından türetmektedirler (dünya beyaz ayıdan türemiştir); İbraniler ise kendi mesleklerinden (marangoz, terzi Tanrı)...Newton, Kant ve Laplace doğayı Avrupa mekaniğine göre, Darwin ve Spencer İngiliz at yetiştiriciliğine göre (doğal seçme İngiliz at yetiştiriciliğindeki yapay seçme modelini izliyordu) öngördüler. Göklerin yönetimi ile doğanın yönetimi –melekler, ruhlar, şeytanlar, moleküller, atomlar, eter, Tanrı, ilahi yasalar ve doğa yasaları, güçler, bir bedenin bir başkası üzerindeki etkisi- bütün bunlar toplum tarafından bulunmuş, oluşturulmuş, yaratılmıştır (sosyomorfik).<br /><br />Tanrı mutlak Asya hükümdarlığının bir imgesidir. Göksel yasalar, yıldızların yasaları, Asur ve Babil astrolojisi –bunlar imparatorların yasalarıdır. Doğa yasaları devletin yasalarıdır; doğal güç zorlamadır. Doğa’nın güçleri Avrupa’nın anayasal hükümdarlıklarını ve anayasal bürokrasiyi andırmaktadır; hatta doğa zaman zaman demokratik bir cumhuriyetin başkanını da andırmaktadır!<br /><br />Pan-anarşizm evrenin ne insan, ne de toplum olduğunu öğretiyor. Onun ne başı ne sonu, ne kökeni (kozmogoni) ne nedeni, ne yasaları, ne kamçıyı andıran güçleri var. Evren ve her doğal görüngü her zaman “kendisi”dir; deyiş uygunsa, anarşist-bireysel ya da anarşist-komünisttir. Evren ve onun tüm görüngüleri kendiliğindendir. Evrende ve her görüngüde dışsal hiçbir şey, hiçbir zorlayıcı düzen yoktur; ama daha çok, anarşi, yani içsel (içkin) düzen, bağımsız ve kendiliğinden bir düzen vardır. Doğal güç yok, yalnızca eylemler ve çekimler vardır; nesneler, eylemler ve çekimler özdeştir.<br /><br />Pan-anarşizme göre dinin ve bilimin temel hatası, birincisinin fantazinin, ikincisinin de aklın (zihinsel şekillendirmeler ya da soyutlamalar) ürünü olmasıdır. Bu yüzden, pan-anarşizm yalnızca duyguların hatta daha çok, adalelerin ve tekniğin hakiki olduğunu savunur. Pan-anarşizm yalnızca tekniği –sözün geniş anlamıyla tüm zanaatları, tüm pratik işleri vb. kapsayan tekniği (buna tüm-teknik denilmektedir)- halkın, çalışanların, ezilenlerin kültürü olarak kabul eder.<br /><br />Toplumun incelenmesi bakımından, pan-anarşizm tüm sosyolojik yasaları ya da toplumsal evrimi ve gelişmeyi reddetmekte; bunların yerine, sosyo-tekniği, toplumun toplumsal deney yapma, iyileştirme ve yenileme hakkıyla kurulmasını koymaktadır. Teknikçiliğe bürünmüş olan pan-anarşizm, yalnızca tümden ve evrensel anarşi değil, aynı zamanda, şimdiki anarşi anlamına da gelir. Sosyal demokratik evrim ve reform yerine, sosyal devrim sloganını ileri sürer; şu altın anarşist kuralı savunur: Dosdoğru hedefinize gidin!<br />Öyleyse,<br />Yaşasın Pan-Anarşi!<br /><br />Kaynak: Paul Avrich, Kendi Belgeleriye Rus Devriminde Anarşistler, Metis yay, 1992 , sayfa 57-61<br />Çeviren: Celal Kanat </span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-44343756291629102432009-06-15T07:53:00.001-07:002009-06-15T07:53:41.914-07:00Forzalivorno Manifestosu1. Forzalivorno, endüstriyel futbola karşı gelişen bir taraftar hareketidir. Paranın egemenliğinin, sporun ruhunu zedelemesine karşı çıkar. Taraftarları müşteri olarak gören yaklaşımların karşısındadır. Her alanda sporun endüstirileşmesine karşı muhalefet ederek amatör ruhu ve yerelliği savunur!<br /><br />2. Forzalivorno sporda ve yaşamın her alanında ırkçılığa ve her türlü din, dil, ırk, cinsiyet ayrımına karşıdır. Toplumdaki yaygın milliyetçi reflekse karşı ödünsüz bir kardeşlik çizgisini savunur. “Öteki”leştirilerek dışlanan gruplara yönelik, mikro düzeyde de olsa her türlü ayrımcılığa karşı durmayı, yaşamsal bir önemde görür.<br /><br />3. Forzalivorno, dili söylemi ve duruşuyla sporda şiddeti körükleyen egemen anlayışı reddeder. Taraftarın her şeyden önce “güzel futbola” taraftar olduğunu bilerek, futbol endüstrisinin suni bir şekilde körüklemeye çalıştığı gerilimlere karşı, renklerin kardeşliğini savunur. Futbolu çirkinleştirmeyen rakibini alkışlama erdemi gösterenlerin forumu olma iddiasındadır.<br /><br />4. Forzalivorno, takım tutmayı mutluluk sayar; fakat tutulan takımın kutsanmasını reddeder! Taraftarizmin körleştirdiği mevcut taraftar profiline karşıdır. Taraftar gruplarının kendi forumlarına, kendi çevrelerine hapsolmuş tek yanlı bakış açısına karşın, farklı takım taraftarlarının birbirlerini anlayıp ortak hareket edebilecekleri zeminleri yaratma misyonunu üstlenmiştir. Tüm üyelerinden de bu çabayı destekleyecek bir performans beklemektedir.<br /><br />5. Forzalivorno, savunduğu amatör ruhla değer üretimini esas sayar. Bir arada olmanın getirdiği güçle üretkenliği çoğaltmayı ve adilce paylaşmayı savunur!<br /><br />6. Forzalivorno, futbolda ve sporun tüm alanlarında bahis ve şikenin karşısındadır.<br /><br />7. Forzalivorno spor yapma hakkını savunur. Bu amaçla spor salonlarının, pistlerin ve sahaların halkın kullanımına açılmasını talep eder.<br /><br />8. Forzalivorno, sporcuların haklarını bilmek ve savunabilmek için sporcu sendikalarının kurulması düşüncesine destek verir.etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-48184518059040089342009-06-15T07:49:00.000-07:002009-06-15T07:51:19.938-07:00Ekososyalist Bir Manifesto Joel Kovel , Michael LöwyGİRİŞ<br /><br />Bu ekososyalist manifesto fikri, 2001 yılının Eylül ayında Paris yakınlarındaki Vincennes’de ekoloji ve sosyalizm üzerine yapılan bir seminerde Joel Kovel ve Michael Löwy tarafından ortaya atıldı. Hepimiz Gramsci paradoksunun kronik bir örneğinin sıkıntısını çekiyoruz: Eski düzenin gitmekte olduğu (ve uygarlığı beraberinde götürdüğü) ama yenisinin yerine gelmediği bir zamanda yaşıyoruz. Ama en azından bu ilan edilebilir. Üzerimize çöken en ağır gölge ne terör, ne çevrenin tahribatı ne de küresel resesyondur. En ağırı, kapitalist dünya düzenine olanaklı bir alternatifin olmadığını ileri süren içselleşmiş kaderciliktir. Ve biz de, şu andaki kaygı verici uzlaşmayı ve pasif kabullenmeyi kasıtlı olarak reddeden bir dilin bir örneğini kurmayı istedik.<br /><span class="fullpost"><br /><br /><br />Bununla birlikte bu manifesto, ekososyalizm henüz bir hayalet olmadığından ve herhangi bir somut parti ya da hareketin temelini oluşturmadığından, 1848’deki gözüpeklikten yoksun durumdadır. Bu manifesto yalnızca, mevcut krizi ve onu alt etmek için gerekli koşulları okumaya dayalı bir akıl yürütme hattıdır. Her şeyi bildiğimizi iddia etmiyoruz. Aksine, amacımız diyaloga, tartışmaya, düzeltmelere; her şeyden önce de bu düşüncenin nasıl daha iyi idrak edileceğine dair bir kavrayışa yol açmak. Küresel sermayenin kaotik dünyasında sayısız direniş noktası kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yapıları gereği, bunların birçoğu içerik olarak ekososyalisttir. Bunlar nasıl bir araya getirilebilir? “Ekososyalist bir enternasyonal” tasavvur edebilir miyiz? Hayalet ortaya çıkarılabilir mi?<br /><br />MANİFESTO<br /> <br />21. yüzyıl bir felaket belirtisi üzerinde açılıyor: Eşi benzeri görülmemiş bir ekolojik çöküş; ve gezegenin geniş bölgelerine (yani Orta Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika’nın kuzeybatısı) kangren gibi yayılan ve tüm uluslarda yankısını bulan düşük yoğunluklu, parçalara ayırıcı savaş kümeleriyle ve terörle kuşatılmış kaotik bir dünya düzeni.<br /><br /><br />Bizce ekoloji krizleri ve toplumsal çöküntüler birbirleriyle yakından ilişkilidir ve aynı yapısal güçlerin değişik görünümleri olarak değerlendirilmelidir. Ekoloji krizleri büyük ölçüde, yeryüzünün ekolojik istikrarsızlığı zaptetme ve bu istikrarsızlığın etkilerini azaltma kapasitesini aşan dizginsiz sanayileşmeden kaynaklanıyor. Toplumsal çöküntüler ise, yolunun üzerinde duran toplumlarda sebep olduğu parçalayıcı etkilerle beraber emperyalizmin küreselleşme olarak bilinen biçiminden kaynaklanıyor. Üstelik bu temel güçler aslında aynı eğilimin değişik görünümleridir ve bunlar bütünü hareket ettiren esas dinamik olarak görülmelidir: Dünyadaki kapitalist sistemin yayılması.<br /><br />Bu rejimin vahşiliğini örten hafifletmelerin ve propaganda amaçlı yumuşatmaların tümünü reddediyoruz: Sebep olunan ekolojik maliyetlere yeşil dostu gibi bir süs verilmesi, demokrasi ve insan hakları adı altında beşeri maliyetlerin gizlenmesi. Bunun yerine, sermayenin gerçekten ne yaptığını gören bir bakış açısından, ısrarla sermayeye odaklanmanın üzerinde duruyoruz.<br /><br /> <br /><br />Doğaya ve onun ekolojik dengesine dayanarak hareket ediyormuş gibi yapan rejim, kârlılığı sürekli genişletme zorunluluğuyla beraber, ekosistemleri dengeyi bozucu atıklarla karşı karşıya bırakıyor, organizmaların gelişmesini sağlamak için milyarlarca yıl boyunca evrim geçirmiş olan habitatları yok ediyor, kaynakları çarçur ediyor ve doğanın duyulara hitap eden canlığının yerine sermaye birikimi için gerekli olan kaba bir değiş tokuş edilebilirliği koyuyor.<br /><br />Kendi kaderini tayin, topluluk ve anlamlı bir varoluş doğrultusundaki gereklilikleriyle beraber insanlık cephesinden baktığımızda, sermaye dünyadaki insanların çoğunu salt bir emek gücü deposuna çevirirken geriye kalanların büyük kısmını işe yaramayan baş belaları olarak bir kenara atar. Sermaye, tüketimcilik ve depolitizasyondan oluşan küresel kitle kültürü yoluyla, toplulukların bütünlüğünü ihlal etti ve bu bütünlüğün altını oydu. Servet ve güç eşitsizliklerini insanlık tarihinde görülmemiş bir düzeye getirdi. Yozlaşmış ve körü körüne itaat eden bağımlı devletler (buradaki yerel elitler bastırma görevini yürütürlerken ılımlı kimseleri bu eziyetten esirgediler) ağıyla yakın ilişki içinde hareket etti. Kapitalist merkeze itaati sağlamak amacıyla devasa bir askeri aygıtı beslerken, çevrenin özerkliğini ortadan kaldırmak ve onun borç batağına saplanmasına neden olmak için Batılı güçlerin ve süper güç ABD’nin kapsamlı gözetimi altında, bir ulusötesi örgütler ağını harekete geçirdi.<br /><br />Mevcut kapitalist sistemin, yarattığı krizlerin üstesinden gelmek şöyle dursun, bunları düzenleyemeyeceğini düşünüyoruz. Bu sistem ekolojik krizi çözemez çünkü bunu yapmak birikimin önüne sınırlar koymayı gerektiriyor, bu da “Büyü ya da Yok Ol” kuralı üzerine kurulu bir sistem için kabul edilemez bir seçenek. Bu sistem terörün ve şiddete dayalı diğer isyan biçimlerinin yarattığı krizi de çözemez çünkü bunu yapmak imparatorluğun mantığını terk etmek anlamına gelir, bu da büyümeye ve imparatorluğun sürdürdüğü “yaşam biçiminin” tamamına kabul edilemez sınırlar koyar. Sistemin geriye kalan tek seçeneği kaba kuvvete başvurmaktır; bu yolla da yabancılaşmayı artırır ve daha fazla terör tohumu … ve daha fazla kontr-terörizm tohumu eker, böylece faşizmin yeni ve ölümcül bir çeşidine evrilir.<br /><br />Kısacası kapitalist dünya sistemi tarihsel olarak iflas etmiştir. Sistem, alışması imkansız bir imparatorluğa dönüşmüştür ve onun aşırı büyüklüğü, altında yatan güçsüzlüğü ifşa etmektedir. Ekolojinin diliyle, son derece sürdürülemezdir ve temelden değiştirilmelidir, hatta, yaşamaya değer bir gelecek istiyorsak yerine yenisi konmalıdır.<br /><br />Böylece, vaktiyle Rosa Luxemburg’un ortaya attığı yalın seçenek tekrar gündeme geliyor: Ya Sosyalizm Ya Barbarlık! Şu anda barbarlığın yüzü de, yaşanmakta olan yüzyılın damgasını taşıyor ve ekolojik felaketi, terör ve kontr-terörü ve bunların faşist yozlaşmalarını tasvip ediyor. <br /><br />Ancak neden sosyalizm? Onun 20. yüzyıldaki yorumcularının kusurları yüzünden sözüm ona tarihin çöp tenekesine atılmış bu kelimeyi canlandırmak neden? Sadece şu sebepten: Ne kadar yenilgiye uğramış ve gerçekleştirilememiş olsa da, sosyalizm kavramı hâlâ sermayenin yerine geçmeyi temsil ediyor. Eğer sermaye yenilgiye uğratılacaksa (ki bu, uygarlığın kendini sürdürmesi için aciliyeti olan bir iş) netice ister istemez “sosyalist” olacaktır çünkü bu terim kapitalizm sonrası bir topluma geçişi belirtir. Eğer sermayenin kesin olarak sürdürülemez olduğunu ve yukarıda ana hatları çizilen barbarlığa dönüştüğünü söylüyorsak, o zaman sermayenin yol açtığı krizleri alt edebilecek bir “sosyalizm” inşa etmemiz gerektiğini de söylüyoruz demektir. Eğer geçmişteki sosyalizmler bunu başaramadıysa ve biz barbarca bir sona boyun eğmeye karşı çıkıyorsak, başarıya ulaşan bir sosyalizm için mücadele etmek bizim yükümlülüğümüzdür. Luxemburg o tarihî alternatifini dile getirdiğinden bu yana barbarlığın yüzyılımızı yansıtan bir biçimde değişmesi gibi, sosyalizmin adının ve gerçekliğinin de günümüz için uygun olması gerekir.<br /><br />İşte bu sebeplerden dolayı sosyalizm yorumumuzu ekososyalizm olarak adlandırmayı tercih ediyoruz ve kendimizi bunun gerçekleştirilmesine adıyoruz. <br /><br />NEDEN EKOSOSYALİZM?<br /><br />Biz ekososyalizmi ekolojik kriz koşullarında, 20. yüzyıldaki “ilk dönem” sosyalizmlerin inkarı değil gerçekleştirilmesi olarak görüyoruz. Ekososyalizm ilk dönemdeki sosyalizmler gibi, sermayenin geçmiş emeğin somutlaşmış hali olduğu anlayışına dayanır ve kendisini bütün üreticilerin özgür gelişimine ya da başka bir deyişle, üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını tersine çevirmeye dayandırır. Mevcut kapitalist güçlerin beslediği düşmanlık koşullarında azgelişmişliğin çeşitli etkilerini özetlemek dışında, bu amacın ilk dönemdeki sosyalizm tarafından uygulanamadığını biliyoruz, bunun sebepleri de burada ele alınamayacak kadar karışık. Bu kritik durumun mevcut sosyalizmler üzerinde sayısız kötü etkisi oldu (en önemlisi, kapitalist üretimcilik doğrultusundaki bir rekabetle beraber içerideki demokrasinin reddi) ve nihai olarak bu toplumların çöküşüne ve doğal çevrelerinin tahrip olmasına yol açtı.<br /><br />Ekososyalizm ilk dönemdeki sosyalizmin özgürleştirici amaçlarını sürdürür ve hem sosyal demokrasinin yumuşatılmış, reformist hedeflerini hem de sosyalizmin bürokratik biçimlerinin üretimci yapılarını reddeder. Bunun yerine, sosyalist üretimin yolunu ve amacını ekolojik bir çerçevede yeniden tanımlamanın üzerinde durur. Özellikle toplumun sürdürülebilirliği için hayati önemde olan “büyümenin sınırları” konusunda öyle yapar. Şaşırmamak gerekir ki, bunlar kıtlık, sıkıntı ve baskının dayatılması olarak karşılanıyor. Ancak amaç ihtiyaçların dönüşümü ve niceliksel boyuttan uzaklaşılarak niteliksel boyuta doğru keskin bir değişimdir. Meta üretiminin dilinden bu şu anlama gelir: Kullanım değerlerinin değerini değişim değerlerinin üzerinde belirlemek – doğrudan ekonomik faaliyeti temel alan ve geniş kapsamlı bir öneme sahip olan bir tasarı.<br /><br />Ekolojik üretimin sosyalist koşullar altında yaygınlaştırılması mevcut krizlerin alt edilmesi için uygun bir zemin sağlayabilir. Özgür bir biçimde ortaklık kuran üreticilerden oluşan bir toplum kendi demokratikleşmesini sağlamakla yetinmez. Aynı zamanda tüm varlıkları özgürleştirmeyi ilke ve amaç olarak vurgular. Böylece emperyalist dürtüyü hem öznel hem de nesnel olarak yenilgiye uğratır. Böyle bir amacı gerçekleştirerek bütün egemenlik biçimlerini alt etmek için mücadele eder, özellikle de toplumsal cinsiyet ve ırk konusundakileri. Kökten dinci çarpıklıklara ve onların terör şeklindeki görünümlerine yol açan koşulların ötesine geçer. Doğayla, mevcut koşullar altında tasavvur edilemeyecek ölçüde bir ekolojik uyum içinde bir dünya toplumu öneriliyor. Bu eğilimlerin pratik bir sonucu, örneğin sanayi kapitalizminin ayrılmaz bir parçasını oluşturan fosil yakıtlara olan bağımlılığın yok edilmesi şeklinde ifade edilir. Ve bu daha sonra, petrol emperyalizminin boyunduruk altında tuttuğu toprakların serbest kalmasının maddi temelini oluştururken, ekolojik krizin diğer dertleriyle beraber küresel ısınmanın denetim altına alınmasını sağlayabilir.<br /><br />Bu tavsiyeler şunları göz önünde bulundurmadan okunamaz: Birincisi, bunların ne kadar pratik ve kuramsal soru ortaya attıklarını; ve ikincisi ve daha cesaret kırıcı olanı, bunların dünyanın şimdiki görünüşünden ne kadar uzak olduklarını (zira mevcut düzen kurumların içine işlemiş ve bilinçlerde yer etmiş durumdadır). Herkesin derhal farkına varması gereken bu hususları ayrıntılarıyla incelememize gerek yok. Ancak bunların kendilerine özgü bakış açısıyla ele alınmaları gerektiği üzerinde ısrarla duracağız. Bizim tasarımız, ne bu yolda atılan her adımı sergilemek ne de sahip olduğu gücün üstünlüğünden dolayı düşmana boyun eğmektir. Tasarımız mevcut düzen için yeterli ve gerekli bir dönüşümün mantığını geliştirmek ve bu amaca yönelik ara adımları geliştirmeye başlamaktır. Bu imkanlar üzerine daha derinlemesine düşünmek ve aynı zamanda bizimle benzer kaygıları paylaşanlarla birlikte faaliyet yürütmeye başlamak için bunu yapıyoruz. Eğer bu savların bir değeri varsa, benzer düşüncelerin ve bu düşünceleri hayata geçirecek pratiklerin tüm dünya yüzeyindeki sayısız yerde birbirleriyle uyum içinde filizlenmesi gerekir. Ekososyalizm ya enternasyonal ve evrensel olacaktır ya da hiç olmayacaktır. Günümüzdeki krizler devrimci fırsatlar olarak görülebilir ve görülmelidir, bunları açığa vurmak ve yaşama geçirmek de bizim görevimizdir.<br /> Paris, Eylül 2001<br />Çeviren EMRE ERGÜVEN<br /><br /><br />Bu belge şimdiye kadar Fransızca, İspanyolca ve Japonca’ya çevrildi ve halen tüm dünyada dolaşıyor. Eğer burada ileri sürülen görüşü destekliyorsanız ve Manifestoyla ilgili son gelişmelerden haberdar olmak ve/veya gelişimine katkıda bulunmak istiyorsanız jkovel@prodigy.net ya da WSeasby@cs.com adreslerine bir e-posta gönderin. Teşekkürler.<br /><br /><br />Gelecek dergisinin Aralık 2005 sayisinda yayimlanmiştir</span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-35756932366939359062009-06-15T07:48:00.001-07:002009-06-15T07:48:36.459-07:00anarka-feminist manifestoÇevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.<br /><br />Dünyadaki kadınların çoğu kendi yaşamlarını ilgilendiren konularda alınan kararlar [üzerinde] hiçbir hakka sahip değiller. Kadınlar iki çeşit tahakküme maruz kalmaktalar: 1) insanların genel toplumsal tahakkümü, ve 2) cinsiyetçilik [ing. sexism] -cinsiyetleri nedeniyle [karşılaştıkları] tahakküm ve ayrımcılık.<br /><br />Tahakkümün beş ana biçimi var:<span class="fullpost"><br /><br /> * İdeolojik tahakküm; katı kültürel gelenekler, din, reklamcılık ve propaganda yolu ile beyin yıkama [ing. brainwash]. Kavramları manipüle etme, ve kadının duygu ve hassasiyetiyle oynama. Tüm alanlarda yaygın ataerkil ve otoriter davranışlar, ve kapitalist zihniyet.<br /> * Devlet tahakkümü; insanlar arasındaki ilişkilerin çoğunda ve yine sözde özel yaşam'da, yukarıdan aşağıya doğru [olan] emir komuta zinciri şeklindeki hiyerarşik örgütlenme biçimleri.<br /> * Ekonomik sömürü ve baskı; bir tüketici olarak; evde ve kadın işleri'nde düşük ücretli bir işçi olarak.<br /> * Özel alanda olduğu kadar, toplumun kollaması altında da [karşılaşılan] Şiddet --alternatiflerin ve doğrudan fiziki şiddetin olmadığı baskı [durumlarında] dolaylı olarak.<br /> * Örgütlenme yoksunluğu; sorumluluğu ezip geçen, zayıflık ve eylemsizliği yaratan yapısızlığın [ing. structurelessness] tiranlığı.<br /><br />Bu etkenler birarada çalışırlar; ve biri diğerinin devamlılığını beslemek üzere, eşanlı olarak bir kısırdöngü içinde birbirlerini beslerler. Bu çemberi kıracak bir her derde deva [bir çare] yoktur, ama bu kırılmaz da değildir.<br /><br />Anarka-feminizm bir bilinçlilik sorunudur. Gardiyanları işlevsiz kılacak bir bilinçlilik. Özgürleşen bir toplumun ilkeleri, bu nedenle bizim için gayet açık seçiktir.<br /><br />Anarka-femizm kadınların erkeklerle eşit koşullarda bağımsızlığı ve özgürlüğü demektir. Hiç kimsenin bir diğerinden ne daha aşağı ne de daha yukarı olmadığı; hem erkeğin hem de kadının, yani herkesin uyumlu olduğu bir toplumsal örgütlenme ve toplumsal hayat. Bu, özel alanı da kapsamak üzere, toplumsal hayatın tüm seviyeleri için geçerlidir.<br /><br />Anarka-feminizm kişisel konularda bireysel; ve birçok kadını ilgilendiren konularda ise diğer kadınlarla birarada olmak üzere, kadınların kendilerinin karar vermesini ve meselelerini kendilerinin çözmesini ifade eder. Esas olarak her iki cinsi de ilgilendiren konularda ise kadınlar ve erkekler eşit koşullarda karara varmalıdırlar.<br /><br />Kadınlar kendi bedenleri üzerinde kendi kararlarına [ing. self-decision] sahip olmalıdırlar; gebelikten korunma ve doğumla ilgili tüm konular kadınların bizzat kendilerince kararlaştırılmalıdır.<br /><br />Erkek hakimiyetine karşı, kadını sahiplenme ve kontrol etme tutumuna karşı, baskıcı yasalara karşı ve kadının ekonomik ve toplumsal özerklik ve bağımsızlığı için, bireysel ve kolektif olarak mücadele edilmelidir.<br /><br />Kriz merkezleri, kreşler, çalışma ve tartışma grupları, kadının kültürel aktiviteleri vb. şeyler oluşturulmalı; ve [bunlar] kadınların kendi yönlendirmesiyle işletilmelidirler.<br /><br />Her iki [cinsin de] eşit karar alma hakkına sahip olduğu, ve [yine] kişinin bireysel özerkliğine ve bütünlüğüne saygılı, erkek ve kadınlar arasında [kurulacak] özgür birlikler geleneksel ataerkil çekirdek aile'nin yerini almalıdır.<br /><br />Eğitimdeki, medyadaki ve işyerindeki cinsel basmakalıpçılık [bağnazlık] ortadan kaldırılmalıdır. Sıradan işlerde, ev hayatında ve eğitimde işlerin farklı cinsler tarafından köklü bir şekilde paylaşımı uygun bir amaçtır.<br /><br />İş yaşamının yapısı, daha fazla yarım gün [ing. part-time] iş [yaratılması] ile ve toplumda olduğu kadar evde de [ev içinde de] düz bir şekilde örgütlenecek dayanışmayla kökten değiştirilmelidir. Erkeğin ve kadının çalışması arasındaki farklılık ortadan kaldırılmalıdır. Hasta bakımı ve çocuk yetiştirme kadını olduğu kadar erkeği de ilgilendirmelidir.<br /><br />Dişi iktidar [ing. female power] ve kadın başbakanlar, ne kadınların çoğunun amaçlarına ulaşmasına, ne de tahakkümün yokedilmesine yol açabilir. Marksist ve burjuva feministler kadınların özgürlük kavgasını yanlış bir yola sevk ediyorlar. Kadınların çoğu için anarşizm olmadan herhangi bir biçimde feminizm olamaz. Diğer bir deyişle, anarka-feminizm, dişi iktidarın veya kadın başbakanların taraftarı değildir, iktidarın ve başbakanların olmadığı bir örgütlenmenin taraftarıdır.<br /><br />Kadınların [karşılaştığı] iki yönlü tahakküm, iki yönlü bir savaşım ve yine iki yönlü bir örgütlenme gerektirmektedir: bir yanda feminist federasyonlarda, öte yanda ise anarşist örgütlerde. Anarka-feminizm bu iki yönlü örgütlenmede kesişimi [kesişim noktasını] teşkil eder.<br /><br />Ciddi bir anarşizm de aynı zamanda feminist olmak zorundadır; aksi takdirde bu gerçek anarşizm değil, [sadece] ataerkil bir yarı-anarşizm sorunu olur. Anarşizmde feminist özelliği [çehreyi] sağlamak anarka-feminizmin görevidir. Feminizm olmadan anarşizm olamaz.<br /><br />Anarka-feminizm'deki önemli nokta değişimin yarın veya devrimden sonra değil, hemen bugün başlaması gereğidir. Devrim sürekli olmalıdır. Günlük yaşamın içindeki tahakkümü ayırd ederek bugün başlamalıyız, ve bu modeli [kalıbı] hemen burada ve hemen şimdi kıracak bir şeyler yapmalıyız.<br /><br />Ne arzuladığımıza ve ne yapmamız gerektiğine ilişkin karar verme hakkını herhangi bir lidere devretmeden, kendimiz özerk olarak hareket etmeliyiz; kararlarımızı, kişisel konularda tamamen kendimiz, tamamı ile dişil konularda diğer kadınlarla beraber, ve ortak konularda ise erkek yoldaşlarla birlikte almalıyız. <br /><br />ÇEVİRİ: Anarşist Bakış<br />Kaynak: "Anarchafeminist Manifesto" (the Anarchafeminist International'den - fransızca aslı Manifeste Anarchofeministe''den çeviri) </span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-35856007670667576982009-06-15T07:23:00.000-07:002009-06-15T07:24:27.848-07:00Zorunlu Askerliğe Karşı Manifestoİnsanlık adına; savaş suçları tarafından tehdit edilen tüm siviller, özellikle kadınlar ve çocuklar için; savaştan ve savaş hazırlıklarından zarar gören Doğa 'nın yararına...<br /><br />Biz aşağıda imzası bulunanlar, tam silahsızlanma doğrultusunda büyük ve kesin bir adım olarak zorunlu askerliğin evrensel olarak ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Biz 20. yüzyıl hümanistlerinin mesajını hatırlıyoruz:<br /><br />"İnancımız odur ki, büyük profesyonel subay birlikleri ile beraber, zorunlu askerlerden oluşan ordular barış için büyük bir tehdittir. Zorunlu askerlik insan kişiliğinin alçaltılmasına ve özgürlüğün yok edilmesine yol açar. Adaletsiz ve akıl dışı olan kışla hayatı, askeri talimler, emirlere körü körüne itaat ve kan dökmek için tasarlanmış bir eğitim, bireye, demokrasiye ve insan yaşamına saygıyı yerle bir eder.<br /><br />İnsanları yaşamlarından vaz geçmeye zorlamak ya da kendi iradelerine karşıt olarak veya kendi eylemlerinin doğruluğu konusunda herhangi bir kanaate sahip olmaksızın onları ölüme sürmek, insanın sahip olduğu değeri hiçe saymaktır. Yurttaşlarını savaşa katılmak için zorlamak yetkisine sahip olduğunu düşünen Devlet, onların barış içindeki yaşamlarının değerine ve mutluluğuna gereken saygıyı asla tam olarak göstermeyecektir. Üstelik, zorunlu askerlik vasıtasıyla, saldırganlığın militarist ruhu, erkek nüfusun tamamına en çok etkilenebilecekleri bir yaşta aşılanır. Erkekler, savaşa hazırlanarak, savaşı kaçınılmaz ve hatta arzu edilir bir şey olarak düşünme noktasına gelirler." (1)<br /><br />"Zorunlu askerlik, bireysel kişilikleri militarizme tabi kılar. Bu köleliğin bir biçimidir. Ulusların düzenli olarak buna katlanıyor olması, tam da onun sindirici etkisinin bir başka kanıtıdır.<br /><br />Askeri eğitim, ruhun ve bedenin, öldürme sanatında terbiye edilmesidir. Askeri eğitim savaş eğitimidir. Savaş ruhunun daimi kılınmasıdır ve barış arzusunun gelişmesini engeller." (2)<br /><br />Biz tüm insanları, kendilerini militer sistemin tahakkümünden kurtarmaya ve bunun için de Mahatma Gandhi ve Martin Luther King çizgisinde şiddetten arınmış direniş yöntemlerine başvurmaya, yani vicdani redde, sivil itaatsizliğe, savaş vergilerini reddetmeye, askeri araştırma, üretim ve ticaret ile işbirliğini reddetmeye teşvik ediyoruz.<br /><br />İçinde bulunduğumuz elektronik savaş ve medya manipulasyonu çağında, vicdanımıza uygun olarak ve zamanında eyleme sorumluluğumuzu reddedemeyiz. Zihinlerimizi ve toplumlarımızı militarizmden arındırmanın, savaşa ve ona yönelik bütün hazırlıklara karşı sesimizi yükseltmenin tam zamanıdır.<br /><br />Artık eylem zamanıdır, artık yaratmak ve başkalarının yaşamlarını koruyacak bir biçimde yaşamak zamanıdır.<span class="fullpost"><br /><br /><br />--------------------------------------------------------------------------------<br />1 Zorunlu Askerliğe Karşı Manifesto,1926; imzacılar arasında başkalarının yanısıra şu isimler de yer almıştır: Henri Barbusse, Annie Besant, Martin Buber, Edward Carpenter, Miguel de Unamuno, Georges Duhamel, Albert Einstein, August Forel, M.K. Gandhi, Kurt Hiller, Toyohiko Kagawa, George Lansbury, Arthur Ponsonby, Leonhard Ragaz, Romain Rolland, Bertrand Russell, Rabindranath Tagore, Fritz von Unruh, H.G. Wells<br />2 Zorunlu Askerliğe ve Gençliğin Askeri Eğitimine Karşı Manifesto, 1930; imzacılar arasında başkalarının yanısıra şu isimler de yer almıştır: Jane Addams, Paul Birukoff and Valentin Bulgakoff, John Dewey, Albert Einstein, August Forel, Sigmund Freud, Toyohiko Kagawa, Selma Lagerlöf, Judah Leon Magnes, Thomas Mann, Ludwig Quidde, Leonhard Ragaz, Henriette Roland Holst, Romain Rolland, Bertrand Russell, Upton Sinclair, Rabindranath Tagore, H.G. Wells, Stefan Zweig<br /><br />Zorunlu Askerliğe ve Militarist Sisteme Karşı M, 1993 yılında Türkiye'de yapılan Uluslararası Vicdani Retçiler Toplantısı'nda (International Conscientious Objectors Meeting-ICOM) hazırlanmıştır. ICOM 1981 yılından bu yana düzenlenen ve dünyanın çeşitli bölgelerinden vicdani retçileri bir araya getiren yıllık bir toplantıdır. Türkiye'de gerçekleştirilen 1993 toplantısına 19 ülkeden 85 katılımcı ve aşağıdaki manifesto bu uluslar arası platformda hazırlanmıştır.<br /><br />Savaş karşıtı mücadele tarihinde daha önce üç manifestoya rastlıyoruz. Bu manifestolar 1919, 1926 ve 1930 tarihli olup, iki dünya savaşı arasında kalan yıllarda hazırlanmış ve uluslararası bir yaygınlık kazanarak aralarında Albert Einstein, M.K. Gandhi, Bertrand Russell, H.G. Wells, Sigmund Freud, Stefan Zweig gibi isimlerin de yer aldığı pek çok bilim insanı, sanatçı ve entellektüel tarafından imzalanmıştır. 1993'te Türkiye'de hazırlanan manifesto, göreceğiniz gibi, asıl olarak 1926 ve 1930 manifestolarından derlenmiştir.<br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-3445095329674312412009-05-25T06:46:00.001-07:002009-05-25T06:49:15.397-07:00DEVRİMCİNİN ANAHTAR KİTABI - naçayevI. Genel Örgüt Kuralları<br /><br />(1) Örgütün yapısı bireysel güvene dayanır.<br /><br />(2) Örgütleyici, tanıdıkları arasından (kendisi de dahil) beş ya da altı kişi seçer ve her biriyle tek tek konuştuktan ve her birinin rızasını sağlama bağladıktan sonra onları biraraya getirir ve kapalı bir hücreyi oluşturur.<br /><br />(3) Örgütün işleyişi meraklı gözlerden gizlenir, bu nedenle hücrenin tüm bağlantıları ve etkinlikleri herkeslerden gizli tutulur, tabii kendi üyeleri ve merkez hücre hariç, hatta örgütleyici, merkez hücreye belirli günlerde eksiksiz raporlar sunar.<br /><br />(4) Üyeler, hazırlık çalışmasının yapılması gereken bölge, toplumsal sınıf, ya da çevre hakkındaki bilginin temel alınmasıyla oluşturulmuş belirli bir plan dahilinde uzmanlaştıkları konuda görevlerini üstlenirler.<br /><br />(5) Bir örgüt üyesi hemen kendi etrafında ikinci dereceden bir hücre kurar. Bu yeni kurulan hücreyle ilişkisi içinde önceki hücre bir merkez hücre rolündedir, ilk örgütün tüm üyeleri de (ya da, ikinci dereceden hücrelerle ilgili olarak düşünüldüğünde, örgütleyiciler) kendi hücrelerinde sağlanan istihbarat toplamını kendilerinden bir üstteki hücreye sunarlar.<br /><br />(6) Dolaylı olarak da eşit derecede yönetilebilecek tüm şu insanlar konusunda, yani, diğer insanlar arasında, dolaysız yöntemlerle örgütlenmeme ilkesi en yüksek titizlikle yerine getirilmelidir.<br /><br />(7) Örgütün genel ilkesi ikna etmeye kalkışmak değildir, yani, bir kimseyi kendine bağlamaya çalışmak değil, hali hazırda gözönünde bulunan kuvvetleri birbiriyle birleştirmek, hedefiyle ilgisi olmayan tüm tartışmaları bertaraf etmektir.<br /><br />(8) Üyeler örgütleyicilere bağımlı hücrelerin işiyle ilişkisiz sorular sormazlar.<br /><br />(9) Üyelerin örgütleyiciyle tüm samimiyeti davanın başarıyla ilerlemesi temelindedir.<br /><br />(10) İkinci dereceden hücrelerin biçimlenmesi sırasında, daha önce örgütlenmiş hiicreler onlarla ilişkili olarak merkezler haline gelirler ve toplumun düzenlemeleri ile içinde yer aldıkları bölgedeki etkinliklerinin ayrıntılı bir programıyla sunulurlar.<span class="fullpost"><br /><br />Bölüklerden Oluşan Şebekenin Genel ilkeleri<br /><br />(1) Bölüklerin amacı örgütün çalışmalarının ve ortak davanın gizliliğinin ekstra bir garantisi olarak kullanımlarının bağımsızlığını ve özerkliğini sağlamaktır.<br /><br />(2) Bu bölükler öncelikle komitenin onayıyla ve şebeke tarafından yetki verilmiş iki veya üç kişiden oluşurlar. Örgütün genel ilkeleri temelinde, yalnızca, komitenin görüşünce gereksinimlerini tam olarak karşılayan hücrelerden bir grup seçerler. Şebeke ile bağlantı örgütleyici aracılığıyla kurulur.<br /><br />(3) Hücreler arasından bir bölüğün üyeliğine seçilen kişiler ilk toplantıda: a)kararlaştırılmış şekillerde, kollektifçe, üstlerinin sesine tam bağlılıkla eyleyeceklerine ve bölüğü sadece komitenin talimatları doğrultusunda daha derin saflara katılmak amacıyla terk edeceklerine; b)aynı zamanda dış dünyayla her türlü ilişkilerinde zihinlerinde yalnızca toplumun iyiliğini taşıyacaklarına, ant içerler.<br /><br />(4) Kişiler yalnızca birkezliğine bir bölüğün üyeliğine seçilebilirler. Rakam altıya ulaştığında bölük komitenin talimatlarıyla gruplara bölünür.<br /><br />(5) Kırtasiye işinin sorumluluğunu almak için, raporların derlenmesi için, komite üyelerinin ve tüm bölükle ilgili diğer temsilcilerin kabulü ve atılması için bir kişi beraberce seçilir. Aynı kişi belgeleri ve demirbaşları korur ve adresleri elde tutar.<br /><br />(6) Diğer üyeler hazırlık çalışmalarını belirli bir sınıfta ya da çevrede yürütme görevini üstlenirler ve genel ilkeler uyarınca örgütlenmiş kişiler arasından kendilerine yardımcılar seçerler.<br /><br />(7) Genel ilkelere göre örgütlenmiş tüm kişiler toplumun ereğine varması amacıyla gerekli girişimlerde bulunmak için araçlar ya da ifadeler olarak görülürler ve kullanılırlar. Bu nedenle bölüğün yerine getireceği tüm işlerde bu iş ya da girişim için yapılan planın ana yapısı yalnızca bölük tarafından bilinmelidir; işi yerine getiren kişiler hiçbir durumda işin gerçek doğasını bilmemelidirler, fakat yalnızca kendi paylarına düşen parçalarını ve ayrıntılarını bilmelidirler. Coşkularını harekete geçirmek için işin doğasını yanlış ışıktan yansıtmak yaşamsal önemdedir.<br /><br />(8) Üyeler tasarladıkları girişimlerin planlarını komiteye bildirirler ve ancak komitenin onayından sonra uygulamaya geçebilirler.<br /><br />(9) Komitenin önerdiği bir plan anında uygulanır. Komitenin bölüğün gücünü aşan taleplerde bulunmasını önlemek için, bölüğün durumuna dair olabildiğince titiz ve kusursuz bir dosya bölüğün komiteyle bağlantı kanallarından aktarılır.<br /><br />(10) Bir bölük bağımlı hücreleri teftiş etmek ve onları yeni örgütler kurmak üzere yeni bölgelere sevk etmek için üyelerini gönderebilir.<br /><br />(11) Finansal kaynaklar sorunu son derece önemlidir:<br /><br />a) üyeler ve, sempatizanlardan sözlü olarak dile getirilmiş bağışlar miktarında doğrudan haraç toplamak;<br />b) sempatizan olmasalar da tüm tabakalarda yer alan insanlardan olası bahanelerle dolaylı bir haraç toplama;<br />c) farklı amaçlar için düzenlenmiş süsü vererek konserler, geceler düzenlemek;<br />d) özel bireylerle ilgili çeşitli girişimler; bölüğün, gücünü aşan başka daha hırslı yöntemler kullanması yasaktır, ve yalnızca komitenin talimatları doğrultusunda bölük böyle bir planı yürürlüğe koyabilir;<br />e) toplanan paraların üçte biri komiteye gitmelidir.<br /><br />(12) Bir bölüğün etkinliklerine başlaması için gerekli olan koşullar arasında şunlar yer alır:<br /><br />a) hücre evlerinin oluşturulması;<br />b) seyyar satıcılar, fırıncılar vb. Çevrelere zeki ve pratik adamların sızdırılması;<br />c) şehir dedikoducularından, orospulardan ve dedikoduların toplandığı ve yayıldığı diğer özel yerlerden bilgi;<br />d) polisten ve eski katiplerden bilgi;<br />e) toplumun suçlu denilen öğeleriyle ilişkilerin kurulması;<br />f) üst tabakadan insanlar üzerinde kadınlar aracılığıyla etki kurmak;<br />g) tüm olası biçimlerde sürekli propaganda.<br /><br />Bu kopya dolaşıma sokulmaz ve bölükte saklanır.<br /><br />II. Devrimciye Kılavuzluk Etmesi Gereken İlkeler<br />Devrimcinin Kendisine Karşı Tutumu<br /><br />(1) Devrimci adanmış bir insandır. Kişisel çıkarları, işleri, duyguları, bağlılıkları, kişisel eşyaları, hatta kendi adı bile yoktur. Ondaki herşey, biricik tek bir çıkar, tek bir düşünce, tek bir tutku –devrim tarafından özümlenmiştir.<br /><br />(2) Varlığının en derinliklerinde, yalnız sözlerde değıl ama eylemlerinde de, uygar düzenden ve tüm o yasalarıyla, töreleriyle, toplumsal uzlaşmalarıyla ve etik kurallanyla kültürlü dünyadan bütün bağlarını koparmıştır. Bu dünyanın amansız bir düşmanıdır, ve onun içinde yaşamayı sürdürüyorsa eğer bu sadece onu daha etkili bir biçimde yıkabilmek içindir.<br /><br />(3) Devrimci, doktrinciliği tümüyle horgörür ve gelecek kuşaklara bırakmak üzere dünya bilimlerini reddetmiştir. Bildiği yalnızca tek bir bilim vardır, yoketmek01 bilimi. Bu ereğe, yalnızca bu ereğe varmak için, mekanik, fizik, kimya ve belki tıp çalışacaktır: insanlar, ıraları ve durumları, ve mevcut toplumsal düzenin tüm olası katmanlarındaki bütün özellikleri. Biricik ve sabit hedefi bu pespaye düzenin derhal yokedilmesidir.<br /><br />(4) Kamuoyunu horgörür. Tüm dışavurumları ve ifadeleriyle varolan toplumsal etiği horgörür ve ondan iğrenir. Onun için, devrimin zaferine yardım eden herşey ahlakidir. Devrimin yolunu kesen herşeyse ahlakdışıdır ve suçtur.<br /><br />(5) Devrimci adanmış bir insandır, devlete ve genel olarak eğitimli ve ayrıcalıklı tüm topluma karşı acımasızdır; ve onlardan da hiçbir merhamet beklememelidir. Onlarla devrimci arasında, ilan edilmiş ya da edilmemiş, sürekli ve uzlaştırılamaz bir ölüm kalım savaşı vardır. Devrimci kendisini işkenceye dayanabilecek şekilde disipline etmelidir.<br /><br />(6) Kendisine karşı sert olduğu gibi, başkalarına karşı da sert olmalıdır. Her türlü şefkat belirtisi, akrabalık, dostluk, sevgi, minnettarlık hatta onur gibi yumuşatıcı duygular devrimci davaya duyulan tek amaçlı ve soğuk bir tutkuyla tamamen söndürülmelidir. Devrimci için yalnızca tek bir doyum, tek bir avunma, tek bir sevinç ve tek bir kıvanç vardır -devrimin başarısı. Gece gündüz tek bir düşünceyi tek bir amaca taşımalıdır -amansız yoketme eylemi. Bu amaç uğruna soğukkanlıca ve yorulmadan çalışırken, bizzat kendisinin ölümüne ve amacın gerçekleşmesini engelleyen herşeyi kendi elleriyle yoketmeye hazırlıklı olmalıdır.<br /><br />(7) Gerçek devrimcinin doğasında herhangi bir romantizme, herhangi bir duygusallığa, kendinden geçmeye veya esrikliğe yer yoktur. Kişisel öç ya da düşmanlık için de yer yoktur. Zihninin değişmez bir durumu haline gelen devrimci tutku, her an soğuk hesaplamalarla içiçe geçmelidir. Her zaman ve her yerde kendi kişisel eğilimlerinin gerektirdiği değil, devrimin genel çıkarlarının gerektirdiği kişi olmalıdır.<br /><br />Devrimcinin Devrimdeki Yoldaşlarına Karşı Tutumu<br /><br />(8) Devrimci yalnızca pratikte onun kadar devrimci olduğunu göstermiş birisine sevgiyle yaklaşır ve onu dostu kabul eder. Dostluğunun kapsamı da, yoldaşlarına karşı yükümlülükleri ve bağlılığı da, yalnızca yoldaşlarının devrimci yıkımın pratik işlerindeki yararlılıklarının derecesine göre belirlenir.<br /><br />(9) Devrimcilerin arasında dayanışmanın gerekliliği apaçıktır. Orada devrimci çalışmanın tüm sertliği bulunur. Devrimci kavrayış ve tutkunun aynı derecesini paylaşan bütün devrimci yoldaşlar, mümkün olduğunca, beraber tiim önemli meseleleri tartışmalı ve ortak kararlar almalıdırlar. Ancak, bu şekilde tasarlanmış bir planı yerine getirirken, herkes olabildiğince kendisine güvenmelidir. Bir dizi yıkıcı eylem gerçekleştirilirken, herkes kendi adına hareket etmeli ve (planın) başarısı için gerekmediği sürece yoldaşlarına yardım ve öneri için başvurmamalıdır.<br /><br />(10) Her yoldaş kendi altında çok sayıda ikinci ve üçüncü ulamdan devrimciler bulundurmalıdır, bunlar da, grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilmeyen yoldaşlardır. Onları devrimci bir sermayenin kendi hizmetine verilmiş ortak fonunun parçaları olarak görmelidir. Her zaman mümkün olan en yüksek yararı sağlamaya çalışarak sermayedeki kendi hisselerini en ekonomik biçimde kullanmalıdır. Kendisini de devrimci hedefe tahsis edilmiş bir sermaye olarak görmelidir; fakat grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilen yoldaşların tam katılımı olmaksızın serbestçe elden çıkaramayacağı bir sermaye.<br /><br />(11) Bir yoldaşın başı belaya girdiğinde, devrimci, o yoldaşın kurtarılmasının gerekip gerekmediğini kararlaştırırken, kişisel duygularıyla değil devrimci amaç için iyi olan açısından düşünmelidir. Bu nedenle, bir tarafta, devrimcinin yararlılığını, ve öbüründe de, onun kurtuluşu için harcanması gerekecek devrimci enerji miktarını tartmalı, ve hangisinin daha ağır çektiğini belirlemelidir.<br /><br />Devrimcinin Topluma Karşı Tutumu<br /><br />(12) Kendisini sözlerde değil ama eylemde kanıtlamış yeni bir üyenin kabulü, yalnızca herkesin onayıyla kararlaştırılabilir.<br /><br />(13) Devrimci; devlet, sınıf, ve sözde kültür diinyasına salt onun hızlı ve toptan yıkımına inandığı için girer ve içinde yaşar. Eğer bu dünyanın herhangi bir öğesine karşı acıma duyuyorsa o bir devrimci değildir. Eğer yapabilirse, bir konumun, bir ilişkinin, ya da bu dünyanın bir parçası olan herhangi bir kişinin yokedilmesiyle yüzleşmelidir -herşey ve herkes onun için. eşit derecede tiksinçtir. Bu dünyada ailesi, arkadaşları, ve sevdiği olması onun için tümüyle kötüdür; eğer bu insanlar onu engelleyebiliyorsa o bir devrimci değildir.<br /><br />(14) Amansız yıkımı amaçlarken, bir yandan da olduğundan başka biriymiş gibi yaparken, devrimci, toplumun içinde yaşayabilir ve hatta bazen yaşamalıdır. Devrimci her yere sızmalıdır: alt ve orta sınıfların arasına, tecim-evlerine, kiliseye, zenginlerin konaklarına, bürokrasi dünyasına, askeri ve yazınsal dünyaya, Uçüncü Şubeye (Gizli Polis), ve hatta Kışlık Saraya.<br /><br />(15) Tüm bu bozuk toplum çeşitli ulamlara ayrılmalıdır: ilk ulam derhal ölüme mahkûm edilecekleri içerir. Devrimci topluluk, devrimci amacın ilerleyişine verebilecekleri zararı ve ortadan kaldırılacaklarını ölçü alarak, bu insanların bir listesini hazırlamalıdır.<br /><br />(16) Bu listelerin hazırlanmasına ve yukarıda değinilen düzenlemenin kararlaştırılmasına kılavuzluk eden ilke, ne kişinin bireysel alçaklık eylemleri, ne de toplum veya halk arasında kışkırttığı nefret olmalıdır. Bu alçaklık ve doğurduğu nefret, yine de, gerekli kişisel isyanı teşvik ettiği sürece, bir noktaya kadar yararlı olabilir. Kılavuzluk eden ilkeyse kişinin ölümünün devrimci amaca ne denli hizmet edeceğinin, yeterince geri dönüp dönmeyeceğinin ölçüsü olmalıdır. Bununla beraber, ilk elde özellikle devrimci örgüte zararlı olan herkes, ani ve şiddetli ölümleri hükümet katında en yüksek korkuyu uyandıracak olanlar, ve ölümleriyle hükümeti en zeki ve enerjik figürlerinden yoksun bırakıp, onun sağlamlığını gölgeleyecekler ortadan kaldırılmalıdır.<br /><br />(17) İkinci ulam; sırf hayvanca davranışları insanları kaçınılmaz isyana süreklediği için ölüm fermanı geçici olarak ertelenenleri içerir.<br /><br />(18) Üçüncü ulam üst tabakadan sığırlar sürüsüne ya da hiçbir özel zekaya, enerjiye sahip olmayan ancak konumları gereği; bolluğun, bağıntıların, nüfuzun ve iktidarın tadını çıkaranlara aittir. Her olası yolla ve biçimle sömürülmelidirler; ağa düşürülmeli ve yanıltılmalıdırlar, ve kirli sırları hakkında öğrenebildiğimiz kadarını öğrendiğimizde, köleleştirilmelidirler. İktidarları, nüfuzları, bağıntıları, zenginlikleri ve enerjileri böylece tükenmez bir hazine odası ve çeşitli girişimlerimiz için etkili bir yardım haline gelir.<br /><br />(19) Dördüncü ulam siyasi olarak istekli kişileri, çeşitli anlayışlardaki özgürlükçüleri içerir. Sayelerinde, onların kendi programlarına uygun davranarak, gerçekte onları kontrol altında tutarken onları körce izliyormuşuz izlenimi yaratarak komplolar kurabiliriz. Bütün sırları öğrenilmeli ve geri dönüşsüz biçimde bulaşana dek en aşırı derecede tehlikeye sokulmalıdırlar, böylece devletin düzenini bozmak için çalıştırılabilirler.<br /><br />(20) Beşinci ulam doktrincileri, komplocuları, devrimcileri, yazılı veya sözlü boş nutuklara kendini kaptırmış olanları içerir. Sürekli, pratik içerikli şiddet bildirileri yapmaya teşvik edilmeli ve zorlanmalıdırlar. Bunun sonucunda çoğunlukları hiçbir iz bırakmadan kaybolur ve gerçek devrimci kazanım az bir kısımlarından sağlanır.<br /><br />(21) Altıncı ve önemli bir ulam da, kadınlardan oluşanıdır. Üç ana tipe ayrılmalıdırlar: Birincisi, şu önemsiz, düşüncesiz, yavan, aynı üçüncü ve dördüncü ulamdan erkekler gibi kullanabileceğimiz kadınlardır; ikincisi, ateşli, yetenekli ve sadık, ancak henüz bir gerçek, soğukkanlı ve pratik devrimci anlayışı kazanmadıkları için bizden olmayan kadınlardır, bunlar beşinci ulamdaki erkekler gibi kullanılmalıdırlar; ve son olarak, tümüyle bizimle olan kadınlar vardır, yani, grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilen ve programımızı eksiksiz kabul edenler. Bu kadınları, hazinemizin en değerlileri olarak görmeliyiz, yardımları olmasaydı hiçbir şey yapamazdık.<br /><br />Topluluğumuzun Halka Karşı Tutumu<br /><br />(22) Topluluğumuzun tek bir emeli vardır -halkın, yani sıradan emekçilerin, tam olarak özgürleşmesi ve mutluluğu. Ancak, özgürleşmelerinin ve mutluluğun sağlanmasının ancak tümüyle yıkıcı bir halk devrimiyle gerçekleşebileceğini bilerek, topluluğumuz tüm gücünü ve tüm kaynaklarını bu sıkıntıların ve kötülüklerin kuvvetlenmesini ve artışını sağlamak için kullanacak, sonunda halkın sabrını kıracak ve onu bir halk devrimine sürükleyecektir.<br /><br />(23) "Halk Devrimi" derken topluluğumuz klasik Batılı modele uygun düzenli bir hareketi kastetmiyor –bu hareket, mülkiyet nosyonuyla ve sözde uygarlık ve ahlakın geleneksel düzeniyle her zaman kısıtlanmış, şimdiye dek kendisini yalnızca bir siyasi yapıyı yıkıp yerine yenisini getirmekle sınırlandırmış ve böylece sözde devrimci devleti yaratmaya çalışmıştı. Halkı kurtarabilecek tek devrim tüm devlet sistemini kökünden söküp atan ve Rusya’daki tüm rejimin ve sınıfların tüm devlet geleneklerinin kökünü kazıyacak olan devrimdir.<br /><br />(24) Bu nedenle topluluğumuzun halka hiçbir örgütlenmeyi yukarıdan dayatmak tasarısı yoktur. Her türlü gelecek örgütlenmesi hiç kuşkusuz halkımızın hareketinin ve yaşamın içinde biçimlenecektir, ancak bu daha çok gelecek kuşaklar için bir görevdir. Bizim görevimiz yıkımdır; korkunç, tam, evrensel, ve acımasız bir yıkım.<br /><br />(25) Bundan dolayı, halka yaklaşırken, herkesten çok günlük yaşamın, Moskova'da devlet iktidarının daha ilk kurulduğu günden beri, yalnızca sözlerde değil eylemde de, devletle doğrudan veya dolaylı bağlantısı olan herşeye karşı, soyluluğa karşı, bürokrasiye karşı, papazlara karşı, esnaflar loncasının dünyasına karşı ve eli sıkı köylü vurguncularına karşı protest davranmaktan geri durmayan öğeleriyle ellerimizi birleştirelim. Ve Rusya’aki biricik hakiki devrimciler olan cesur haydutlar dünyasıyla da ellerimizi birleştirmeliyiz.<br /><br />(26) Bu dünyayı tek bir yenilmez ve tümüyle yıkıcı kuvvetle örmek –tüm örgütümüzün, komplomuzun, ve görevimizin amacı budur.<br /><br />01 'yıkmak, yoketmek, yıkım' sözcükleri 'destroy, destruct, destruction'ı karşılamak için<br /><br />http://fuckyourtv.blogspot.com/2008/11/devrimcinin-anahtar-kitabi.html<br /> </span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-72132736995669706702009-05-22T04:24:00.000-07:002009-05-25T06:37:33.650-07:00Teknoloji ve Uygarlık Karşıtı Çılgınlar- Manifestosu<span style="font-weight:bold;">Fütürist Saldırı<br />18 Haziran, 2007<br />Feral Faun</span><br /><br />Fütürist Saldırı, halen bir çok benin ironik ve samimi örgütsüz şizofrenik dalgalanmalarıdır. Fütürist’ler gibi, bizler de geçmişe karşı saldırıya geçiyoruz fakat onların saldırılarının sınırlarının farkında olarak, ama kısıtlı saldırılarının ironik maskaralığında ve ayrıca kendimizi hayal edilemeyen yeni yaşam galaksilerinin yaratıcıları haline gelmek için uğraşmak yerine geçmişin hayal edilemeyen altın çağına dönme hasretini çeken nostaljik primitivist teknoloji ve uygarlık karşıtı çılgınların sisli gözlerinden ayırt etmek için, adlarını onları şereflendirmek için çalmıyoruz. Onlar da geçmişten gelen ölü birer ağırlıktırlar ve her zaman öyleydiler. Fütüristler geçmişi retlerinde başarısız olmuşlardır çünkü onlar bugünü ve geleceği kucaklamaktadırlar. Fakat gerçek olmayan bugünde bizler geçmişin saf bir şekilde en yüksek noktasını –tüm olmuş olanların toplamını- deneyimliyoruz. Teknoloji de sadece geçmiştir ve gayretleri bize musallat olur ve köleleştirir. Uygarlık mı? Ağzının suyu akan pürtüklü suratı olan dermansız bunaklık, bizi tiksindirir. Teknolojinin fütürist yüceltisi tüm yaşamın üzerinde geçmişin saltanatının yüceltilmesidir. Ve gelecek sadece bugünün ve geçmişin genişletilmesi olarak var olduğundan beri, yok edilmek zorundadır. Fütürist Saldırı fütürizme her biçimiyle saldırır. Bizler zamana ve onun tüm projelerine ve ürünlerine saldırırız. Bizler zamansızlığın yaratımına başladık; kökenleri sevindirici bir şekilde unutulmuş olan abide olmayan ama toz içinde oynanabilen oyuncakların harabesinin yaratımına başladık; kendi kendini yaratan yaşamla birlikte bereketli ormanların ortasında ufalanan bir taş, paslanan bir metal ve her birimizin yaşamlarının her anı bilinçli bir şekilde ve tutkuyla hiç bir geçmiş, bugün veya gelecek düşüncesiyle –ki bu doğru olarak hakikidir—yaratılamayan geçmişin/bugünün/geleceğin kalanı olan bir dünyanın yaratımına başladık.<br /><span class="fullpost"><br />Fütürist Saldırı’nın kültürel kalıtımları korumada her ne olursa olsun bir ilgisi yoktur. Kalıtımları korumak sadece tüm kalıtımlar yöneten güçlere ait olduğundan beri onlara hizmet eder. Gönülden unutulmuş bir canavarın çürümesiyle birlikte vahşi ve dağınık bir orman –ölü bir uygarlık- her biri birer uygarlık olan köleleştirmeye ve insan kurban edilmesine abidelerin inşa edilmesi ve uygun bir şekilde uydurulması ile tertemiz olarak budanmış bir çimenlikten daha geniş bir oyun alanı yaratır…Tüm müzeler ve ölü ucubelerin övülmesindeki retoriğe yüksek saygı yıkılsın—geçmişin bu batıl inançlı övgüsü yok olsun! Anıtlara Hayır! Kendi vaktinden önce doğmuş çocuklarını tamamen kapsayan geçmişi yok et: yaşamlarımızı tahakküm altına alna gerçek olmayan bugünü ve üstü pasla kaplanmış geleceği yok et! Bizler kendimiz için hiçbir şeyden yarattığımız bir şeyden daha küçük olan şeyden daha yüceyiz…Şimdi bizler harabeler yaratacağız…Ve sonra yeni ve hayal edilememiş olanı…<br /><br />Benim dünyadaki yerim: Düşman, Yabancı, Göçebe olmaktır…Hatta “alternatif” kültürlerin dünyasında bile benim yerim budur. Saldırım birleşik ve şifreli bir dünya isteyen herkese yöneliktir. Tüm kodlamaları reddettiğimden dolayı ben bir yıkıcıyım. Neşeyle, Saldırmak zorunda olduğum için suç işlerim ve saldırırım! Hileleri açığa çıkartırım, acımasızca dalga geçerim, ve aptallardan seve seve düşman edinirim. Eğer yalnız isem, bunun nedeni diğerlerinin kendi kendine yaratılan yaşamın havansı temizlemek için geçmişe batıl olarak ibadet edilmesi batağına tercih ederek tırmanmaya korktuğu bir doruk noktasında olduğumdur.<br /><br />Enkazlar hayret verici ve şaşırtıcı oyun alanlarıdırlar. Güzellikleri geçmişte ne olmuş olduklarıyla değil, şu an ne oldukları ve ne olabileceğinden gelir. Çok fazla harabe kristalize edilmiş kültürlerin koruyucuları tarafından korunmaktadır. Özgür oyuna izin yoktur. Çünkü hepsinin ölü kültürleri şereflendirdiği düşünülür –peki ama ölü neden şereflendirilir ki? Her şey ölür- Bunda bir şeref yoktur. Harabeler harap olmadan önce, hepsi baskı, saplantı, hurafe ve en unutulmuş olan ahmaklık için yapılmış anıtlardır. Fakat harabeler olarak, onlar çok güzeldirler—harabeler geçmişteki şanlarının sembolleri değildirler fakat uygarlık bataklığının dışındaki yaşam için olasılıkların işaretidirler. Harabelerin ortasında oyun oynamak – bir zamanlar tüm yabanılı zaptetmeye çalışmış olan uygarlığın ortasında vahşiye gitmek—gerçekten mükemmel bir şeydir. Ama harabeler yaratmak en iyisidir! Uygarlık varoldukça –toplum çoğu insanın yaşadığı şekilde yaşamasını sağladıkça—en yaratıcı eylem harabelerin yaratımı olacaktır. Geceleri çarpışmalar ve patlamalar – her hangi bir senfoniden daha güzeldir! Ufalanan taşların ve duvarcıkların yığınları –geçmişin kör edemediği her hangi bir heykelden göze daha sevindiricidir! Küller rüzgarda savrulur – bir milyon şiir kitabından çok daha şiirseldir! Kuralsız oyunlar ve koreograflaştırılmamış, çılgın danslar için şaşırtıcı oyun alanları ve zeminler yaratın…Yık!<br /><br />Çevremdeki kültürün Pazar yerini daha ilgi çekici görebilir miyim? Tüm kültürden nefret eden biri olarak nasıl yapabilirim? Bir volkan gibi beynim kaynıyor. Geçmişin şanının bir işareti olmayan ama insanlar kendi kendilerini yaratan bireyler olarak çiçek açsın diye, kültürün yok olduğu bir dünyanın şaşılacak olasılıklarına işaret eden bir parmak olan harabeleri yaratmak için yanan bir taşkınla bu şehri uçurmak, parçalara ayırmak ve boğmak istiyorum.<br /><br />Yaratacağımız dalgalanan, şizofrenik yaşamlardır. Eğer toplum bizi katı yapıyorsa, bizler gevşeyeceğiz…Toplum bizi zırhlandırıyorsa, bizler ayı derisi gömleklerimizi çıkartacağız…Eğer yapılanmış hale gelirsek, bu yapıların harabelerini yaratacağız ve bereketli güzellikte büyüyen bir orman gibi harabeler yaratacağız. Yıkılacak çok şey var böylelikle yaratılacak da çok şey var. Sessiz kalacak çok şey var böylelikle şarkı söylenecek çok şey var. Yaşamlarımızın müziğini çizebilen renkler sahası duyulmaya başlanmadığından dolayı—veya sadece belirli bir mesafede duyulduğundan—bugünkü varlığımızın sınırlarını güçsüz, ahenksiz ve diğer dünyalara bir çağrı olarak bir çoğu tarafından yanlış duyulmuş olan, cennet görüşleri olarak yanlış görülmüş olan bir ses aşamaz….Hayal etmenin sömürgeleştirilmesi bunu fantezileştirerek yaratıcı zekayı yok eder….Fakat çok azımız bu renkleri kendi parçalarımız olarak daha net bir şekilde duyarız – halen mevcut olmayan (momentler dışında) çünkü bu sosyal bağlamların kısıtlamalarından özgürleştirirsek yaratabileceğimiz kendilerimizdir. Kendiler, karşılıklı etkileşimlerimizin daha ötesini yaşayabileceğimiz sınırlar içinde belirlendiği sosyal ilişkiler tarafından kurulmadan ve hiçbir şey üzerinden olmadan bilinçli bir şekilde yaratılmıştır. Şimdi hiçbir dil, maksatlı ve bilinçli olan bu yoğunluğun ve tutkunun bu varlık biçimini tanımlamak için var olur, çünkü böyle bir dilin daimi olarak yaratılması ve yok edilmesi ve her anın yaratımıyla birlikte yeniden yaratılması gerekir. Bildiğimiz gibi tüm dil, geçmişi genişleten toplumu yeniden üretecek olan olasılıkları kısıtlamak için düşünce ve algının parametrelerini tanımlamak için yaratılmış sosyal bir yapımdır…Her yerde– gazetelerde, pop şarkılarında, kitaplarda ve TV’de –dilin bizi basitçe, seçimlerimize kısıtlı alan veren düşüncelerimizi maniple eden dili görebiliriz. Buna karşı onu altüst etmek ve altını kazımak için dili kullanmak stratejimizdir. Her zaman zor, kuşkulu ve deneysel bir proje ayrıca hataları maceranın bir parçası olan bir oyun… Dili bu şekilde kullanmak dilin harap edilmesine ve ayaklarını sürüyerek yürümesine çabalamaktır.<br /><br />Bizler yanlış anlamış olmaya sıçramış bulunmaktayız ve bizi yanlış anlamış olan aptallara gülüyoruz! İyi niyet doğrultusunda iyi niyetli manasız işler ve tüm dogmacılar doğrultusunda zincirsiz zulüm, olasılıklara gardiyan olacaktır. Bu şekilde bizler anlayış da olduğu gibi yanlış anlayışta da cümbüş yapmayı öğreniriz ve saygı değer aleyhtarlardan zevk alırız. Halen bir kama gibi işaret edilmiş dili akıcı yapmak, bir nehir gibi akmak, dilin sosyal amacıyla çelişir ve mükemmel bir dans sağlar – yıkıcı dil silahını bileyen değişmez bertaraf edişleri olan askeri bir sanat sağlar…Tüm bu söylemiş olduklarımla, bizler radikal hiçbir dilin olmadığının sadece özgür ve zorunlu olmayan ifade biçimini yaratmak için onun altını kazımaya ve onu yıkmaya amaç edinmiş dilin kasıtlı ve radikal olarak kötüye kullanılmasının olduğunun farkındayız. Fakat birileri kıyamet hurafesine inanmadıkça, köşe başındaki ani ve mucizevi bir dönüşümde bu süreç, anti-sosyal yollarda iletişimin diğer sosyal modları ve dilin diyalektik kullanımıyla buluşur. Bizler bir toplumu oluşturan gündelik yaşam etkileşimlerinin sosyal biçimlerinden –toplumlarda, her yerde gündelik yaşamı tanımlamış olan sosyal kodların, rollerin ve ilişkilerin tüm ağı – bahsediyoruz. Bunlar asi bireyler olarak Fütürist Saldırı’nın zeka ve hırslı oyun yoluyla altüst etmeye ve altını kazımaya çalıştığı şeylerdir.<br /><br />Küçük “Fütürist Saldırı” broşüründen alınmıştır, Venomous Butterfly Yayınları… Ayrıca “Anarchy: A Journal Of Desire Armed” #42. sayıda basılmıştır, Sonbahar 1995…<br /><br />http://yabanil.net/?p=196<br /><br /></span></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-68469343254629481282009-01-06T14:57:00.000-08:002009-01-06T15:03:46.587-08:00Dünya Devrim Manifestosu<h3 class="post-title entry-title"> Dünya Gezegeni<br /></h3><br /><span style="font-style: italic;">27 Aralık 2008, Cumartesi</span><br /><br />1. İçinde yaşadığımız şirketçi devlet yapısı<br /><br /><br /><br />Gezegenimiz şirketlerin kuşatması altında. Şirketlerin sahipleri (nevrotik, suça yatkın azınlık) parasal kaynaklarını maksimuma yükseltmek, kendi arzularını beslemek, otorite sahibi olmak, Dünya Gezegenini denilen postmodern endüstriyel ürününe sahip olmak için devleti araç olarak kullanıyorlar.<br /><br />Hiç şüphe yok ki devlet bankaların kontrolü altında (tam tersi değil!),şu sıralar pasifçe gözlemlediğimiz gibi, devlet kapitalizminin doğuş yerinde maskeler düşmüş durumda: Birleşik devletler hükümeti şirketçi rejimin paniklemiş davranışlarını destekliyor ve ordusunu ‘yaklaşan bir krizin neden olabileceği bir sosyal kargaşa’ ya hazırlıyor.<br /><span class="fullpost"><br />Ayrıca, devletler bireyleri bölünmüş ve yararsız bir devletin içinde tutuyorlar, böylece insanlığın bariz düşmanına karşı ayaklanmak yerine birbirleriyle yarışıyorlar. Otorite sahipleri bireylere birbirlerinin/yanındakilerin farklılıklarını öğretiyor, onlara millet, cinsiyet, başarı, tüketim, sağlık, güzellik ve akıl sağlığı gibi “değerleri” aşılıyorlar. Bu evrensel düzeyde görülebilen ve bilinen davranışlara neden oluyor: milliyetçilik, ırkçılık, tüketicilik, cinsiyetçilik, fiziksel güç ayrımcılığı (ableism), yaş ayrımcılığı ve fiziksel görünüş ayrımcılığı.<br /><br />Eğer polis gücü yararına olmasaydı, devletler bireyleri bu tip belirleyicilerle işaretlemeyeceklerdi, her çeşit Tıbbi Rejim, Eğitim Rejimi, Müessese Medyası, Dinler ve Bürokrasi.<br /><br /><br />İnsan evladı, biricik bir heterojen kimlikler olmaya başladığından beri hiper-vurgulu egosuyla insanlığı bitirdi. Proleter ve Müslüman, saygıdeğer bir ev hanımı ve lezbiyen, öğrenci ve bezgin, cinsiyetçi ve komünist, başarılı/yükselme hırsıyla dolu bir genç ve çevreyle ilgili meselelere duyarlı, kadın ve milliyetçi. Binlerce minik parçaya ayrılmış hali onu bastırılmış sınıf kimliğine zorlayanın kim olduğunu görmesini engelliyor. Daha önemlisi, aynı hal kendisinin daha kolektif olduğunu anlamasını engelliyor, evrensel neo-proleter gibi: gezegendeki bütün insanların günlük olayları karanlık ve sıkıntı içinde deneyimlemelerinden engellenmelere ve gönülsüz ölüme kadar. Bu tip bir proleter, sadece adet üzeri üstün gelir.<br /><br />Bu bolca önceden tasarlanmış kimlikler, gezegendeki bütün toplumlarda ‘kültürel savaş’ durumuna yol açıyor (ayrıca uluslararası), kimlerin rejim lehinde yarış içinde oldukları gezegende. Ayrıca, bu durum saygıdeğer vatandaşların daha sıkı güvenlik önemlerini talep etmelerine de neden oluyor.<br /><br />Şirketçi Burjuva Demokrasisinin diktatörlüğü gücüne karşı her türlü direnişi bastırıyor: direnişin sosyal esaslarını ölüm kokuları saçan politik partiler, ticaret birlikleri ve diğer politik oluşumlar içine hapsediyor. Hiç duraksamıyor, sadece sıklıkla özgürlükçü hareketleri bastırmak ve özgür irade hakkını reddetmek için gezegenin bölümlerini ‘demokratikleştiriyor’. (Irak’taki AB, Filistin’deki İsrail, Makedonya’daki Yunanistan)<br /><br />Dünyanın doğal dengesini yok etmekte, bütün eko sistemi imha etmekte, doğayı başlaştırmakta ve bedenlerimizi yemeklerin niteliğiyle bozmakta sakınca görmüyor. Hepsi ilerleme, bilim ve medeniyet adına.<br /><br />Bütün bu otoriter modellerin karışımı içinde zamanla medeni dünya bizi, insanların eskiden sahip olmadan (ironik bir biçimde) daha iyi şartlarda yaşadıkları bir yaşam kalitesine sahip olduğumuza ikna ettiler.<br /><br />Tıbbi Rejimin nimetleri artan nüfus ve ortalama yaşam standartlarıyla basitçe ücretli kölelerin sayısını artırıyor ve aynı zamanda bu ücretli kölelerin yaşam standartlarını mutlak asgari seviyede tutuyor.<br /><br />Şehirdeki yaşam insanları hayatın deneyimlerinden, doğanın fenomeninden gözlemleme ve öğrenme deneyiminden uzaklaştırıyor, fiziksel alan deneyimini yok ediyor ve bunları eskiden sıradan olan deneyimlerken (fiziksel işçilik, dışarıda hayatta kalma gibi.) sonradan kırılgan deneyimlere dönüştürüyor.<br /><br />B.Dünya Devrimi medeniyete karşı olmalı<br /><br />-Dünya iletişim ağındaki organizasyonumuzun katalizörü: bütün küskünleri ve başkaldıranları kendi seslerini yükseltmeleri için çağırıyoruz, ister makalelerini karşı-bilgilendirici medyaya yollayarak, ister kendi bloglarını oluşturarak, kolektif tartışma ortamları yaratarak, kapitalist web sitelerini çökerterek.<br /><br />-Kendi çalışma ortamlarını kendileri organize etmeleri, kendi sistemlerini üretmeleri, konsensüs güvencesi altında, üretim mekânlarını ele geçirmek ve yatay bir sistem üretmeleri için bütün işçileri çağırıyoruz.<br /><br />- Kendi binalarını ele geçirmeleri, bütün parti yardakçılarını kovmaları, teori ve pratiği kendi hayal güçlerine, tabiatlarına ve düşüncelerine göre yeniden oluşturmaları için bütün lise ve üniversite öğrencilerini çağırıyoruz.<br /><br />- Bir araya gelmeleri, ilaç şirketlerinin ilaçlarını reddetmeleri, beyinlerimizi hırpalayan medeniyeti yok etmeye yarayacak fikirler üretmeleri için bütün Klinik Depresyonun yükü altında yaşayanları çağırıyoruz.<br /><br />-Kurumlar onları yersiz yurtsuz insanlar haline getirdiği için onları yabancılaştıran medeniyeti yok etmeleri ve öfkelerini birleştirmeleri için bütün göçmenleri çağırıyoruz.<br /><br />-Bilim Rejiminden istifa etmeleri, özgürce kolektif bir halde nasıl zararsız ve tükenmez enerji (güneş, rüzgâr ve jeotermal enerji gibi) üretilebileceğinin yolunu bulmaları için bütün bilim insanlarını çağırıyoruz.<br /><br />-Kendilerine ait her şeyi mümkün olan maksimum düzeyde, üretim düzeyinde kamulaştırmak ve sabote etmek için devrimin olabileceğini unutan herkesi çağırıyoruz. Başarabiliriz ve buna değer!<br /><br />-Burjuva yaratıları içinde hayal güçlerini harcamaktan vazgeçmeleri, mücadelemize katılmaları, hayal güçlerini Dünya Devrimini şekillendirmeye harcamaları için bütün burjuva sanatçıları çağırıyoruz.<br /><br />- Üretimlerini kolektifleştirmeleri, kapital için aşırı tüketime son vermeleri, insan dostu üretim tekniklerini ve tarım sayesinde özgürce yaşamayı öğretmeleri için bütün çiftçileri ve zirai üreticileri çağırıyoruz.<br /><br />-Et üretimine derhal el konulmalı ve bütün hayvanlar özgür bırakılmalı! Et üretimi cinayettir!<br /><br />Özgürleşme hareketini ve çok önemli olan yandaş-bilgilendirmelere devam ettirmeleri için bütün anarşistleri, komünistleri ve özgürlükçüleri çağırıyoruz.<br /><br />Üretim sürecini sabote etmek ya da kendimize göre tekrar oluşturmak, bağımsız yiyecek üretimi oluşturmak, var olan kaynaklara el koymak, şehirlerde bağımsız mekânlar oluşturmak ve bağımsız enerji biçimleri planlamak, tarihi geçmiş paraları karşılık olarak verebiliriz. Özgürlüğün sıcak rüzgârı gibi yayılacak değişik biçimlerde ve çokça anarşist kültür ürünü, yandaş-bilgilendirici iletişim ağları yaratabiliriz.<br /><br />Devletlerin bize yönelik her türlü saldırısı isyanımızla karşılaşacak, fakirliğin, depresyonun, mahrum edilmenin isyanı. Zamanı avuçlarımız arasına alacağız!<br /><br />Atina’nın aralık ayının isyanına dünyadaki devrimcilere esin olmaları için izin verin!<br /><br />Dünya insanları, birleşin!<br /><br />Anarşi ve özgürlükçü komünizm için!<br /><br />Özgürlük için!<br /><br />Sınırsızlık için!<br /><br />Çok yaşa Dünya Devrimi!<span style="font-size:85%;"><br /><br />Çevirmenin Notu: Aşağıdaki manifestonun yunanca versiyonu ülkede pek çok web sitesinde ve bloğun mesaj kutusunda mevcut. Metindeki bütün kısımlara katılmasam da özellikle beğendiğim şey üç hafta önce bu tip çağrılar ve düşünceler önemsenmez ve gerçekçi gelmezken birden her şey mümkün görünmeye başladı. 2008 in sonuna bile gelmeden böyle bir dünya devrim çağrı metnini çevireceğimi düşünmezdim ve yine Atina’nın en önemli alışveriş caddesi olan Ermou Caddesi’nin alev alev yanacağını düşünemezdim bile. Şimdi harekete geçmek için düşünme, plan yapma zamanı!<br /></span></span>Anonymousnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-16462222735430345592008-08-06T12:54:00.000-07:002008-08-06T12:56:30.782-07:00Erekte Şiir Manifestosu - 2008 - Bay PerşembeErekte Şiir manifestosuna Ön Giriş: <br /><br />Erekte Şiir Nedir? <br />Erekte şiir ayaktadır, başkaldırır… Sadece sisteme değil; aynı zamanda dünyaya ve insana da… Parıltılı hümanizm nutuklarına karnı toktur; kötülüğün kaynağını hep insan da arar. Karanlığı çift yönlü okur; gerektiğinde karanlığa dalmaktan çekinmez. <br />Politik doğruculuğa ve benzer liberal zırvalara pabuç bırakmaz; hep uyanıktır, ayaktadır. Aynaların ve kadınların çoğaltma gücü ile sistemin kendini yeniden yeniden üretme gücü arasında gerekli analojiyi kurar; bu yüzden fallik bir dilden kaçınır. <span class="fullpost"><br />Hayatın her alanından sızan şiddetin görmezden gelmez; yalanı reddeder; hastalıklarına karşı da dürüsttür. Şiddetin söylemini-eylemini de içine alır. Sade’dan Artaud’a bir gelenekten beslenir, yani Erektedir…<br /><br /> ( 2007) <br /><br />Erekte Şiir manifestosuna Ön Giriş 2: <br /><br />Erekte Şiir, Sokak Şiiridir;<br /><br />Sokağın deneyimlerine ortak olmak, sokakta yeni deneyimler yaşamak, gündelik gerçekliğin gizlediği olağanüstüyü açığa çıkarmak, yeni durumlara yelken açmak…<br /><br />Önemli olan sadece sokakta kalmak-yaşamak değil, sokakla yaşamaktır.Şiir sadece basılı kağıda hapsedilemez. Markör ile duvara, elektrik direğine, telefon kulübesine de yazılabilmelidir. Sokaklara kendimizi sürüklerken sticker’a şiir otomatik yazılmalı ve yapıştırılmalıdır. Büyük bina çatılarından, otobüs camlarından kuşlanmalıdır. Sokakta yazılan şiir kaynağına yani sokağa geri dönmelidir. <br /><br />Erekte Şiir, Gerçekliğin Karşısındadır;<br /><br />Gündelik gerçekliğin sistemin sürekli yeniden ürettiği bir illüzyona dönüştüğü 21. yüzyıl başında Erekte Şiir, Gerçek için gerçekliğin karşısındadır. Gerçekliği düş ile takas eder. <br /> <br /><br />Erekte Şiir, Anti-Oligarşiktir;<br /><br />Edebiyat dünyasının köşelerini tutmaya çalışan, egolarının ağırlığından kendi cemaatlerini kuran, ‘bu iyi-bu kötü şiirdir, bu şiirdir-bu değildir’ fetvaları yayınlayanlardan icazet almaz. <br /><br />Erekte Şiir, Bağımsızdır;<br /><br />Her hangi bir güç merkezi yada odağına uzaktır, onlara eklemlenmez, bağımsız ve özgür varolur. Şiirin belli kurallara, geleneklere bağlı olmasını manupüle eden derebeylerine karşı özgünlüğün ve özgürlüğün savunucusudur. <br /><br />Erekte Şiir, Liberterdir;<br /><br />Toplumun her hücresine kanser gibi yayılmaya çalışılan lümpen milliyetçi, gerici, muhafazakar anlayışlarla uzlaşmazdır. Osmanlıca avantgarde kurgularına pabuç bırakmaz. <br /><br />Erekte Şiir, Erektedir! <br /><br /> Bay Perşembe<br /><br /> 22 Haziran 2008 <br /><br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-80980841216956086892008-07-31T05:43:00.000-07:002008-07-31T06:09:54.909-07:00Komunist Parti Manifestosu - K. Marks, F. EngelsKomünist Parti Manifestosu<br /><br />Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti. Avrupa'nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler, Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri.<br /><br />İktidardaki rakiplerince çığlık çığlığa komünist diye saldırılmayan hiçbir muhalefet partisi var mı? Daha ilerici muhaliflere olduğu gibi, gerici rakiplerine de damgalayıcı bir komünizm suçlamasıyla karşılık vermeyen hiçbir muhalefet partisi var mı?<br /><span class="fullpost"><br />Bu gerçeklikten iki şey çıkıyor.<br /><br />Komünizm, artık tüm Avrupa güçlerince bir güç olarak kabul edilmiştir.<br /><br />Komünistlerin, bakış tarzlarını, amaçlarını ve eğilimlerini tüm dünya önünde açıkça ortaya koymaları ve Komünizm hayaleti masalının karşısına bir parti manifestosuyla bizzat çıkmalarının tam zamanıdır.<br /><br />Bu amaçla en değişik milliyetlerden Komünistler Londra'da toplandılar ve İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Flamanca ve Danimarka dilinde yayınlanmak üzere aşağıdaki manifestoyu oluşturdular.<br />I - Burjuvalar ve Proleterler [ 1 ]<br /><br />Bugüne kadarki tüm toplum [ 2 ] tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.<br /><br />Özgür ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası, ezen ile ezilen, birbiriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ya tüm toplum yapısının devrimci bir dönüşümüyle, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüyle sonuçlanmıştır.<br /><br />Tarihin daha önceki dönemlerinde, hemen her yerde toplumun değişik katmanlara tam bir ayrılmışlığını, toplumsal konumların çeşitli basamaklara ayrılmasını görüyoruz. Eski Roma'da, patrisyenler, şövalyeler, plebler, köleler; ortaçağda, feodal beyler, vasaller, lonca ustası, çıraklar, serfler; üstelik hemen her bir sınıf da kendi içinde özel bir basamaklılık gösteriyor.<br /><br />Feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmış değil. Yalnızca, eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları, yeni mücadele biçimleri getirmiştir.<br /><br />Ne var ki burjuvazinin dönemi olan çağımızın başlıca özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Giderek toplumun tümü birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayrılıyor: Burjuvazi ile proletarya.<br /><br />Ortaçağın serflerinden ilk kentlerin imtiyazlı köylüleri, imtiyazlı köylülükten de burjuvazinin ilk unsurları oluştu.<br /><br />Amerika'nın keşfi, Afrika'nın gemiyle dolanılması, yükselen burjuvaziye yeni bir alan yarattı. Doğu Hint ve Çin pazarı, Amerika'nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle alışveriş, mübadele araçlarında ve genel olarak metadaki artış, ticarete, gemiciliğe, sanayiye görülmemiş bir yükselme getirdi ve böylece de yıkılmakta olan feodal toplumun içindeki devrimci öğeye hızlı bir gelişme sağladı.<br /><br />Sanayide o zamana kadarki feodal veya lonca yapılı işletme tarzı, yeni pazarlarla büyüyen talebi karşılamaz oldu. O yapıların yerini manüfaktür aldı. Sanayi orta kesimi, lonca ustalarını bir kenara itti; işin değişik korporasyonlar arasında bölünmesi, işin her bir atölyenin kendi içindeki bölünmesi önünde yitip gitti.<br /><br />Ama pazarlar sürekli büyüyor, talep sürekli yükseliyordu. Manüfaktür de yetmez oldu. İşte bu noktada buhar ve makineleşme, sanayi üretimine devrim getirdi. Manüfaktürün yerini modern büyük sanayi alırken, sanayi orta kesiminin yerini de endüstri milyonerleri, tüm sanayi ordularının patronları, modern burjuvazi aldı.<br /><br />Büyük sanayi, Amerika'nın keşfinin hazırladığı dünya pazarını oluşturdu. Dünya pazarı ise, ticarete, gemiciliğe, kara ulaşımına ölçüsüz bir gelişme sağladı. Bu da yine sanayiyi geliştirici etki yaptı ve sanayinin, ticaretin, gemiciliğin, demiryollarının genişlemesi ölçüsünde burjuvazi de gelişti, sermayesini artırdı, ortaçağdan kalma tüm sınıfları geriye itti.<br /><br />Demek ki modern burjuvazinin kendisinin de nasıl uzun bir gelişme sürecinin, üretim ve değişim tarzlarındaki bir dizi dönüşümlerin ürünü olduğu görülüyor işte.<br /><br />Burjuvazinin bu gelişim basamaklarının her birini, ona uyan bir politik ilerleme izliyordu. Feodal beylerin egemenliğinde baskı altındaki bir kesim, komün[ 3 ] içinde silahlı ve kendi kendini yöneten birlik, şurada bağımsız kent cumhuriyeti, orada monarşiye karşı vergi yükümlüsü üçüncü kesim, sonra manüfaktür döneminde mutlak veya meşruti monarşilerde soylulara karşı denge gücü, bütünüyle büyük monarşilerin temeli olarak burjuvazi, mücadelesinin sonucunda nihayet büyük sanayinin ve dünya pazarının oluşturulmasıyla modern temsili devlette siyasal iktidarı tek başına ele geçirdi. Modern devlet gücü, tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komiteden ibarettir.<br /><br />Burjuvazi, tarihte son derece devrimci bir rol oynamıştır.<br /><br />İktidara geldiği her yerde burjuvazi, tüm feodal, babaerkil, kırsal ilişkileri darmadağın etmiştir. İnsanları doğal efendilerine düğümleyen cicili bicili feodal kordonları acımasızca koparıp atmış ve insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz "nakit ödeme" dışında, hiçbir bağ bırakmamıştır. Dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini de, şövalyece yüksek heyecanları da, dar kafalı burjuva duygusallığını da bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur. Kişisel saygınlığı değişim değerine indirgemiş, sayısız belgeli ve kazanılmış özgürlüklerin tümünün yerine tek bir özgürlüğü, vicdansız ticaret özgürlüğünü koymuştur. Kısacası burjuvazi, dinsel ve siyasal gözbağlarıyla üstü örtülü sömürünün yerine, apaçık, utanmaz, dolaysız, çıplak sömürüyü geçirmiştir.<br /><br />Bugüne dek üstün değer verilen ve sofuca bir ürküntüyle bakılan ne kadar eylem varsa burjuvazi bunların hepsinin üstündeki kutsallık örtüsünü çekip atmıştır. Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirmiştir.<br /><br />Burjuvazi, aile ilişkilerinin yürek titreten duygu dolu peçesini yırtmış ve onu düz para ilişkisine indirgemiştir.<br /><br />Burjuvazi, ortaçağda gericiliğin öylesine hayranlığını uyandıran kaba kuvvet gösterisinin maskesini indirip, ona nasıl hantalca bir ayı postunun yakıştığını açığa çıkarmıştır. İnsan eyleminin neleri başarabileceğini ilk kanıtlayan burjuvazi olmuştur. Mısır'ın piramitlerinden, Roma'nın su kanallarından ve gotik katedrallerden çok başka harikalar yaratmış, Kavimler Göçünden ve Haçlı Seferlerinden çok başka seferler gerçekleştirmiştir.<br /><br />Üretim araçlarında, dolayısıyla üretim ilişkilerinde ve dolayısıyla tüm toplumsal ilişkilerde sürekli devrim yapmaksızın burjuvazi var olamaz. Buna karşılık, eski üretim tarzının değişmeksizin korunması da tüm eski sanayi sınıflarının ilk varoluş koşuluydu. Üretimde sürekli dönüşüm, tüm toplumsal kesimlerin aralıksız sarsıntıya uğratılması, sonsuz güvensizlik ve hareket, burjuva döneminin tüm ötekilerden ayırt edici niteliğidir. Tüm yerleşmiş ilişkiler, doğurdukları eski değer yargıları ve görüşlerle birlikte çözülüp dağılmakta, yeni oluşanlarsa daha kemikleşemeden eskimektedir. Kalıcı ve duran ne varsa buharlaşıyor, kutsal diye ne varsa kutsallıktan düşüyor ve insanlar nihayet yaşam tavırlarına, karşılıklı ilişkilerine, ayılmış gözlerle bakmak zorunda kalıyorlar.<br /><br />Sürekli genişleyen sürüm ihtiyacını karşılamak için burjuvazi, yeryuvarlağının bütününe el atmakta. Her yerde yerleşmesi, her yerde yapılaşması, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor.<br /><br />Burjuvazi, dünya pazarını sömürmek yoluyla tüm ülkelerin üretim ve tüketimini kozmopolitleştirdi. Gericilerin çok üzülecekleri biçimde ulusal zemini sanayinin ayağının altından çekiverdi. En eski ulusal sanayiler yok edildi ve hâlâ her gün yok ediliyor. Her uygar ulusun bir yaşamsal sorun olarak ithal etmesi gereken ve artık yerli hammaddeyi değil en uzak bölgelerin hammaddelerini işleyip, mamulünün de yalnız kendi ülkesinde değil dünyanın her yerinde birden tüketildiği yeni sanayiler, o eski ulusal sanayileri bir kenara itiyor. Yerli imalatla karşılanan eski ihtiyaçların yerini de, en uzak ülke ve iklimlerin ürünleriyle ancak giderilebilecek ihtiyaçlar alıyor. Eski yerel ve ulusal kapalılık ve kendine yeterlik yerine de, ulusların her yönde hareketliliği ve her yönde birbirine bağımlılığı geçmekte. Üstelik yalnız maddi üretimde değil manevi üretimde de bu böyle. Ayrı ayrı ulusların manevi ürünleri ortak mülk oluyor. Ulusal tek yanlılık ve sınırlılık artık mümkün değil, pek çok ulusal ve yerel edebiyattan bir dünya edebiyatı oluşmakta.<br /><br />Tüm üretim araçlarını hızla geliştirerek ve ulaşımı, iletişimi sonsuz kolaylaştırarak burjuvazi, en barbar ulusları da uygarlığa çekiyor. Ürettiği mallara koyduğu ucuz fiyatlar, tüm Çin Seddini temelden yıkacak, barbarların en inatçı yabancı düşmanlıklarını teslime zorlayacak ağır toplardır. Burjuvazi, tüm ulusları, eğer yerle bir olmak istemiyorlarsa burjuva üretim tarzına uymaya zorluyor; uygarlık diye kendi uygarlığını ithal etmeye, yani burjuva olmaya zorluyor onları. Tek kelimeyle, kendi istediği gibi bir dünya yaratıyor kendine.<br /><br />Burjuvazi, kırı kent egemenliği altına soktu. Koskoca kentler yarattı, kentli nüfusu kırsal nüfusa göre büyük oranda artırdı ve böylece nüfusun önemli bir bölümünü kırsal yaşamın bönlüğünden kopardı. Köyü kente bağımlı kıldığı gibi, barbar ve yarı barbar ülkeleri uygar ülkelere ve köylü halkları burjuva halklara, Doğuyu da Batıya bağımlı hale getirdi.<br /><br />Üretim araçlarının, mülkiyetin ve nüfusun parçalılığını adım adım ortadan kaldırıyor burjuvazi. Nüfusu bir çimento bağlamında bütünleyip, üretim araçlarını merkezleştiriyor ve mülkiyeti az kişinin ellerinde yoğunlaştırıyor. Bunun zorunlu sonucu ise siyasal merkezleşmeydi. Çıkarları, yasaları, hükümetleri ve gümrükleri farklı, bağımsız, hemen yalnızca ittifakları olan eyaletler, tek ulus, tek hükümet, tek yasa, tek ulusal sınıf çıkarı, tek gümrük sınırı içine sıkıştırıldı.<br /><br />Burjuvazi, yüz yılı ancak bulan sınıf egemenliği süresinde, daha önceki kuşakların toplamından daha kitlesel ve daha muazzam üretim güçleri oluşturdu. Doğa güçlerinin dizginlenmesi, makineleşme, sanayide ve tarımda kimyanın kullanılması, buharlı gemi işleyişi, demiryolları, elektrikli telgraflar, dünyanın her bölümünde toprağın işlenebilir hale getirilmesi, ırmakların ulaşım için düzenlenmesi, yerinden koparılan bütün insan toplulukları —daha önceki hangi yüzyıl, toplumsal emeğin bağrında böylesine üretim güçlerinin yattığını sezmiştir!<br /><br />Dernek ki gördük işte: Burjuvazinin o temele dayanarak kendini ortaya çıkardığı üretim ve değişim araçları, feodal toplumda oluşmuştu. Ancak bu üretim ve değişim araçlarının belli bir gelişim aşamasında, feodal toplumun üretim ve mübadelesini dayadığı ilişkiler, tarımın ve imalatın feodal örgütlenişi, tek kelimeyle feodal mülkiyet ilişkileri, artık o gelişmiş üretici güçlere uymaz oldu. Bu ilişkiler, üretime destek olacağına onu frenliyordu. Giderek bir o kadar çok kelepçelere dönüştü bu mülkiyet ilişkileri. Kelepçelerin parçalanması gerekiyordu, parçalandı.<br /><br />Onun yerini serbest rekabet ile ona uygun toplumsal ve siyasal düzen, burjuvazinin siyasal ve ekonomik egemenliği aldı.<br /><br />Şimdi gözlerimizin önünde benzer bir hareket cereyan ediyor. Burjuva üretim ve değişim koşulları, burjuva mülkiyet ilişkileri, öylesine büyük üretim ve değişim araçlarını oluşturma büyüsünü başarmış o burjuva toplumu, yer altından kendi çağırdığı güçlere artık hükmedemez olan cinci hocalara dönmüş durumda. On yıllardan beri sanayi ve ticaretin tarihi, modern üretici güçlerin, modern üretim ilişkilerine karşı, burjuvazinin ve burjuva egemenliğinin yaşam koşullarını oluşturan bu mülkiyet ilişkilerine karşı başkaldırısının tarihidir yalnızca. Periyodik yinelenmeleriyle tüm burjuva toplumunun varlığını sürekli artarak tehdit eden ve sorgulayan ticaret krizlerini anmak yeter. Ticaret krizlerinde, yalnız üretilen ürünlerin değil, oluşturulmuş üretici güçlerin de büyük kesimi düzenlice yok oluyor. Krizlerde öyle bir toplumsal bulaşıcı hastalık ortaya çıkıyor ki, bu hastalık tüm daha önceki dönemler için saçma görünürdü —aşırı üretim denen salgın hastalık. Toplum bir anda kendini barbarlık durumuna düşürülmüş buluyor; bir kıtlık, genel bir yok etme savaşı, tüm yaşamsal maddeleri toplumun elinden almış görünüyor; sanayi, ticaret yok edilmiş görünüyor, niçin? O toplum aşırı uygarlığa, aşırı geçim aracına, aşırı sanayiye, aşırı ticarete sahip diye. Elinin altındaki üretici güçler, burjuva mülkiyet ilişkilerini desteklemeye hizmet etmiyor artık; tam tersine bu güçler, o ilişkilere büyük gelmeye başlamıştır, engellenirler; engellerden kurtuldukları zaman ise tüm burjuva toplum düzenini bozuyorlar, burjuva mülkiyetin varlığını tehlikeye sokuyorlar. Burjuva ilişkiler, kendi ürettiği zenginliği kucaklamaya yetmeyecek kadar daralmış. Burjuvazi, krizleri ne yolla aşıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bölümünü zorla yok etme, öbür yandan yeni pazarlar fethetme ve mevcut pazarları daha dibine kadar sömürme yollarıyla. Yani? Daha çok yönlü ve daha büyük krizleri hazırlama ve krizleri önleyici araçları daha da azaltma yoluyla.<br /><br />Burjuvazinin feodalizmi yere sermede kullandığı silahlar şimdi burjuvazinin kendisine yönelmiş durumda.<br /><br />Böylece burjuvazi, kendi ölümünü getirecek silahları yapmakla kalmayıp, o silahları kullanacak insanları da yaratmıştır —modern işçileri, proleterleri!<br /><br />Burjuvazi, yani sermaye ne oranda gelişirse, ancak iş buldukları sürece yaşayan ve ancak emekleriyle sermayeyi artırdıkları sürece iş bulan proletarya da, yani modern işçi sınıfı da o oranda gelişiyor. Kendilerini parça başı satışa sunmak zorunda olan bu işçiler, herhangi bir başka ticari eşya gibi bir metadırlar, dolayısıyla rekabetteki tüm değişmelere, tüm pazar dalgalanmalarına terk edilmişlerdir.<br /><br />Proleterlerin yaptığı iş, makineleşmenin genişlemesi ve işbölümü sonucu, işçiler için her çeşit özerk karakterini ve dolayısıyla her çeşit çekiciliğini yitirmiştir. Proleter, kendisinden yalnızca en basit, en tek düze, en kolay öğrenilebilen bir el hareketi istenen, makinenin bir eklentisinden ibarettir. Dolayısıyla işçinin maliyeti, hemen yalnızca hayatını ve soyunu sürdürmesi için zorunlu geçim araçları kadardır. Oysa bir metanın fiyatı, dolayısıyla emeğin fiyatı[ 4 ] da, o metanın üretim maliyetine eşittir. Bu yüzden işin sevilmezliği arttığı oranda işçinin ücreti de düşer. Bunun da ötesinde, makineleşme ve iş bölümü arttığı oranda, ister çalışma saatlerinin artması, ister aynı çalışma süresi içinde istenen işin artması, makinelerin işleyiş hızının yükselmesi nedeniyle olsun, işin miktarı da artar.<br /><br />Modern sanayi, babaerkil ustanın küçük atölyesini sanayi kapitalistinin büyük fabrikasına dönüştürmüştür. Fabrika içine tıkılmış işçi kitleleri askerce organize edilirler. Sıradan sanayi erleri olarak tam bir astsubaylar ve subaylar hiyerarşisinin denetimi altında tutulurlar. İşçiler, yalnız burjuvazinin ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmaz, her gün ve her saat, makinenin, postabaşının ve öncelikle de şahsen fabrikatör burjuvanın kendisinin kölesi durumuna düşerler. Amacının kazanç olduğunu ne kadar açık ilan ederse bu despotluk, bir o kadar daha aşağılık, tiksindirici ve öfke verici olur.<br /><br />Kol emeği daha az ustalık ve daha az güç kuvvet ister duruma geçtikçe, yani modern sanayi geliştikçe, kadın emeği de erkek emeğini o kadar geriye itmektedir. İşçi sınıfı için cinsiyet ve yaş farklarının toplumsal bir geçenliği yoktur artık. Yaşa ve cinsiyete göre maliyeti değişen iş araçları vardır, o kadar.<br /><br />İşçinin fabrikatör tarafından sömürülmesi, ücretini nakden aldığı anda bitince, bu kez de burjuvazinin öteki kesimleri, ev sahibi, bakkal, rehinci vb. yüklenir tepesine.<br /><br />Bugüne kadarki küçük orta kesimler, küçük sanayiciler, küçük tüccar ve rantiyeler, zanaatçı ve köylüler, tüm bu sınıflar, kısmen küçük sermayeleri büyük sanayiye yetmediğinden büyük kapitalistlerle rekabet edemedikleri için, kısmen de ustalıkları yeni üretim tarzları karşısında değer yitirdiği için, proletaryanın içinde bulurlar kendilerini. Böylece proletaryaya, toplumun her sınıfından katılım olur.<br /><br />Proletarya çeşitli gelişini basamaklarından geçer. Burjuvaziye karşı mücadelesi, var oluşuyla başlamıştır.<br /><br />Kendilerini doğrudan sömüren burjuva kişiye karşı başlangıçta tek tek işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, sonra da bir bölgenin bir işkolundaki tüm işçiler mücadeleye girer. Saldırıları yalnızca burjuva üretim ilişkilerine karşı değildir, üretim araçlarına da saldırı yöneltirler; rekabet halindeki yabancı malları yok ederler, makineleri tahrip ederler, fabrikaları yakarlar, işçinin ortaçağdaki konumunu yeniden elde etmesi için uğraşırlar.<br /><br />Bu aşamada işçiler, tüm ülkeye dağılmış ve rekabet yüzünden parçalanmış bir kitle durumundadır. İşçilerin kitlesel birlikteliği henüz kendi birleşmelerinin bir sonucu değil, kendi siyasal amaçları uğruna tüm proletaryayı harekete geçirmek zorunda kalan ve zaman zaman bunu hâlâ başarabilen burjuvazinin birleşmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla bu aşamada proleterlerin mücadelesi, düşmanlarına karşı değil, düşmanlarının düşmanlarına, mutlakçı monarşinin kalıntılarına, toprak sahiplerine, sanayici olmayan burjuvalara, küçük burjuvalara karşıdır. Böylece tüm tarihsel hareket burjuvazinin ellerinde yoğunlaşmıştır; bu yolla elde edilen her zafer, burjuvazinin zaferidir.<br /><br />Ne var ki sanayinin gelişmesiyle proletarya yalnızca çoğalmakla kalmaz; giderek daha büyük kitleler halinde yoğunlaşır, gücü artar ve gücünü daha fazla duyumsamaya başlar. Makineleşme giderek iş ayrımlarını törpüledikçe ve ücretler hemen her yerde aynı düşük düzeye indikçe proletaryanın kendi içindeki çıkarlar ve yaşam durumları da giderek daha bir eşitlenir. Burjuvaların kendi aralarındaki rekabet ve bundan doğan ticaret krizleri, işçi ücretlerinde sürekli daha fazla dalgalanmaya neden olur; makineleşmenin artan bir hızla gelişmesi ve sürekli daha iyileşmesi, işçilerin bütün yaşamsal konumlarını güvensizleştirir; tek tek işçilerle tek tek burjuvalar arasındaki çatışmalar giderek daha çok iki sınıf arasındaki çatışma niteliğine varır. İşçiler, burjuvalara karşı koalisyonlar [İngilizcesinde: Birlikler (sendikalar) —çev.] oluşturmaya başlarlar; ücret mücadelesini birlikte verirler. Ara ara yükselen isyanları beslemek için kendi içlerinde sürekli birlikler oluştururlar. Yer yer mücadele ayaklanma boyutuna varır.<br /><br />Zaman zaman işçilerin kazandığı olur, ama bu zafer geçicidir. İşçilerin mücadelesinin esas sonucu, o anki başarı değil, sürekli genişleyen birleşmeleridir. Bu birleşmeye, büyük sanayinin ürettiği ve değişik yerlerdeki işçilerin birbirleriyle bağlantısını sağlayan gelişen ulaşım ve iletişim araçları da yardımcı olur. Zaten aynı nitelikteki pek çok yerel mücadelenin ulus ölçeğinde bir mücadele, bir sınıf mücadelesi olarak yoğunlaşması için yalnızca birleşmeye ihtiyacı vardı. Ama her sınıf mücadelesi siyasal bir mücadeledir. Ve ortaçağ kentlilerinin o zaman ancak komşu yerleşimleri birbirine bağlayabilen yol koşullarında yüzyıllarını alacak bu birleşmeyi, modern proleterler, demiryolları sayesinde birkaç yılda başarabiliyorlar.<br /><br />Proleterlerin bir sınıf olarak ve böylece bir siyasal parti olarak örgütlenmeleri, işçilerin kendi aralarındaki rekabet yüzünden her an yeniden parçalanıyor. Ama her seferinde yine oluşuyor, daha güçlü, daha sıkı ve daha büyük çapta. Burjuvazinin kendi içindeki çatlakları kullanarak onu, işçilerin tek tek çıkarlarını yasa düzeyinde tanımaya zorlayabiliyor. Örneğin İngiltere'de on saatlik iş günü yasası gibi.<br /><br />Eski toplumdaki çatışmalar esasen proletaryanın gelişme sürecine birçok yönden katkı sağlamıştır. Burjuvazi sürekli bir mücadele içindedir: başta aristokrasiye karşı; daha sonra, çıkarları sanayinin ilerlemesiyle çelişen burjuva kesimlerine karşı; her zaman dış ülkeler burjuvazilerine karşı. Tüm bu mücadelelerinde burjuvazi, proletaryaya başvurmak gereğini duyar, onu yardıma çağırır ve böylece proletaryayı politikanın içine çeker. Demek ki, kendi eğitiminin öğelerini, yani kendisine karşı kullanılacak silahları proletaryanın eline bizzat kendisi verir.<br /><br />Bunun dışında, gördüğümüz gibi, sanayinin ilerlemesiyle egemen sınıfın pek çok kesimleri bütünüyle proletaryanın içine fırlatılırlar, ya da en azından yaşam koşulları bu tehdit altındadır. Bunlar da proletaryaya pek çok eğitim öğesi sunar.<br /><br />Nihayet sınıf mücadelesi belirleyici sona yaklaşınca, egemen sınıfın kendi içindeki çözülme süreci, tümüyle eski toplumun çözülme süreci öylesine şiddetli ve keskin bir niteliğe varır ki, egemen sınıfın küçük bir bölümü ondan koparak geleceği elinde taşıyan devrimci sınıfın safına geçer. Nasıl geçmişte bu yüzden soyluların bir bölümü burjuvazinin saflarına geçmişse, şimdi de burjuvazinin bir bölümü, özellikle de tarihsel hareketin bütününü kuramsal olarak kavrama yolunda çalışmış bir kısım burjuva ideologu, proletarya saflarına geçmektedir.<br /><br />Günümüzde burjuvazinin karşısında yer alan tüm sınıflar içinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci sınıftır Öteki sınıflar göçüp gitmekte ve büyük sanayinin gelişimiyle çökmektedirler, proletarya ise büyük sanayinin en kendine özgü ürünüdür.<br /><br />Orta kesimler, küçük sanayici, küçük tüccar, zanaatçı, köylü, hepsi orta kesim olarak varlığını çöküşe karşı güvenceye almak için mücadele eder burjuvaziyle. Demek ki bunlar devrimci değil tutucudurlar. Dahası, gericidirler, tarihin çarkını geriye doğru döndürmeye uğraşıyorlar. Eğer devrimci iseler, proletaryaya geçiş önlerinde durduğu içindir bu ve o zaman şimdiki çıkarlarını değil gelecekteki çıkarlarını savunurlar, proletaryanın bakış konumuna geçmek üzere kendi konumlarını terk ederler.<br /><br />Lümpen proletaryaya gelince, eski toplumun bu en alt katmanlarındaki pasif çürümüşlük, bir proleter devrim sayesinde yer yer hareketin içine savrulsa da, yaşam tarzının bütünü gereği gerici çabalara satılmaya daha istekli olacaktır.<br /><br />Eski toplumun varlık koşulları, proletaryanın varlık koşulları içinde zaten yok edilmiş durumda. Proleter mülksüzdür; karısı ve çocuklarıyla ilişkisinde artık burjuva aile ilişkileriyle ortak hiçbir yan yoktur; İngiltere'de nasılsa Fransa'da da aynı olan, Amerika'da nasılsa Almanya'da da aynı olan modern sanayi işçiliği, sermayenin boynuna geçirdiği bu modern boyunduruk, proleterin üstünden her çeşit ulusal karakteri sıyırıp atmıştır. Yasalar da, ahlak da, din de, proleter için ardında bir o kadar burjuva çıkarları gizlenmiş burjuva önyargılarıdır.<br /><br />Egemenliği ele geçiren tüm daha önceki sınıflar, kazanmış oldukları yaşam konumunu, bütün toplumu bu kazanımın buyruğu altına sokarak güvenceye almaya bakmışlardır. Proleterler ise üretici güçleri ancak, o zamana kadarki kendi mülk edinme tarzlarını ve böylece o zamana kadarki tüm mülk edinme tarzlarını ortadan kaldırarak ele geçirebilirler. Proleterlerin güvenceye alacak hiçbir şeyleri yoktur, o ana kadarki özel güvencelerin ve özel sigortaların hepsini tahrip etme zorunlulukları vardır.<br /><br />Şimdiye kadarki tüm hareketler, azınlıktakilerin hareketiydi veya azınlıktakilerin çıkarına hareketlerdi. Proleter hareket ise, son derece büyük bir çoğunluğun, son derece büyük bir çoğunluk çıkarı adına giriştiği özerk harekettir. Şimdiki toplumun en alt katmanı olan proletarya, resmi toplumu oluşturan katmanların tüm üstyapısını bütünüyle havaya uçurmadıkça doğrulamaz, ayağa kalkamaz.<br /><br />İçerik açısından değilse de biçim açısından proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi ilk aşamada ulusaldır. Her ülkenin proletaryası elbette önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak durumundadır.<br /><br />Proletaryanın gelişmesinin genel evrelerini çizerek mevcut toplumun içindeki az ya da çok gizli iç savaşı, açık bir devrimin patlak verdiği ve burjuvazinin zorla devrilerek proletaryanın kendi egemenliğini kurduğu noktaya kadar izledik.<br /><br />Gördük ki şimdiye kadar toplumların hepsi ezen ve ezilen sınıfların karşıtlığına dayanmaktaydı. Ama bir sınıfı ezebilmek için ona en azından kölece varlığını sürdürebileceği koşulları sağlamak gerekir. Serf, serflik döneminde komün üyeliğine yükselmeye çalışmıştır, nasıl feodal mutlakıyet boyunduruğu altında küçük burjuva da burjuvalığa çıkmışsa. Buna karşılık modern işçi, endüstrinin ilerlemesiyle kalkınacağına, kendi sınıfının koşullarının da daha altına düşmektedir sürekli. İşçi sefilleşiyor ve sefalet, toplumdan ve zenginlikten daha hızla gelişiyor. Böylece apaçık ortaya çıkıyor ki, burjuvazi daha uzun süre toplumun egemen sınıfı olarak kalma ve kendi varoluş koşullarını topluma düzenleyici yasa olarak dayatma yetisinde değil. Burjuvazi egemenliğini sürdürme yetisinde değil, çünkü kölesine köle olarak bile var olma güvencesi veremiyor, çünkü köleyi, o kendisini besleyeceğine kendisi onu beslemek zorunda olduğu bir duruma düşürüyor elinde olmaksızın. Toplum artık burjuvazinin sultasında yaşayamaz, yani, burjuvazinin varlığı toplum tarafından taşınabilir gibi değil.<br /><br />Burjuva sınıfının esas varlık ve egemenlik koşulu, servetin özel ellerde birikmesidir, sermayenin oluşması ve artmasıdır; sermayenin koşulu ise ücretli emektir. Ücretli emek yalnızca işçilerin kendi aralarındaki rekabete dayalı. Taşıyıcısı ister istemez ve engelsizce burjuvazi olan sanayinin ilerlemesi, işçilerin rekabet yoluyla yalıtılması yerine onları bir araya getirerek devrimci birleşimlerini sağlamakta. Demek ki büyük sanayinin gelişmesiyle burjuvazinin üretim yaptığı ve ürünü sahiplendiği kendi temeli ayağının altından çekilmekte. Burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Onun yıkılması da proletaryanın zaferi de aynı oranda kaçınılmaz.<br />II - Proleterler ve Komünistler<br /><br />Komünistlerin proleterlerle ilişkisinin aslı nedir?<br /><br />Öteki işçi partileri karşısında komünistler özel bir parti değildir.<br /><br />Komünistlerin, tüm proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur.<br /><br />Proletarya hareketini biçimlemek üzere özel ilkeler koymazlar.<br /><br />Komünistlerin öteki proletarya partilerinden tek ayrıldıkları nokta, bir yandan proleterlerin çeşitli ulusal mücadeleleri içinde, tüm proletaryanın ulusallıktan bağımsız ortak çıkarlarını öne getirerek geçerli kılmaları, öbür yandan da burjuvazi ile proletarya arasında yürüyen mücadelede her zaman hareketin bütününün çıkarlarını temsil ediyor olmalarıdır.<br /><br />Demek ki komünistler pratikte, bütün ülkelerin işçi partilerinin en kararlı, hep ileriye götüren kesimleridir; kuramsal olarak komünistler, proletaryanın öteki kitleleri önünde, proleter hareketin koşullarını, gidişini ve genel sonuçlarını gören bir öncüllüğe sahiptir.<br /><br />Tüm öteki proletarya partileri gibi komünistlerin de ilk amacı: proletaryanın sınıf düzeyinde oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması ve proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi.<br /><br />Komünistlerin kuramsal ifadeleri asla şu ya da bu dünya düzelticisinin icat ettiği ya da keşfettiği fikirlere, ilkelere dayanmaz.<br /><br />Onların söyledikleri yalnızca, mevcut bir sınıf mücadelesinin, gözler önünde cereyan eden bir tarihsel hareketin somut ifadeleridir. Şimdiye kadarki mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırılması hiç de komünizmin ayırt edici bir özelliği değildir.<br /><br />Tüm mülkiyet ilişkileri sürekli bir tarihsel dönüşüme, sürekli bir tarihsel değiştirmeye tabi olmuşlardır.<br /><br />Örneğin Fransız Devrimi, burjuva mülkiyet hatırına feodal mülkiyeti ortadan kaldırmıştır.<br /><br />Komünizme özgü olan, bütünüyle mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetinin kaldırılmasıdır.<br /><br />Ama modern burjuva özel mülkiyeti, ürünlerin, sınıf karşıtlıklarına dayalı, birinin ötekini sömürmesine dayalı biçimde üretilmesinin ve sahiplenilmesinin en son ve en tam ifadesidir.<br /><br />Bu anlamda komünistler, kuramlarını: özel mülkiyetin kaldırılması, diye tek bir sözle özetleyebilirler. Biz komünistler, kişisel olarak kazanılmış, kişinin kendi çalışmasıyla elde edilmiş mülkiyeti ortadan kaldırmak istemekle suçlandık; her çeşit bireysel özgürlüğü, bireysel edimi ve bireysel özerkliği meydana getiren şeymiş mülkiyet.<br /><br />Kişisel çalışmayla elde edilmiş, hakkıyla kazanılmış, kişisel kazançla edinilmiş mülkiyet! Burjuva mülkiyetinden önce var olan, küçük burjuva, küçük köylü mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz? Onu bizim kaldırmamıza gerek yok ki, sanayinin gelişmesi ortadan kaldırdı onu, gün geçtikçe daha da kaldırmakta.<br /><br />Yoksa modern burjuva özel mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz?<br /><br />Peki ücretli emek, proleterin emeği mülk sağlıyor mu kendisine? Asla. Onun emeği sermaye yaratıyor, yani ücretli emeği sömüren mülkiyeti sağlıyor, yalnızca yeniden sömürmek üzere yeni ücretli emek üretmesi halinde artabilen mülkiyeti. Bugünkü biçimiyle mülkiyet, sermaye ile ücretli emek arasındaki karşıtlıkta deviniyor. Bu karşıtlığın her iki yanını bir gözden geçirelim.<br /><br />Kapitalist olmak, üretimde salt kişisel değil, toplumsal bir konum almak demek. Sermaye, ortaklaşa bir üründür ve ancak pek çok üyenin ortak edimiyle, evet son tahlilde ancak toplumun tüm üyelerinin ortak edimiyle harekete geçirilebilir.<br /><br />Demek ki sermaye, kişisel değil toplumsal bir güç.<br /><br />O halde sermaye, toplumun üyelerinin tümüne ait olan bir ortak mülkiyete dönüştürülürse, kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönüştürülmüş olmaz. Yalnızca mülkiyetin toplumsal karakteri değiştirilmiş olur. Sınıfsal karakterini yitirir.<br /><br />Gelelim ücretli emeğe:<br /><br />Ücretli emeğin ortalama fiyatı, asgari ücrettir, yani işçinin işçi olarak hayatta kalması için zorunlu olan geçim araçları toplamı. Öyleyse ücretli işçinin edimiyle sahip olduğu şey ancak onun çıplak hayatını yeniden üretmesine yeter. Emek ürünlerinin, ancak doğrudan hayatı yeniden üretmek üzere böylesi kişisel mülkiyetini, yani başkasının emeği üstünde egemenlik kurduracak net gelir bırakmayan kişisel mülkiyeti asla kaldırmak istiyor değiliz. Bizim istediğimiz yalnızca, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı, sırf egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı mülkiyetin bu rezil karakterini ortadan kaldırmak.<br /><br />Burjuva toplumunda canlı emek, yalnızca birikmiş emeği artırmanın bir aracıdır. Komünist toplumda ise birikmiş emeği, yalnızca işçilerin yaşam sürecini genişletmek, zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır.<br /><br />Demek ki burjuva toplumda geçmiş bugüne hükmediyor, komünist toplumdaysa bugün, geçmişe hükmediyor. Burjuva toplumda çalışan birey özerk değilken, kişisel değilken, sermaye özerk ve kişiseldir.<br /><br />İşte bu koşulların ortadan kaldırılmasına burjuvazi, kişiselliğin ve özgürlüğün ortadan kaldırılması diyor! Haklı da. Yalnız, burjuva kişiselliğinin, burjuva özerkliğinin, burjuva özgürlüğünün kaldırılması söz konusu tabii.<br /><br />Şimdiki burjuva üretim ilişkileri içinde özgürlük deyince, özgür ticaret, özgür alış satış anlaşılmakta.<br /><br />Ama bezirgânlık düştü mü, özgür bezirgânlık da düşer. Bizim burjuvazinin başka özgürlük çığırtkanlıkları gibi özgür bezirgânlık deyişleri de ancak bağımlı bezirgânlığa, ortaçağın köleleştirilmiş yurttaşına karşı bir anlam ifade eder, yoksa komünizmin, bezirgânlığı ve burjuva üretim ilişkilerini ortadan kaldırması karşısında, burjuvazinin kendisini ortadan kaldırması karşısında, anlamı kalmaz.<br /><br />Özel mülkiyeti ortadan kaldırmak istiyoruz diye dehşete düşüyorsunuz. Oysa sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda dokuzunun özel mülkiyeti ortadan kaldırılmış durumda; özel mülkiyetiniz ancak onda dokuzun buna sahip olmaması sayesinde ayakta duruyor. Demek ki bizi suçlamanızın nedeni, toplumun ezici çoğunluğunun mülksüz olmasını zorunlu koşul koyan bir mülkiyeti ortadan kaldırmak istememiz.<br /><br />Tek kelimeyle bizi, sizin mülkiyetinizi ortadan kaldırmak istemekle suçluyorsunuz. Doğrusu, istediğimiz de bu.<br /><br />Emek, sermayeye, paraya, toprak rantına, kısacası tekelleştirilebilir bir toplumsal güce dönüştürülemediği andan itibaren, yani kişisel mülkiyet burjuva mülkiyetine geçirilemediği andan itibaren, bireyin ortadan kaldırıldığını ilan ediyorsunuz.<br /><br />Birey deyince burjuvadan başka birini, burjuva mülk sahibinden başka birini düşünmediğinizi itiraf ediyorsunuz demek ki. İşte o birey kalmamalı doğrusu.<br /><br />Komünizm, kimsenin toplumsal ürünleri mülk edinme gücünü elinden almıyor, yalnızca o mülkiyet yoluyla başkasının emeğini boyunduruğa sokma gücünü alıyor.<br /><br />Özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla tüm faaliyetin duracağı, genel bir tembelliğin ortalığı kaplayacağı ileri sürüldü.<br /><br />Buna göre burjuva toplumu çoktan atalet yüzünden çökmüş olmalıydı; çünkü o toplumda kimler çalışıyorsa, mülk edinemiyor, kimler mülk sahibiyse, çalışmıyor. Tüm bu kaygı, sermaye olmadığı anda ücretli emek de olmaz, totolojisine varır.<br /><br />Komünizmde maddi ürünlerin mülkiyet ve üretim tarzına karşı ileri sürülen tüm suçlamalar, manevi ürünlerin mülkiyet ve üretimine de genişletildi. Burjuva için nasıl sınıf mülkiyetinin son bulması üretimin kendisinin son bulması demekse, sınıf kültürünün son bulması da bütünüyle kültürün son bulması demek oluyor.<br /><br />Kaybına bu kadar üzüldüğü kültür, ezici bir çoğunluk için makine haline gelme kültürü olmuş bile.<br /><br />Ama burjuva mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını kendi burjuvaca özgürlük, kültür, hukuk tasarımlarınızla ölçerek tartışmayın bizimle. Sizin fikirleriniz bile burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin birer ürünü, nasıl hukukunuz, kendi sınıfınızın yasa düzeyine yükseltilmiş iradesinden ibaretse; bir irade ki içeriği kendi sınıfınızın maddi yaşam koşullarıyla belirlenmiş.<br /><br />Kendi üretim ve mülkiyet ilişkilerinizi, üretimin geçirdiği tarihsel ilişkilerden koparıp genel geçer doğa ve akıl yasaları haline dönüştürdüğünüz ilginç tasarım, göçüp gitmiş tüm egemen sınıfların da tasarımıydı. Antik dönem mülkiyeti için kavrayabildiğinizi, feodal mülkiyet için kavrayabildiğinizi, burjuva mülkiyeti için kavrayamaz oldunuz.<br /><br />Ailenin ortadan kaldırılması! En radikaller bile komünistlerin bu utanç verici niyetlerine ateş püskürüyorlar.<br /><br />Günümüzdeki aile, burjuva ailesi, neye dayanıyor? Sermayeye, özel kazanca. Tam gelişmiş olarak yalnızca burjuvazi için var; ama proleterin ailesizliğe zorlanması ve kamusallaşmış fuhuş bütünlüyor onu.<br /><br />Bu bütünleyicileri olmadı mı burjuva ailesi de olmaz kuşkusuz ve sermaye olmadı mı her ikisi de olmaz.<br /><br />Ana babanın çocukları sömürmesini ortadan kaldırmak istiyoruz diye mi suçluyorsunuz bizi? Bu büyük suçumuzu itiraf ediyoruz.<br /><br />Ama ev içi eğitimin yerine toplumsal eğitimi getirerek en sıcak ilişkileri yok ettiğimizi söylüyorsunuz.<br /><br />Peki eğitiminizi bu toplumsal koşullar içinde yapmanızla olsun, toplumun doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle olsun, okul kanalıyla olsun, vb. sizin eğitiminiz de toplumca belirlenmiyor mu? Toplumun eğitimi etkilemesi komünistlerin buluşu değil ki; komünistler yalnızca bu etkinin karakterini değiştiriyorlar, eğitimi egemen sınıfın etkisinden koparıyorlar.<br /><br />Aile ve eğitim üstüne, ana baba ile çocuklar arasındaki kutsal ilişkiler üstüne burjuva söylemleri, büyük sanayi yüzünden proleterlerin tüm aile bağları parçalandıkça ve çocuklar adi ticaret metaına ve çalışma araçlarına dönüştükçe bir o kadar iğrençleşiyor.<br /><br />Ama siz komünistler kadınların ortaklaşalığını getirmek istiyorsunuz, diye tüm burjuvazi koro halinde yüzümüze haykırmakta.<br /><br />Burjuva, kendi karısını salt bir üretim aracı olarak görüyor. Dolayısıyla, üretim araçları ortaklaşa kullanılmalıdır, sözünü duyar duymaz, bu ortaklaşalık kaderinin aynı şekilde kadınları da kapsamasından başka bir şey düşünemiyor.<br /><br />Tam tersine kadınların bu salt üretim aracı olarak kullanılma durumunu ortadan kaldırmaktır söz konusu olan, burjuva bunu kavrayamıyor işte.<br /><br />Kaldı ki bizim burjuvaların, komünistlerde güya var olduğunu iddia ettikleri resmi kadın ortaklaşalığından böylesine dehşet duymaları son derece gülünç. Kadın ortaklaşalığını komünistlerin getirmesine hiç gerek yok ki; hemen her zaman vardı o.<br /><br />Bizim burjuvalar, resmi fuhuş bir yana, çalıştırdıkları proleterlerin karılarına, kızlarına sahip olmakla da yetinmeyip, asıl kendi karılarını karşılıklı ayartmaktan zevk alırlar.<br /><br />Burjuva ailesi aslında kadınların ortaklaşalığıdır. Komünistler de olsa olsa kadın ortaklaşalığının sahtece gizlisine karşılık resmi ve açık yüreklisini getirmek istedikleri iddiasıyla suçlanmış oluyorlar. Kaldı ki, günümüz üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla ondan kaynaklanan kadın ortaklaşalığının da, yani resmi veya gayri resmi fuhuşun da yok olacağı kendiliğinden anlaşılmaktadır.<br /><br />Komünistlere ayrıca vatanı, milliyeti ortadan kaldırmak isteme suçu yüklendi.<br /><br />İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin, alınması da mümkün değil. Proletarya, önce siyasal iktidarı ele geçirmek, kendini ulusal sınıf düzeyine getirmek, kendini ulus yapmak durumunda olduğu için, kendisi de ulusaldır hâlâ, ama asla burjuva anlamda değil.<br /><br />Halkların ulus olarak ayrışmaları ve karşıtlıkları, daha burjuvazinin, ticaret özgürlüğünün, dünya pazarının, sanayi üretimindeki tek biçimliliğin ve ona uyan yaşam koşullarının gelişmesiyle zaten giderek yok olmakta.<br /><br />Proletaryanın egemenliği bunu daha da yok edecektir. Birleşik eylem, hiç değilse uygar ülkeler arasında olmak üzere, proletaryanın kurtuluşu için en önde gelen koşullardandır.<br /><br />Bir bireyin bir başka bireyi sömürmesi ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun da ötekini sömürmesi ortadan kalkacaktır.<br /><br />Ulusun kendi içindeki sınıfların karşıtlığıyla birlikte ulusların birbirlerine karşı düşmanca tutumları da düşer.<br /><br />Komünizme, dinsel, felsefi ve genel olarak ideolojik bakış açılarından yöneltilen suçlamalar, daha fazla açıklanmaya değmez.<br /><br />İnsanların maddi varoluş koşullarının, toplumsal ilişkilerinin, toplumsal varlıklarının, onlardaki tasarımları, görüşleri ve kavramları, kısacası insanların bilincini de değiştirdiğini anlamak için daha derin bir bakışa ihtiyaç var mı?<br /><br />Fikirlerin tarihi, manevi üretimin, maddi üretimle birlikte değiştiğinden başka neyi kanıtlar? Bir çağın egemen fikirleri yalnızca egemen sınıfın fikirleri olmuştur.<br /><br />Tüm bir toplumda devrim yaratan fikirlerden söz edilir; bunu söylemekle yalnızca, eski toplumun bağrında, yeninin öğelerinin oluştuğu belirtilmiş oluyor, öyle ki, eski toplumsal ilişkilerin çözülmesi, eski fikirlerin çözülmesini de birlikte getirir.<br /><br />Eski dünyanın yıkılmakta olduğu kavrandığında, Hıristiyan dini de eski dinlere baskın çıktı. 18. yüzyılda aydınlanma düşünceleri Hıristiyan düşüncesini alt ettiğinde, feodal toplum, o dönemde devrimci olan burjuvaziye karşı ölüm kalım savaşı veriyordu. Vicdan ve din özgürlüğü, bilgi alanlarında serbest rekabetin egemenliğini dile getirmekteydi yalnızca.<br /><br />"Ama", denecektir, "dinsel, ahlaksal, felsefi, politik, hukuksal vb. düşünceler, tarihsel gelişim içinde elbet değişim geçirmiş olmakla birlikte, din, ahlak, felsefe, politika, hukuk, bu değişimde hep kalmıştır.<br /><br />Dahası, her toplumsal durum için ortak olan, özgürlük, adalet vb. ebedi hakikatler vardır. Oysa komünizm, ebedi hakikatleri ortadan kaldırıyor, dini, ahlakı, yeniden biçimlemek yerine düpedüz kaldırıyor, yani bugüne kadarki tarihsel gelişimlere ters düşüyor."<br /><br />Bu suçlamanın özü nedir? Tüm bugüne kadarki toplum, değişik evrelerde değişik biçimler gösteren sınıf karşıtlıkları içinde devinmiştir.<br /><br />Ama hangi biçimi almış olursa olsun, toplumun bir kesiminin öteki kesim tarafından sömürülmesi, geçen yüzyılların tümünde ortak olan bir gerçekliktir. O halde tüm çeşitliliklere ve farklılıklara karşın o yüzyılların hepsindeki toplumsal bilincin, ancak sınıf karşıtlıkları toptan yok olunca tam olarak çözülebilecek belli ortak biçimler içinde devinmesine hiç şaşmamalı.<br /><br />Komünist devrim, geçmişten gelen mülkiyet ilişkilerinin en kökten koparılışıdır; onun gelişim sürecinde geçmişten gelen fikirlerle de en kökten bir kopuş olmasına hiç şaşmamalı.<br /><br />Neyse, burjuvazinin komünizme karşı yönelttiği suçlamaları bırakalım bir yana.<br /><br />Yukarıda gördük ki, işçi devriminde ilk atılacak adım, proletaryanın egemen sınıf konumuna yükselmesidir, demokrasinin mücadeleyle kazanılmasıdır.<br /><br />Proletarya, kendi siyasal egemenliğini, tüm sermayenin adım adım burjuvazinin elinden koparılmasına, tüm üretim araçlarının devlet elinde, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya elinde yoğunlaştırılmasına ve üretici güçleri büyüklüğünün olabildiğince hızla artırılmasına kullanacaktır.<br /><br />Bu ise ilk aşamada kuşkusuz ancak mülkiyet hakkına ve burjuva üretim ilişkilerine despotça el atmak yoluyla olur, yani ekonomik açıdan yetersiz ve geçici de görünse hareketin süreci içinde kendini aşan ve bütün bir üretim tarzının dönüştürülmesinin aracı olan bu vazgeçilmez önlemler yoluyla olur.<br /><br />Bu önlemler kuşkusuz her ülkeye göre değişik olacaktır.<br /><br />Ama en gelişkin ülkeler için şu aşağıdakiler, epey ortak olarak kullanım alanına girebilecektir:<br /><br />1. Toprak mülkiyetinin kamulaştırılması ve toprak rantının devlet giderlerine kullanılması.<br /><br />2. Yüksek bir artış oranlı vergi.<br /><br />3. Miras hakkının kaldırılması.<br /><br />4. Tüm karşı gelenlerin ve ülkeden kaçanların mülklerine el konulması.<br /><br />5. Devlet sermayeli ve tek tekel olarak Ulusal Banka yoluyla kredilerin devlet elinde merkezleştirilmesi./p><br /><br />6. Taşımacılığın devlet elinde merkezleştirilmesi.<br /><br />7. Ulusal fabrikaların ve üretim araçlarının artırılması, arazinin ortak bir plan uyarınca işlenir hale getirilip ıslahı.<br /><br />8. Herkes için eşit çalışma zorunluluğu, özellikle tarım için sanayi ordularının kurulması.<br /><br />9. Tarım ve sanayi işletmelerinin birleştirilmesi, kent ile kır arasındaki farkın süreç içinde giderilmesinde etkin olmak.<br /><br />10. Tüm çocuklar için kamusal ve parasız eğitim. Çocukların bugünkü biçimde fabrikalarda çalıştırılmasına son verilmesi. Eğitimin maddi üretimle bütünleştirilmesi, vb;<br /><br />Gelişme süreci içinde sınıf ayrımları ortadan kaybolunca ve üretimin tümü örgütlü bireylerin ellerinde yoğunlaşınca, kamusal zor kullanımının politik niteliği kalmaz. Politik zor kullanımı, asıl anlamıyla bir sınıfın ötekilere baskı uygulamak üzere örgütlediği zor kullanımıdır. Proletarya, burjuvaziyle mücadelesi gereği sınıf olarak birleşip, devrim yoluyla egemen sınıf olduğunda ve egemen sınıf olarak zorla eski üretim ilişkilerini ortadan kaldırdığında, böylece o üretim ilişkileriyle birlikte sınıf karşıtlığının varlık koşullarını da, bütünüyle sınıfları da ve dolayısıyla sınıf olarak kendi egemenliğini de ortadan kaldırmış olur.<br /><br />Sınıflarıyla ve sınıf çelişkileriyle birlikte eski burjuva toplumunun yerine, her bireyin özgür gelişiminin herkes için topluca özgür gelişim koşulu olduğu bir birlik gelir.<br />III - Sosyalist ve Komünist Yazın<br />1. Gerici Sosyalizm<br />a) Feodal Sosyalizm<br /><br />Tarihsel konumu gereği Fransız ve İngiliz aristokrasisi, modern burjuva toplumuna karşı yergiler yazmak durumundaydı. 1830'daki Fransız Temmuz Devriminde olsun, İngiliz reform hareketinde olsun, aristokrasi, nefret ettiği o türediye bir kez daha yenik düşmüştü. Ciddi bir siyasal mücadelenin sözü edilemezdi artık. Elinde yalnızca kalem kavgası kalmıştı. Ama yazın alanında da restorasyon[ 5 ] döneminin eski söylemleri olanaksızlaşmıştı. Sempati uyandırmak için aristokrasi, görünüşte kendi çıkarlarını gözden uzak tutmak ve burjuvaziye karşı iddianamesini yalnızca sömürülen işçi sınıfı çıkarma düzenlemek zorundaydı. Böylece, yeni efendisine taşlamalar düzebilmenin ve kulağına az ya da çok felaket tellallığı fısıldayabilmenin özrünü hazırlıyordu.<br /><br />Feodal sosyalizm bu tarzda çıktı ortaya, yarı şikayetname, yarı taşlama, yarı geçmiş yankısı, yarı gelecek uyarısı, bu arada acı ve zekice yaralayıcı yargı yoluyla burjuvaziyi kalbinden vurarak ama modern tarihin gidişini kavramadaki tam yetersizliğiyle de gülünç bir etki bırakarak.<br /><br />Halkı arkalarından sürüklemek için ellerinde proleter dilenci torbası sallıyorlardı bayrak gibi. Ama halk onları her izleyişinde, kıçlarındaki eski feodal armaları görüp hiç saygılı olmayan ağız dolusu gülüşlerle tüyüyordu.<br /><br />Bu seyirliği en güzel oynayanlar, Fransız Lejitimistlerinin bir kesimiyle Genç İngiltereciler oldu.<br /><br />Feodaller kendi sömürü tarzlarının burjuvaca sömürüden farklı biçimlenmiş olduğunu gösterirken, yalnızca tümden farklı ve artık zamanı geçmiş koşullar altında sömürdüklerini unutuyorlar, o kadar. Kendi egemenliklerinde proletaryanın var olmadığını kanıtlarken feodaller, kendi toplum düzenlerinin zorunlu veledinin esasen modern burjuvazi olduğunu unutuyorlar yalnızca.<br /><br />Kaldı ki burjuvaziye yönelttikleri esas suçlama tam da, burjuva rejiminde eski toplum düzenini tümüyle havaya uçuracak bir sınıfın gelişiyor olmasına dayandığı için, eleştirilerinin genci niteliğini zaten çok az gizliyorlar.<br /><br />Burjuvaziyi, bir proletarya yarattığından çok, devrimci bir proletarya yarattığı için suçluyorlar.<br /><br />Bu yüzden siyasal pratikte işçi sınıfına karşı alınan şiddet önlemlerinin hepsine katılıyorlar ve günlük yaşamlarında, tüm şişirilmiş söylemlerinin aksine, altın elmaları toplamanın keyfini çıkarıp, sadakati, aşkı, şerefi, bezirgan<br /><br />pazarlığında, yünle, şekerpancarıyla ve alkollü içkiyle takas ediyorlar.[ 6 ]<br /><br />Nasıl papaz hep feodal beyle el ele yürümüşse, papazca sosyalizm de feodal sosyalizmle öyle el eledir.<br /><br />Hıristiyan dervişliğine sosyalist bir hava vermekten daha kolay bir şey yok. Öyle ya, Hıristiyanlık, özel mülkiyete, evliliğe, devlete de karşı çıkmamış mıydı? Onların yerine yardımseverlik ve dilenme, manastır bekareti ve nefsini öldürme, çadır hayatı ve kilise, diye vaazlar vermemiş miydi? Hıristiyan sosyalizmi, aristokratın öfkesine papazın serptiği vaftiz suyudur yalnızca.<br />b) Küçük Burjuva Sosyalizmi<br /><br />Feodal aristokrasi, modern burjuva toplumunda yaşam koşulları zayıflayıp tükenen ve burjuvazi tarafından çökertilen tek sınıf değildir. Ortaçağın kentlileşen imtiyazlı köylüleri ile küçük köylülük, modem burjuvazinin öncüleriydi. Sanayi ve ticareti daha az gelişmiş ülkelerde bu sınıf, yükselen burjuvazi yanında bitkisel yaşamını henüz sürdürmektedir.<br /><br />Modern uygarlığın geliştiği ülkelerdeyse, proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayan yeni bir küçük burjuvazi oluştu. Burjuva toplumunun bir bütünleyicisi olarak kendini sürekli yineleyen ama rekabet sonucu bireyleri hep proletaryanın içine savrulmakta olan bu küçük burjuvazi, üstelik büyük sanayi geliştikçe modern toplumun özerk bir kesimi olma konumunu tümden yitireceği ve ticarette olsun, imalatta olsun, tarımda olsun, yerini postabaşılara ve hizmetkarlara bırakacağı anın yaklaştığını görmektedir.<br /><br />Köylü sınıfın toplam nüfus içinde yandan fazla olduğu Fransa gibi ülkelerde burjuvaziye karşı proletaryadan yana olan yazarların, burjuva rejime yönelttikleri eleştiride küçük burjuvazi ve köylülük ölçütünü kullanmaları ve işçilerden yana tavır alırken küçük burjuva bakış açısından hareket etmeleri doğaldı. Böylece küçük burjuva sosyalizmi oluştu. Bu yazında başı çeken, yalnız Fransa için değil İngiltere için de, Sismondi'dir.<br /><br />Bu sosyalizm, modern üretim ilişkileri içindeki çelişkileri son derece keskin bir isabetle çözümlemiştir. İktisatçıların yaltaklanan şirinleştirmelerini açığa dökmüştür. Gerek makineleşmenin ve işbölümünün yıkıcı etkilerini, gerekse sermayenin ve toprak mülkiyetinin yoğunlaşmasını, aşırı üretimi, krizleri, küçük burjuvazi ile köylülüğün kaçınılmaz çöküşünü, proletaryanın sefaletini, üretimdeki anarşiyi, servetin bölüşümündeki açıkça sırıtan oransızlıkları, ulusların kendi aralarındaki endüstriyel yok etme savaşını, eski göreneklerin, eski aile ilişkilerinin, eski milliyetlerin çözülüşünü, inkar edilemez biçimde kanıtlamıştır.<br /><br />Ne var ki olumlu içeriğine karşın bu sosyalizm, ya eski üretim ve değişim araçlarıyla birlikte eski üretim ilişkilerini ve eski toplumu geri getirmek, ya da modern üretim ve değişim araçlarını, kırıp parçaladığı, parçalamak zorunda olduğu eski mülkiyet ilişkileri içine zorla yeniden tıkıştırmak isteğindedir. Her iki durumda da hem genci hem ütopiktir.<br /><br />İmalatta lonca düzeni ile kırda babaerkil tarım işletmesi; küçük burjuva sosyalizminin son sözleri budur işte.<br /><br />Gelişim süreci içinde bu yön, korkak bir yaygaraya saptı.<br />c) Alman Sosyalizmi<br />ya da "Hakiki" Sosyalizm<br /><br />Fransa'da, egemen bir burjuvazinin baskısı altında oluşan ve bu egemenliğe karşı mücadelenin yazınsal ifadesi olan sosyalist ve komünist yazın, tam da burjuvazinin feodal mutlakçılığa karşı mücadeleye geçtiği sırada Almanya'ya sokuldu.<br /><br />Alman filozofları, yarı filozofları ve sivri zekaları bu yazını hırsla özümsediler ama bu arada, Fransa'dan o yazıların girmesiyle Fransız yaşam koşullarının da aynı anda Almanya'ya girmiş olmadığını unutuverdiler. Almanya koşullarında bu Fransız yazını doğrudan pratik anlamını tümüyle yitirip salt yazınsal bir görünüm aldı. İnsan varlığının gerçekleştirilmesi üstüne boş bir spekülasyon olarak çıktı ortaya ister istemez. Böylece 18. yüzyıl Alman filozoflarına göre ilk Fransız Devriminin talepleri yalnızca genelde "pratik zeka"nın talepleri olarak anlam kazanıyor ve devrimci Fransız burjuvazisinin irade beyanları da, salt iradenin, olması gereken iradenin, hakiki insan iradesinin yasaları demek oluyordu.<br /><br />Alman yazarlarının tek çabaları, yeni Fransız fikirlerini kendi eski felsefi vicdanlarına uydurmak, ya da daha ziyade kendi felsefi bakış açılarından Fransız fikirlerini sahiplenmekti.<br /><br />Bu sahiplenme aynen bir yabancı dile nasıl sahip çıkılırsa o yolla oldu: Çeviri yoluyla.<br /><br />Bilindiği gibi keşişler, eski çok tanrılı dönem klâsiklerinin elyazmaları üstüne kendi zevksiz Katolik aziz hikâyelerini yazmışlardı. Alman yazarları ise dünyevi Fransız yazınına tersini uyguladılar. Kendi felsefi saçmalıklarını Fransız aslının arkasına yazdılar. Örneğin para ilişkilerine yönelik Fransız eleştirisinin arkasına "İnsan Özünden Feragat" diye yazdılar, burjuva devlete yönelik Fransız eleştirisinin arkasına da, "Soyut Genelin Egemenliğini Ortadan Kaldırma" diye yazdılar, vb.<br /><br />Fransız gelişimlerinin altına böyle felsefi söylemler sokuşturmayı, "Eylemin Felsefesi", "Hakiki Sosyalizm", "Alman Sosyalizm Bilimi", "Sosyalizmin Felsefi Temeli" gibi deyimlerle vaftiz ettiler.<br /><br />Fransız sosyalist-komünist yazını böyle usturupluca iğdiş edildi. Ve bir sınıfın öbür sınıfa karşı mücadelesini dile getirmek Alman elinde bitirildiği için o Alman, "Fransız tek yanlılığını" aşmış olma bilincini taşıyordu; hakiki ihtiyaçlar yerine hakikat ihtiyacını, proletaryanın çıkarları yerine insan varlığının çıkarlarını, hiçbir sınıftan olmayan, gerçekte bile olmayan, yalnızca felsefe fantezisinin puslu semalarında bulunan genel insanın çıkarlarını savunuyordu bu bilinç.<br /><br />Kimseden yardım almaksızın başardığı bu okul ödevlerini öylesine tantanayla ciddiye alıp öylesine çığırtkanlıkla göklere çıkaran bu Alman sosyalizmi, böylece giderek bilgiç masumiyetini yitirdi.<br /><br />Alman burjuvazisinin, özellikle de Prusya burjuvazisinin feodal ve mutlakçı krallığa karşı mücadelesi, tek kelimeyle liberal hareket, daha büyük ciddiyet kazandı.<br /><br />Böylece "hakiki" sosyalizmin eline, çok istediği bir fırsat, siyasal hareketin karşısına sosyalist taleplerini koyma fırsatı verilmiş oluyordu, yani liberalizme karşı, temsili devlete karşı, burjuva rekabetine, burjuva basın özgürlüğüne, hukukuna, burjuvaca özgürlüğe ve eşitliğe karşı bilinen lanetleri savurma ve halk kitlesine de bu burjuva hareketinden hiçbir kazancının olmayacağı, tersine her şeyini yitireceği uyarısını yapma fırsatı. Alman sosyalizmi, ruhsuzca yankıladığı Fransız eleştirisinin, modern burjuva toplumuna ve ona uyan yaşam koşullarına, ona göre biçimlenen siyasal kurumlaşmaya dayandığını tam zamanında unuttu; Almanya'da daha ancak bu ön koşullar için mücadele söz konusuydu.<br /><br />Alman sosyalizmi, burjuvazinin tehdit edici yükselişine karşı istenen bir korkuluk olarak, mutlakçı Alman hükümetlerine ve papazlarıyla, okul hocalarıyla, toprak ağalarıyla, bürokrasisiyle onların bağlaşıklarına hizmet etti.<br /><br />Aynı hükümetlerin Alman işçi ayaklanmalarına karşı kullandıkları acı tüfek kurşunlarının ve kırbaç darbelerinin tatlı bir bütünleyicisi oldu.<br /><br />"Hakiki" sosyalizm, Alman burjuvazisine karşı hükümetlerin elinde böylesine bir silah olurken, bir o kadar da genci bir çıkan, bağnaz Alman küçük burjuvazisinin çıkarını doğrudan temsil ediyordu. Almanya'da, 16. yüzyıldan kalan ve o zamandan beri çeşitli biçimlerde hep ortaya çıkan küçük burjuvazi, mevcut durumların esas toplumsal temelini oluşturdu.<br /><br />Onun varlığının korunması, Almanya'da mevcut durumların korunması demektir. Küçük burjuvazi, burjuvazinin siyasal ve ekonomik egemenliğinde, bin yandan sermayenin merkezleşmesi sonucu, öbür yandan da devrimci bir proletaryanın ortaya çıkışı sonucu kesin mahvolmaktan korkan. "Hakiki" sosyalizm onun için her iki kuşu birden vuracak taş olanak göründü. Salgın hastalık gibi yayıldı.<br /><br />Alman sosyalistlerinin, kendi iskelete dönmüş "ebedi hakikatler"ine giydirdikleri bu, spekülatif tezgahta dokunmuş, sivri zekalı söylem çiçekleriyle süslenmiş, aşk baygını huzur çiyleriyle yıkanmış bereketli kisve, mallarının o kesimdeki sürümünü artırdı yalnızca.<br /><br />Kendi açısından Alman sosyalizmi, bu bağnaz küçük burjuvazinin tumturaklı sözcüsü olma konumunu giderek iyice benimsedi.<br /><br />Alman ulusunu, örnek ulus olarak, Alman küçük burjuvazisini de örnek insan olarak büyük lâflarla ilan etti. Onun her aşağılığına, tam tersini ifade eden, gizli, yüksek, sosyalist anlamlar yükledi. Nihayet komünizmin "kaba yıkıcılığı"na doğrudan karşı çıkarak ve tüm sınıf mücadelelerinin üstünde bir tarafsız yücelik taslayarak, çizgisinin son kertesine geldi. Almanya'da, sosyalist veya komünist diye ortalıkta dolaşan ne kadar yazın varsa, çok az istisnasıyla hep bu kirli, bu cansız yazın alanına girer.[ 7 ]<br />2. Tutucu Sosyalizm<br />ya da Burjuva Sosyalizmi<br /><br />Burjuva toplumunun kalıcılığını sağlamak için bir kesim burjuvazi sosyal sıkıntıları ortadan kaldırmaya yardımcı olmak ister.<br /><br />Bu çerçevede: ekonomistler, filantroplar, insancıllar, çalışan sınıfların durumunu düzeltmeciler, yardımseverler, hayvan korumacıları, ılımlılık örgütçüleri, vardır. En çeşitlisinden köşe bucak reformcuları yani. Hatta bu burjuva sosyalizminin bütün bir sistem olarak işlenenleri olmuştur.<br /><br />Örnek olarak Proudhon'un "Philosophie de la Misäre"ini [Sefaletin Felsefesi —çev.] ele alalım.<br /><br />Sosyalist burjuvalar, modern toplumun koşullarını isterler, ama o koşulların kendisinden kaynaklanan mücadeleler ve tehlikeler olmaksızın. Mevcut toplumu, onu devrimci dönüşüme uğratacak ve çözecek unsurlar kesilip çıkarılmış olanak isterler. Burjuvazi olsun ama proletarya olmasın. Kendi egemen olduğu dünyayı elbette ki en iyi dünya olarak görür burjuvazi. Burjuva sosyalizmi bu iç ferahlatıcı tasarımını yanı ya da tam bir sistem oluşturmaya kadar vardırır. Kendisinin sistemlerini gerçekleştirmesini ve bu yeni Kudüs'e dahil olmasını proletaryadan talep ederken, aslında ona yalnızca, bugünkü toplumun içinde kal ama bu topluma ilişkin nefretlik düşüncelerinden arın, demiş oluyor.<br /><br />[Bu] sosyalizmin daha az sistematik ve biraz daha pratik bir ikinci biçimiyse, bu yaşam koşullarında şu ya da bu siyasal dönüşümün değil de yalnızca bir tek değişimin, yani yalnızca ekonomik koşullarda bir değişimin yararlı olabileceğini kanıtlayarak işçi sınıfının her devrimci hareketini sakatlamaya uğraşmıştır. Ama bu sosyalizmin, maddi varoluş koşullarını değiştirmek derken düşündüğü, asla ancak devrimci yolla olabilecek burjuva üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması değildir, onun düşündüğü, bu üretim ilişkileri zemininde uygulanacak, yani sermaye ile ücretli çalışma arasındaki ilişkide hiçbir şeyi değiştirmeyen, olsa olsa burjuvazinin egemenliğinin bedellerini azaltıp devlet bütçesini basitleştirecek yönetsel düzeltmelerdir.<br /><br />Burjuva sosyalizmi kendine uyan ifadeyi, salt konuşan figür durumuna gelmekte bulur ancak.<br /><br />Serbest ticaret! Çalışan sınıfın çıkarına. Korumacı gümrük! Çalışan sınıfın çıkan için. Hücreli hapishaneler! Çalışan sınıfın çıkarına. Burjuva sosyalizminin ciddi niyetli olduğu son sözdür bu.<br /><br />Burjuvazinin sosyalizmi, zaten burjuvaların —çalışan sınıfın çıkarına— burjuva olduklarını savunmaktan ibarettir.<br />3. Eleştirel-Ütopyacı Sosyalizm<br />ve Komünizm<br /><br />Burada, tüm modern devrimlerde proletaryanın taleplerini dile getirmiş olan yazından söz etmiyoruz. (Babeuf'ün yazıları vb.)<br /><br />Genel bir başkaldırı çağında, feodal toplumun yıkılma döneminde, proletaryanın doğrudan kendi sınıf çıkarını kabul ettirmeye yönelik ilk çabaları, hem proletaryanın kendi gelişmemişliğinden dolayı, hem de kurtuluşu için ancak burjuva dönemin ürünü olabilecek maddi koşulların eksikliğinden dolayı, kaçınılmaz biçimde yenilgiye uğradı. Proletaryanın bu ilk hareketlerini izleyen devrimci yazın, içerik olarak ister istemez gericidir. Genel bir derviş kanaatkârlığı ve kaba bir eşitçilik önerir.<br /><br />Esas sosyalist ve komünist sistemler, St-Simon'un, Fourier'nin, Owen'ın vb. sistemleri, proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin yukarıda belirttiğimiz gelişmemiş ilk döneminde ortaya çıktılar. (Bkz: Burjuvalar ve Proleterler.)<br /><br />Bu sistemleri bulanlar gerçi sınıf karşıtlığını egemen toplumun kendisindeki çözücü unsurların etkinliği olarak görüyorlar. Ama proletarya cephesinde hiçbir tarihsel özerk girişkenlik, ona özgü hiçbir siyasal hareket görmüyorlar.<br /><br />Sınıf karşıtlığının gelişimi, sanayinin gelişimiyle başa baş yürüdüğü için, onların önünde proletaryanın kurtuluşunun maddi koşulları da bulunmuyor ve öncelikle bu koşulları yaratmanın toplumsal yasaları, toplumsal bilimi peşinde gidiyorlar.<br /><br />Toplumsal faaliyetin yerini onların bulucu kişisel faaliyetlerinin alması gerekiyor, kurtuluşun tarihsel koşullarının yerini fantezinin alması, proletaryanın sınıf olarak adım adım gelişen örgütlenmesinin yerini kendi bulup çıkardıkları toplumsal örgütlenmenin alması gerekiyor. Onlara göre geleceğin dünya tarihi, propagandaya ve kendi toplum tasarımlarının uygulamada hayata geçirilmesine indirgeniyor.<br /><br />Tasarımlarında esasen en çok acı çeken sınıf olarak emekçi sınıfın çıkarlarını temsil ettiklerinin bilincindeler gerçi. Ama proletarya onların gözünde yalnızca en çok acı çeken sınıf olma özelliğiyle var.<br /><br />Gerek sınıf mücadelesinin gelişmemiş biçimi, gerekse kendi yaşam konumları, sınıf karşıtlığının çok üstünde olduklarını sanmaya götürmüştür onları. Toplumun tüm üyelerinin, en iyi durumda olanların da, yaşam koşullarını iyileştirmek isterler. Bu yüzden hiç ayrım gözetmeksizin sürekli toplumun tümüne, hatta özellikle de egemen sınıfa çağrı yaparlar. Çünkü sistemleri bir anlaşılsa, o sistemin en iyi toplum için en iyi tasarım olduğu kesin kabul edilecektir onlara göre.<br /><br />Böyle baktıkları için de en başta devrimci eylemler olmak üzere tüm siyasal eylemleri kınarlar, hedeflerine barışçı yollardan ulaşmak isterler ve kuşkusuz başarısızlığa uğrayan küçük deneylerle, örnek göstermenin gücüne dayanarak, yeni toplumsal mukaddes kitaba yol açmaya çalışırlar.<br /><br />Geleceğin toplumunun fantastik tasviri, proletaryanın henüz hiç gelişmemiş olduğu, dolayısıyla toplumu genel olarak dönüştürmek adına ilk anlamlı çıkışı için kendi tavrını da fantastik olarak kavradığı bir zamanda ortaya çıkmıştır.<br /><br />Ama sosyal[ist] ve komünist yazılar, eleştirel öğeler de taşımaktadır. Mevcut toplumun bütün temellerine saldırırlar. Bu nedenle işçilerin aydınlanması için son derece değerli malzeme bırakmışlardır. Geleceğin toplumuna ilişkin olumlu savları, örneğin kentle kır arasındaki karşıtlığın, ailenin, kişisel mülk edinmenin, ücretli çalışmanın kaldırılması, toplumsal uyumun öngörülmesi, devletin salt üretimin yönetimine dönüştürülmesi —bütün bu savlar, henüz yeni yeni gelişmeye başlayan ve onların da ancak biçimlenmemiş ilk belirsizlik evresinde tanıdıkları sınıf karşıtlığının ortadan kalkışını dile getirmektedir yalnızca. Dolayısıyla bu savlar henüz salt ütopik bir anlam taşırlar.<br /><br />Eleştirel-ütopik sosyalizm ve komünizmin önemi, tarihsel gelişimle ters orantılıdır. Sınıf mücadelesi ne oranda gelişmiş ve biçimlenmişse ona ilişkin bu fantastik bakış ve ona yönelik bu fantastik mücadele, kuramsal haklılığını, pratik değerini aynı oranda yitirir. Bu nedenle bu sistemlerin kurucuları yine de pek çok yönden devrimci oldukları halde, onların öğrencileri hep genci uçları oluştururlar. Proletaryanın tarihsel ilerlemesi karşısında inatla ustalarının eski görüşlerine sarılırlar. Bu yüzden sonuçta sınıf mücadelesini törpülemeye ve karşıtlıkları uzlaştırmaya uğraşırlar. Hala toplumsal ütopyalarını deney yoluyla gerçekleştirme, ayrık phalanstere'ler oluşturma, home-colony'ler kurma, küçük bir İkarya[ 8 ] —yeni Kudüs'ün on iki sayfalı forma baskısı— meydana getirme düşleri kurarlar ve bütün bu İspanyol şatolarının yapımı için de burjuva yüreklerdeki ve cüzdanlardaki insanseverliğe başvurmak zorunda kalırlar. Giderek yukarıda anlattığımız genci veya tutucu sosyalistler kategorisine düşerler, tek farkla ki, çok daha sistematik bilgiçlik vardır bunlarda ve kendi sosyal bilimlerinin yaratacağı mucizeye körü körüne inanmışlardır.<br /><br />Bu yüzden, işçilerin olsa olsa yeni mukaddes kitaba cahilce inançsızlıktan kaynaklanabilen her çeşit siyasal hareketine kahırla karşı çıkarlar.<br /><br />İngiltere'de Owen'cilar Çartistlere karşı, Fransa'da Fourier'ciler Reformculara karşı böyle tepki gösteriyorlar.<br />IV - Komünistlerin Çeşitli Muhalefet Partilerine Karşı Konumu<br /><br />II. Bölüm'e bakınca, komünistlerin halen kurulu bulunan işçi partilerine, yani İngiltere'de Çartistlere, Kuzey Amerika'da tarım reformcularına karşı tutumları kendiliğinden anlaşılır.<br /><br />Komünistler, işçi sınıfının en yakın amaçları ve çıkarları için mücadele ederler ama bugünün hareketi içinde hareketin geleceğini de temsil ederler. Fransa'da komünistler, tutucu ve köktenci burjuvaziye karşı sosyalist-demokratik partiyle[ 9 ] ittifak kuruyorlar, ama devrimci kalıntılardan gelen lafazanlıklara ve göz boyamalara karşı eleştirel tavırlarını da saklı tutuyorlar.<br /><br />İsviçre'de radikalleri destekliyorlar, ama bu partinin, bir bölüğü Fransa'daki anlamıyla demokratik-sosyalist, bir bölüğü ise radikal burjuva olan birbiriyle çelişik unsurlardan meydana geldiğini gözden kaçırmaksızın.<br /><br />Polonya'da komünistler, ulusal kurtuluşu tarım reformu şartına bağlayan partiyi destekliyor, 1846 Krakov Ayaklanmasını hayata geçiren de bu partiydi.<br /><br />Almanya'da burjuvazi devrimci çıkış yaptığında komünist partisi, mutlakçı monarşiye, feodal toprak mülkiyetine ve küçük burjuvalığa karşı burjuvaziyle birlikte mücadele etti. Ama Alman işçilerinin, burjuvazinin egemenliğiyle birlikte gelmesi gereken toplumsal ve siyasal koşulları bir o kadar burjuvaziye karşı yöneltebilmeleri, yani Almanya'da genci sınıfların yıkılmasının hemen ardından burjuvazinin kendisine karşı mücadeleyi başlatabilmeleri için, komünist partisi, burjuvazi ile proletarya arasındaki düşmanca karşıtlığa ilişkin olabildiğince berrak bir bilinci işçilerde oluşturmayı da bir an olsun ihmal etmedi.<br /><br />Almanya bir burjuva devriminin eşiğine geldiği için ve bu dönüşüm esasen Avrupa uygarlığının daha gelişkin koşullarına denk geldiği ve 17. yüzyıl İngiltere'sinden, 18. yüzyıl Fransa'sından çok daha gelişmiş bir proletarya ile tamamlanacağı için, yani Alman burjuva devrimi bir proleter devrimin ancak doğrudan bir "ön oyunu" olabileceği için, komünistler, esas dikkatlerini Almanya'ya yöneltiyorlar.<br /><br />Tek kelimeyle komünistler, mevcut toplumsal ve siyasal durumlara karşı her yerde ve her çeşit devrimci hareketi destekliyorlar.<br /><br />Tüm bu hareketler içinde, hangi gelişkinlik aşamasında olursa olsun mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne çıkarıyorlar.<br /><br />Nihayet ancak komünistler her ülkenin demokratik partilerinin her yerde birleşip anlaşması için çalışıyorlar.<br /><br />Komünistler, görüş ve niyetlerini gizlemeyi reddederler. Amaçlarına ancak bugüne kadarki tüm toplumsal düzenin zorla yıkılmasıyla ulaşabileceklerini açıkça bildirirler. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları.<br /><br />Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!<br /><br />Yazılış: Aralık 1847'den Ocak 1848'e kadar.<br />Dipnotlar<br /><br />[ 1 ] [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br /><br />Burjuvazi, deyince, toplumsal üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran ve ücretli emeği sömüren modern kapitalistler sınıfını anlıyoruz. Proletarya, deyince ise, kendi mülkiyetinde üretim aracı bulunmadığından, yaşayabilmek için işgücünü satmak zorunda olan modern ücretli işçiler sınıfını anlıyoruz.<br /><br />[ 2 ]<br /><br />Daha kesin deyişle, elde bulunan yazılı tarih. Tüm yazılı tarihten önce gelen toplumsal ön tarih, 1847'de hemen hiç bilinmiyordu. O zamandan bu yana, Haxthausen, Rusya'da toprağın ortak mülkiyetini ortaya çıkardı, Maurer, tüm Alman kabilelerinin tarihsel başlangıç olarak bu temelde bulunduğunu kanıtladı ve giderek Hindistan'dan İrlanda'ya toplumun ilk biçiminin ortak toprak mülkiyetine sahip köy toplulukları olduğu bulundu. Nihayet Morgan'ın, gens'in hakiki doğasına ve kabiledeki konumuna ilişkin taçlandırıcı buluşuyla, bu ilkel komünal toplumun tipik yapısı ortaya kondu. Başlangıçtaki bu topluluk yapısının çözülmesiyle toplumun özel sınıflara ve sonunda karşıt sınıflara ayrılması başlıyor. [1888 İngilizce ve 1890 Almanca baskıya Engels'in notu.]<br />Bu çözülme sürecini "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni"nde izlemeye çalıştım; ikinci baskı, Stuttgart 1886. [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br /><br />[ 3 ] [1888 İngilizce ve 1890 Almanca baskıya Engels'in notu.]<br /><br />Hatta "üçüncü kesim" olarak feodal beylerinden ve ustalarından kendi özerk yerel yönetim ve siyasal haklarını koparma gücüne erişmeden önce de Fransa'da ortaya çıkan kentler "komün" diyorlardı kendilerine. Genel deyişle burada burjuvazinin ekonomik gelişimi için tipik ülke olarak İngiltere'yi, burjuvazinin siyasal gelişimi için de Fransa'yı ele aldık. [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br />İtalyan ve Fransız kent burjuvaları, ilk özerk yönetim haklarını feodal beylerinden zorla aldıktan veya satın aldıktan sonra kendi kent topluluk-larını böyle adlandırdılar. [1890 Almanca baskıya Engels'in notu.]<br /><br />[ 4 ]<br /><br />Marx, sonradan, işçinin emeğini değil, emek gücünü sattığını ortaya koydu. -çev.<br /><br />[ 5 ] [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br /><br />Kastedilen, 1660-1689 İngiliz restorasyon dönemi değil, 1814-1830 Fransız restorasyon dönemidir.<br /><br />[ 6 ] [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br /><br />Bu, özellikle toprak soyluluğunun ve toprak ağalığının, mülklerinin büyük kısmını kendi hesaplarına kâhyalarına işlettikleri ve bunun yanında ayrıca büyük pancar şekeri ve patates alkolü üreticisi oldukları Almanya'ya ilişkindir. İngiliz aristokratları henüz o kadar düşmemişlerdir; ama az ya da çok kuşkulu anonim şirket kurucularına adlarını devretmek yoluyla rantların düşüşüne karşı rekabete nasıl girilebileceğini onlar da biliyor.<br /><br />[ 7 ] [1890 Almanca baskıya Engels'in notu.]<br /><br />1848 devrim dalgası tüm bu bayağı akımı ortalıktan süpürdü ve onlarda sosyalistlik yapma hevesi bırakmadı. Bu akımın esas temsilcisi ve tipi Bay Karl Grün'dür.<br /><br />[ 8 ]<br /><br />Phalanstere, Charles Fourier'nin tasarladığı sosyalist kolonilerin adıydı; Cabet, kendi ütopyasını ve sonra Amerika'daki komünist kolonisini İkarya diye adlandırıyordu. [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br />Kendi komünist model toplumlarını Owen, home-colony'ler olarak adlandırıyor (ülke içi koloniler). Phalanstare, Fourier'nin tasarladığı toplumsal saraylardı. İkarya, komünist düzenlerini Cabet'in tasvir ettiği ütopik fantezi ülkesiydi. [1890 Almanca baskısına Engels'in notu.]<br /><br />[ 9 ]<br /><br />O zamanlar parlamentoda Ledru-Rollin'in, yazında Louis Blanc'ın ve basında "Réforme" adlı günlük gazetenin temsil ettiği parti. "Sosyal demokrasi" adı, onu bulanlar için, demokratik bir partide veya cumhuriyetçi bir partide az ya da çok sosyalist renkte bir seksiyon anlamına gelmekteydi. [1888 İngilizce baskıya Engels'in notu.]<br />O zamanlar Fransa'da kendine sosyalist-demokratik diyen parti, Ledru--Rollin'in siyasal, Louis Blanc'ın da yazınsal olarak temsil ettiği partiydi; yani bugünkü Alman Sosyal demokrasisinden dağlar kadar farklıydı. [1890 Almanca baskıya Engels'in notu.] <br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-89411630205770693032008-07-27T12:07:00.000-07:002008-07-27T12:18:18.816-07:00Fütürizm Manifestosu - F.T. Marinetti - 1909* Biz tehlikeye karsi duydugumuz sevgiyi, enerjiyi ve atilganliga duydugumuz yakinligi yuceltmek istiyoruz.<br /><br />* Yureklilik, gozupeklik ve baskaldiri, bizim yazimizin en temel ogeleri olacaktir.<br /><br />* Bugune dek yazin, dusunce tembelliginden, kendisinden gecmeden ve uykudan ovgu ile soz etmistir. Biz ise simdi saldirgan devrimi, atesli uykusuzlugu, kosar adimi, olum taklasini, tokadi ve yumrugu ovuyoruz.<br /><span class="fullpost"><br />* Dunyanin guzelliginin, yeni bir guzellikle daha da zenginlestigini acikliyoruz: Bu guzellik, hizin guzelligidir. Karoserisini, icine cektigi havanin etkisi ile patlayacakmis goruntusu veren yilan benzeri borularin susledigi bir yaris arabasi motoru isitilirken son derece yuksek bir gurultu cikaran araba, Samothrakeli Nike'dan daha guzeldir.<br /><br />* İdeal ekseni, kendi yorungesinde hizla ilerleyen dunyayi dolasan dumeni elinde bulunduran insani yuceltmek istiyoruz.<br /><br />* Yazar, temel elementlerinin atesli tutkularini cogaltmak icin gonullu ve ictenlikle kendine vermekten cekinmemelidir.<br /><br />* Guzellik artik yalnizca savasimda sozkonusudur. Saldirgan ozelliklerden yoksun bir yapit, basyapit olamaz. Yazin, insanlarin onunde saygiyla egilmelerini saglamak amaci ile bilinmeyen guclere yapilan bir saldiri olarak algilanmalidir.<br /><br />* Biz cagimizin en son asamasinda bulunuyoruz!Olanaksizligin gizemli kapilarini acmak icin neden geriye bakalim? Zaman ve mekan dun yok olmustur. Bizler artik mutlak olanda yasiyoruz, cunku artik sonsuz ve herzaman icin var olacak olan hizi yaratmis bulunuyoruz.<br /><br />* Muzeleri, kitapliklari ve her turlu akademiyi yikmak ve ahlakciliga, feminizme ve belli cikarlar ve amaclardan kaynaklanan korkakliga karsi savas acmak istiyoruz.<br /><br />* Calisan, eglenen ve ayaklananlara neden olan buyuk insan kitlelerini yuceltmek istiyoruz; cagdas baskentlerdeki renkli ve cok sesli devrimci akimlari yuceltmek istiyoruz; goz kamastiran elektrikli aylar tarafindan aydinlatilan silah depolarini ve tersanelerini, dumanli yilanlara benzer trenleri yutan istasyonlari; goge yukselen dumanlariyla bulutlara asili duran fabrikalari, dev aletleri gibi nehirlerin iki yakasini birlestiren ve gunes isiginda bicak gibi parlayan kopruleri, gogu inleten ve seruvenler pesinde kosan vapurlari, raylarda, borularla cevrelenmis dev celik beygirler gibi kosmakta olan genis goguslu lokomatifleri ve ruzgarda bir bayrak gibi sallanan ve coskulu bir toplulugun alkisini andiran pervanesiyle goklerde kayarcasina ucan ucaklari yuceltmek istiyoruiz.<br /><br />(20 Ocak 1909'da "Le Figaro" Gazetesinde F.T. Marinetti'nin yayinladigi "Le Futurisme" bildirisi.)<br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-54464978784465645962008-07-27T12:05:00.000-07:002008-07-27T12:06:34.913-07:00Russell-Einstein Manifestosu9 Temmuz 1955’te Londra’da Bertrand Russell tarafından okundu. Bildiriyi Albert Einstein da imzalamıştır.<span class="fullpost"><br /><br /><br />Manifestodan bir bölüm;<br /><br /> * İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu trajik durumda, bilim insanlarının kitle imha silahlarının geliştirilmesi sonucunda ortaya çıkan tehlikeleri değerlendirmek üzere bir konferansta bir araya gelmesi ve ekteki taslağın ruhuna uygun bir kararı tartışması gerektiğini düşündük. Biz burada bugün; o veya bu ulusun, kıtanın veya inancın üyeleri olarak değil, birer insan olarak, varlığının devamı şüpheye düşen İnsan türünün üyeleri olarak konuşuyoruz. Dünya çatışmalarla dolu ve tüm küçük çatışmaların üzerinde Komünizm ile Komünizm karşıtları arasındaki o büyük mücadele var. Siyasi bir bilinci olan hemen herkes bu konuların biri veya daha fazlası hakkında kuvvetli fikirlere sahiptir; ancak sizden, yapabilirseniz şayet, söz konusu düşünceleri bir kenara koyup kendinizi dikkate değer bir geçmişi bulunan ve yok oluşunu hiç birimizin arzu etmeyeceği biyolojik türün üyeleri olarak düşünmenizi istiyoruz.<br /><br />Herhangi bir tarafı kayıracak tek bir söz bile söylememeye çalışacağız. Hepsi, aynı oranda tehlike içerisindeler ve şayet bu tehlike anlaşılabilirse bunu işbirliğiyle önlemek için umut olabilir. Yeni bir şekilde düşünmeyi öğrenmemiz lazım. Kendimize, hangi grubu tercih edersek edelim askeri zaferi sağlayacak hangi adımların atılması gerektiğini değil, tarafların tümü için yıkıcı olabilecek bir askeri mücadeleyi önlemek için hangi adımların atılması gerektiğini sormayı öğrenmek zorundayız. Kamuoyunda ve hatta yönetimde çeşitli kademelerde bulunan insanlar bile nükleer bombalarla gerçekleştirilecek bir savaşın neler getireceğinin farkında değil. Kamuoyu hâlâ sadece basitçe şehirlerin yok edileceğini düşünüyor. Yeni bombaların eskisinden daha güçlü olduğunu ve bir Atom bombasının Hiroşima'yı yok edebildiğini düşünürsek, Hidrojen bombasının Londra, New York ve Moskova gibi en büyük şehirleri yok edebileceği anlaşılıyor. Hidrojen bombalarıyla yapılacak bir savaşta büyük şehirlerin yok edileceğine şüphe yok. Ancak bu karşı karşıya kalınacak felaketlerin en küçüğü olacaktır. Londra, New York ve Moskova’daki herkes ortadan kaldırılırsa dünya kendini birkaç yüzyılda toparlayabilir. Ancak, özellikle Bikini testinden beri artık biliyoruz ki bu nükleer bombalar, yıkımı öngörülen bölgenin dışına, daha geniş bir alana aşamalı olarak yaymaktadır. Bir yetkilinin belirttiğine göre yeni nesil bir bomba Hiroşima’yı yıkan bombadan 2,500 kat daha güçlü bir şekilde üretilebilmektedir. Böyle bir bomba yerde veya su altında patlatıldığında üst hava katmanlarına radyoaktif parçacıklar göndermektedir. Daha sonra yavaş yavaş çökerek dünyanın yüzeyine öldürücü toz ve yağmurlar olarak inmektedirler. Japon balıkçıları ve yakaladıkları balıkları zehirleyen işte bu tozdur..."<br /><br />kaynak: wikipedia.org<br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-2526615493463527972008-07-26T08:43:00.000-07:002008-07-26T08:50:26.439-07:00Sanayi Toplumu ve Geleceği - Unabomber (Ted John Kaczynski)Giriş.<br /><br />1. Sanayi Devrimi ve sonuçları insan soyu için bir<br />felaket oldu. Bu sonuçlar, “gelişmiş” ülkelerde<br />yaşayan bizlerin yaşamdan beklentilerimizi oldukça<br />arttırırken toplumun dengesini bozdu, yaşamı<br />anlamsızlaştırdı, insanları aşağılamalara maruz bıraktı,<br />yaygın psikolojik acılara (3. Dünya’da fiziksel acılara<br />da) yol açtı ve doğal dünyayı şiddetli zararlara uğrattı.<br />Teknolojik ilerleyişin devamı durumu daha da<br />kötüleştirecek; insanları daha büyük aşağılamalara<br />maruz bırakıp, doğal yaşamda daha fazla zarara sebep<br />olacak; büyük olasılıkla daha fazla sosyal bozulmaya<br />ve psikolojik acılara yol açacak; belki de “gelişmiş”<br />ülkelerde bile fiziksel acıların artmasına neden olacak.<span class="fullpost"><br /><br />2. Endüstriyel-teknolojik sistem devam edebilir veya<br />yıkılabilir. Eğer devam ederse, sonunda psikolojik ve<br />fiziksel acılar daha düşük seviyelere inebilir; ancak<br />uzun ve acı dolu bir alışma döneminden sonra ve<br />insanlarla diğer pek çok yaşayan organizmayı işlenmiş<br />birer ürün ve çark dişlilerine indirgemek pahasına.<br />Üstelik, sistem devam ederse, sonuçları kaçınılmaz<br />olacak. Sistemi, insanların saygınlığını ve<br />bağımsızlığını elinden almayacak bir şekilde<br />yenilemenin veya değiştirmenin bir yolu yok.<br /><br />3. Eğer sistem çökerse, sonuçları yine çok acı verici<br />olacak. Ancak, sistem büyüdükçe çökmesinin<br />sonuçları da daha dehşetli olacağından eğer çökecekse<br />en kısa zamanda çökmesinde fayda var.<br /><br />4. Biz, bu nedenle, endüstriyel sisteme karşı bir<br />devrimi savunuyoruz. Bu devrim, şiddetli veya<br />şiddetsiz olabilir, hemen gerçekleşebilir veya birkaç<br />on yıla yayılarak görece daha aşamalı olabilir.<br />Bunların hiçbirini şimdiden bilemeyiz. Ancak, biz,<br />endüstriyel sistemden nefret edenlerin, bu çeşit bir<br />topluma karşı bir devrimi hazırlamak için atmaları<br />gereken adımların bir taslağını çiziyoruz. Bu,<br />POLİTİK bir devrim olmayacaktır. Amacı ise<br />hükümetleri değil, bugünkü toplumun ekonomik ve<br />teknolojik temelini yıkmak olacaktır.<br /><br />5. Bu makalede, endüstriyel-teknolojik sistemin<br />doğurduğu olumsuz gelişmelerin yalnızca bazılarına<br />değindik. Benzer diğer gelişmeleri yalnızca kısaca<br />açıkladık veya tümüyle göz ardı ettik. Bu, diğer<br />gelişmeleri önemsiz bulduğumuz anlamına gelmez.<br />Ancak pratik nedenlerden dolayı tartışmamızı yalnızca<br />yeterince toplumsal ilgi çekmeyen veya yeni bir şeyler<br />söyleyebileceğimiz alanlarla sınırlamak zorundayız.<br />Örneğin, iyi örgütlenmiş çevreci ve vahşi doğayı<br />savunan hareketler bulunduğundan, oldukça önemli<br />olduğunu düşünmemize rağmen çevre kirliliği veya<br />vahşi doğanın yıkımı hakkında çok az şey yazdık.<br /><br />Modern Solculuğun Psikolojisi<br /><br />6. Aşağı yukarı herkes, çok sorunlu bir toplumda<br />yaşadığımızı kabul edecektir. Dünyamızın içinde<br />bulunduğu çılgınlığın en yaygın göstergesi solculuk<br />olduğu için, solculuğun psikolojisi üzerine bir<br />tartışma, günümüz toplumunun sorunları konusunda<br />genel bir tartışmaya bir giriş görevi yapabilir.<br /><br />7. Peki ama solculuk nedir? Yirminci yüzyılın ilk<br />yarısında solculuk pratikte sosyalizmle<br />özdeşleştirilebilirdi. Bugün ise bu hareket<br />parçalanmıştır ve kime tam anlamıyla solcu<br />denilebileceği açık değildir. Biz, bu makalede solcu<br />dediğimizde, temelde sosyalistleri, kollektivistleri,<br />“politik açıdan dürüst” tipleri, feministleri, gay ve<br />özürlü hakları savunucularını, hayvan hakları<br />eylemcilerini ve benzerlerini düşünüyoruz. Ancak bu<br />hareketlerin herhangi biriyle ilgisi olan herkes solcu<br />değildir. Bizim bu tartışmada hedeflediğimiz, bir<br />hareketin ya da ideolojinin psikolojik açıdan<br />incelenmesi ya da bağlantılı tiplerin genel olarak<br />incelenmesidir. Neyse, “solculuk” tan neyi<br />kastettiğimiz, solcu psikolojisi üzerine tartışmamız<br />ilerledikçe daha açık bir hal alacaktır. (Ayrıca 227-<br />230. paragraflara bakınız).<br /><br />8. Yine de, solculuk kavramımız açık olmaktan çok<br />uzak olsa da, bu duruma bir çare bulunamayacak gibi<br />görünüyor. Yapmaya çalıştığımız tek şey, çağdaş<br />solculuğun temel dürtüsünü oluşturduğuna<br />inandığımız iki psikolojik eğilimi kabaca ve yaklaşık<br />olarak göstermek. Hiçbir şekilde solcu psikolojisi<br />hakkındaki TÜM gerçeği anlattığımızı iddia<br />etmiyoruz. Ayrıca, tartışmamız yalnızca çağdaş<br />solculuğu ele almak kastında. Tartışmamızın, 19.<br />yy.daki ve 20. yy.ın başındaki solculara ne derece<br />uyarlanabileceği sorusunu tartışmaya açık bırakıyoruz.<br /><br />9. Çağdaş solculuğun temelinde yatan iki eğilime<br />“aşağılık duygusu” ve “aşırı toplumsallaşma” adını<br />veriyoruz. Aşağılık duygusu, çağdaş solculuğun<br />bütününde görülen bir özellikse de, aşırı<br />toplumsallaşma, çağdaş solculuğun yalnızca belli bir<br />kesiminde görülen bir özelliktir; ancak bu kesim<br />oldukça etkilidir.<br /><br />Aşağılık Duygusu<br /><br />10. “Aşağılık duygusu”ndan kastımız, yalnızca katı<br />anlamda aşağılık duygusu değil, buna ilişkin<br />özelliklerin bütün bir yelpazesidir: Kendine az değer<br />verme, güçsüzlük duyguları, depresif eğilimler,<br />yenilmişlik, suçluluk, kendinden nefret etme vb.<br />Bizce, çağdaş solcular (az ya da çok bastırılmış9 böyle<br />duygulara meyildirler ve bu duygular çağdaş solun<br />yönünü belirlemede etkilidir.<br /><br />11. Biri, kendisi (veya bağlı bulunduğu grup)<br />hakkında söylenen her şeyi kötü anlarsa, onun aşağılık<br />duygusuna sahip olduğuna veya kendisine az değer<br />verdiğine kanat getiririz. Bu eğilim, hakkını<br />savunduğu azınlığa ait olsun ya da olmasın, azınlık<br />hakları savunucularında görülür. Onlar, azınlıkları<br />belirtmek için söylenen kelimeler ve azınlıklarla ilgili<br />olarak söylenen her şey konusunda olağanüstü<br />hassastırlar. Afrikalılar için kullanılan “negro”,<br />Asyalılar için kullanılan “doğulu”, özürlüler için<br />kullanılan “sakat” veya kadınlar için kullanılan “piliç”<br />terimleri kökenlerinde hiçbir kötü çağırışım<br />taşımıyorlardı. “Karı” ve “piliç”, yalnızca “herif” veya<br />“züppe”nin dişi karşılıklarıydı. Eylemciler, bu<br />terimlere olumsuz anlamları kendileri yakıştırdılar.<br />Bazı hayvan hakları savunucuları, “evcil hayvan”<br />terimini reddedip, yerine “dost hayvan” denmesinde<br />ısrar edecek kadar ileri gittiler. Solcu antropologlar,<br />ilkel halklar üzerinde olumsuz olarak algılanabilecek<br />herhangi bir şey söylemekten kaçınmak için büyük<br />çaba sarf ediyorlar. “İlkel” sözcüğünün yerine “okuma<br />yazması olmayan” sözcüğünü yerleştirmek istiyorlar.<br />Herhangi bir ilkel kültürün bizimkinden daha aşağı<br />olduğunu ima edebilecek herhangi bir şey konusunda<br />neredeyse paranoyak gibi davranıyorlar. (Biz, ilkel<br />kültürlerin bizimkinden daha aşağı OLDUĞUNU<br />söylemek istemiyoruz. Yalnızca solcu antropologların<br />aşırı hassasiyetine dikkat çekiyoruz.)<br /><br />12. “Politik ahlaksızlık” terminolojisine karşı en<br />hassas insanlar, gettolarda yaşayan zenciler, Asyalı<br />göçmenler, tacize uğrayan kadınlar ya da özürlüler<br />değil, bu “baskı gören” gruplardan birine bile ait<br />olmayan, aksine toplumun ayrıcalıklı kesimlerinden<br />gelen eylemci azınlıktır. “Politik dürüstlük” en çok,<br />yüksek maaşlarıyla güvenleri, işleri olan ve çoğunu<br />üst sınıf ailelerinden gelen Heteroseksüel beyaz<br />erkeklerin oluşturduğu üniversite profesörleri<br />tarafından savunulur.<br /><br />13. Çoğu solcuda, bir şekilde aşağı bir imaja sahip<br />grupların problemleriyle yoğun bir özdeşleşme vardır:<br />Örneğin, zayıf (kadınlar), yenilmiş (Kızılderililer),<br />tiksindirici (homoseksüeller) imajları gibi. Solcuların<br />kendileri de bu grupların aşağı olduğunu hisseder.<br />Bunu asla kendilerine itiraf edemeseler de, onların<br />problemleriyle özdeşleşmeleri, kesinlikle bu grupları<br />aşağı görmelerindendir. (Kadınların, Kızılderililerin<br />vb. aşağı OLDUĞUNU ileri sürmek istemiyoruz;<br />sadece solu psikolojisi hakkında bir noktaya açıklık<br />getiriyoruz.)<br /><br />14. Feministler, kadınların da erkekler kadar güçlü ve<br />yetenekli olduğunu ispatlamak için umutsuzca<br />hevesleniyorlar. Açıkça görülüyor ki, kadınların<br />erkekler kadar yetenekli ve güçlü<br />OLMAYABİLECEKLERİNDEN için için<br />korkuyorlar.<br /><br />15. Solcularda, güçlü, iyi ve başarılı imaja sahip her<br />şeyden nefret etme eğilimi vardır. Amerika’dan nefret<br />ederler, Batı uygarlığından nefret ederler, beyaz<br />erkeklerden nefret ederler, akılcılıktan nefret ederler.<br />Solcuların, Batı’dan vb. den nefret etmek için öne<br />sürdükleri nedenler, gerçek nedenleriyle aynı değildir.<br />Batı’dan, savaşçı, emperyalist, cinsiyetçi vb. olduğu<br />için nefret ettiklerini SÖYLERLER; ancak aynı<br />hatalar sosyalist ülkelerde veya ilkel kültürlerde ortaya<br />çıktığında, bir solcu onlar için bahaneler bulur veya en<br />iyi koşulda, İSTEMEYEREK bunların varlığını kabul<br />eder ve büyük bir ATEŞLİLİKLE bu hataların Batı’da<br />da bulunduğunu belirtir (ve genelde çok abartı).<br />Böylelikle, açıktır ki, bu hatalar, bir solcunun Amerika<br />ve Batı’dan nefret etmek için gerçek nedenleri<br />değildir. O, güçlü ve başarılı olduğu için Amerika ve<br />Batı’dan nefret etmektedir.<br /><br />16. “Kendinden emin olmak”, “kendine güven”,<br />“öncelik”, “girişim”, “iyimserlik” vb. gibi kelimeler<br />liberal ve solcu sözcük dağarcığında çok küçük yer<br />alır. Solcu, bireycilik karşıtı, kollektivist taraftarıdır.<br />O, toplumun, herkesin problemini çözmesini, herkesin<br />ihtiyaçlarını karşılamasını, onlara bakmasını ister.<br />Kendi problemlerini çözebilme ve kendi ihtiyaçlarını<br />karşılayabilme yetisine güvenebilen biri değildir.<br />Solcu, rekabet kavramına muhaliftir çünkü içten içe<br />kendini yenilmiş gibi hisseder.<br /><br />17. Çağdaş solcu entelektüellere çekici gelen sanat<br />şekilleri genelde sefalet, yenilgi ve umutsuzlu<br />üzerinde odaklanmaya meyillidir, ya da sanki akılcı<br />hesaplamalarla hiçbir şey başarma ümidi yokmuş ve<br />yapılabilecek tek şey insanın kendisini o anki<br />duygulara bırakmasıymış gibi bir hava takınır.<br /><br />18. Çağdaş solcu düşünürler, akıl, bilim ve nesnel<br />gerçekliği reddedip her şeyin kültürel olarak göreceli<br />olduğunda ısrar etme eğilimindedirler. Bilimsel<br />bilginin kökenleri ve nesnel gerçekliğin nasıl<br />tanımlanabildiği (eğer tanımlanabilirse) konusunda<br />ciddi sorular sorulabileceği doğrudur. Ancak, çağdaş<br />solcu düşünürlerin, bilginin kaynaklarını sistematik bir<br />biçimde çözümleyen, soğukkanlı birer mantıkçı<br />olmadığı da açıktır. Onlar, gerçekliğe ve doğruya<br />yönelttikleri bu saldırıya gönülden bağlıdırlar.bu<br />kavramlara, kendi psikolojik ihtiyaçlarından ötürü<br />saldırırlar. Bir kere, onların saldırıları<br />düşmanlıklarının dışa vurumudur ve başarılı olduğu<br />ölçüde de, güç dürtülerini tatmin eder. Daha da<br />önemlisi solcu, bilimden ve akılcılıktan nefret eder;<br />çünkü bunlar bazı inançları doğru (başarılı, üstün vb.)<br />olarak, diğerlerini ise yanlış (başarısız, aşağı vb.)<br />olarak sınıflandırırlar. Solcunun aşağılık duygusu o<br />derece derindir ki, bazı şeylerin başarılı veya üstün,<br />diğerlerinin ise başarısız veya aşağı olarak<br />sınıflandırılmasına tahammül edemez. Birçok<br />solcunun akıl hastalığı kavramını ve IQ testlerin<br />yararını reddetmesinin temelinde bu yatar. İnsanların<br />yetenek ve davranışların genetik açıklamaların<br />solcular karşıdır; çünkü böyle açıklamalar, bazı<br />insanları diğerlerin karşı üstün veya aşağı gösterir.<br />Solcular bir bireyin yeteneğinin veya yeteneksizliğinin<br />faturasını topluma çıkarmayı yeğlerler. Yani, eğer bir<br />insan “aşağı” ise, o kişi iyi yetiştirilmediğindendir, bu<br />kendi hatası değil toplumun hatasıdır.<br /><br />19. Solcu aşağılık duygusunun etkisiyle bir övüngen,<br />egoist, palavracı, yalnızca acımasız bir rekabetçi<br />haline gelen bir kişi değildir. Bu tip insan kendisine<br />olan güvenini daha tamamıyla kaybetmiş değildir. Bu<br />insanın kendi gücü ve değeri konusunda biraz şüphesi<br />olsa da, kendini hala güçlü olma yetisi olan birisi<br />olarak görür ve kendini güçlü biri yapma çabaları bu<br />hoş olmayan davranışlarına neden olur.(1) Ancak, bir<br />solcu bu durumun çok ötesindedir. Onun aşağılık<br />duygusu öylesine kökleşmiştir ki, kendisinin bir birey<br />olarak güçlü ve değerli olduğunu düşünemez bile.<br />Sonra da solcu kolektivizmi. O, yalnızca kendisini<br />özdeşleştirdiği büyük bir örgütlenmenin ya da kitle<br />hareketinin bir üyesi olarak güçlü hisseder.<br /><br />20. Solcu taktiklerin mazoşist eğilimlerine dikkat edin.<br />Solcular protestolarını araçların önüne yatarak<br />yaparlar ya da polisi veya ırkçıları kendilerine<br />saldırmaları için tahrik ederler. Bu taktikler<br />çoğunlukla etkili olabilir, ama pek çok solcu bunları<br />bir sonuca varmak için değil, mazoşist taktikleri<br />TERCİH ETTİKLERİNDEN kullanır. Kendinden<br />nefret etme, bir solcu özelliğidir.<br /><br />21. Solcular eylemliliklerinin şefkatten veya ahlaki<br />prensiplerden kaynaklandığını iddia edebilirler; ahlaki<br />prensipler aşırı toplumsallaşmış solcu tipinde<br />gerçekten de bir yere sahiptir. Ancak, şefkat ve ahlaki<br />prensipler solcu eylemliliğin temel nedenleri olamaz.<br />Düşmanlık solcu tavırda çok önemli bir yer tutar; güç<br />dürtüsü de öyle. Üstelik, solcu tavrın önemli bir<br />parçası, solcuların yardım etmeye çalıştıklarını iddia<br />ettikleri insanlara yararlı olması için mantıken<br />hesaplanmamıştır. Örneğin eğer olumlayıcı eylemin<br />zenciler için iyi olacağı düşünülüyorsa, düşmanca<br />veya dogmatik bir olumlayıcı eylemde ısrar etmek<br />mantıklı mıdır? Olumlayıcı eylemin kendilerine karşı<br />ayrımcılık yaptığını düşünen beyazlara en azından<br />sözel ve sembolik jest anlamına gelebilecek<br />diplomatik ve uzlaştırıcı bir yaklaşım açıkça daha<br />verimli olacaktır. Ancak solcu eylemciler böyle bir<br />yaklaşıma girmezler; çünkü bu onların duygusal<br />gereksinimlerini karşılamayacaktır. Amaçları<br />zencilere yardım etmek değil, tersine, ırklar arası<br />sorunlar, onların kendi düşmanlıklarını ve<br />karşılanmamış güç ihtiyaçlarını ifade etmek için bir<br />bahane teşkil ediyor. Böyle yaparak zencilere aslında<br />zarar veriyorlar; çünkü, eylemcilerin beyaz çoğunluğa<br />karşı takındıkları düşmanca tavır, ırklar arası nefreti<br />yoğunlaştırıyor.<br /><br />22. Eğer toplumumuzun hiçbir sorunu olmasaydı bile,<br />solcular, yaygara koparmak için bir neden bulmak<br />üzere sorun İCAT ETMEK zorunda kalacaklardı.<br /><br />23. Bu anlattıklarımızın, solcu olarak görülen herkesin<br />kesin bir tanımı olma iddiasında bulunmadığını<br />vurguluyoruz. Bu, yalnızca solculuğun genel<br />eğiliminin belirtilmesidir.<br /><br />Aşırı Toplumsallaşma<br /><br />24. Psikologlar, “sosyalleşme” terimini, çocukların<br />toplumun isteklerine göre düşünme ve davranmayı<br />öğrendikleri süreci belirtmek için kullanırlar. Bir<br />insan, toplumunun ahlaksal törelerine inanıp uyarsa ve<br />o toplumun işleyen bir parçası olarak içinde yer alırsa,<br />onun iyi sosyalleşmiş olduğu söylenir. Pek çok<br />solcunun aşırı toplumsallaşmış olduğunu söylemek<br />mantıksız gibi gelebilir; çünkü solcular birer asi olarak<br />görülürler. Yine de bu fikir savunulabilir; pek çok<br />solcu göründüğü kadar asi değildir.<br /><br />25. Toplumumuzun ahlaki töreleri öyle sert ki, kimse<br />tamamıyla ahlaklı bir biçimde düşünemiyor,<br />hissedemiyor veya davranamıyor. Örneğin aslında hiç<br />kimseden nefret etmememiz gerekirken, neredeyse<br />herkes, herhangi bir zaman birinden nefret etmiştir<br />(bun kendisine itiraf etmiş olsa da, olmasa da). Bazı<br />insanlar öylesine aşırı toplumsallaşmışlardır ki, ahlaki<br />bir biçimde düşünme, hissetme ve davranma girişimi<br />onlara ağır bir yük olur. Bu insanlar da suçluluk<br />duygusunu azaltmak için, aslında ahlaki bir temeli<br />olmayan duygular ve hareketler için ahlaki<br />açıklamalar bularak motifleri konusunda kendilerini<br />sürekli aldatmak zorunda kalırlar. “Aşırı<br />toplumsallaşmış” terimini böyle insanları tanımlamak<br />için kullanıyoruz.(2)<br /><br />26. Aşırı toplumsallaşma, kendine az değer vermeye,<br />güçsüzlük, yenilmişlik ve suçluluk duygusuna ve<br />benzer şeylere yol açabilir. Toplumumuzun çocukları<br />toplumsallaştırmada kullandığı en önemli<br />yöntemlerden biri de, onları, toplumun beklentilerine<br />karşı gelen bir davranış veya söz için utandırmaktır.<br />Bu çok fazla yapılırsa, ya da çocuğun böyle duygulara<br />karşı özel bir hassasiyeti varsa, çocuk<br />KENDİSİNDEN nefret etmeye başlar. Üstelik, aşırı<br />toplumsallaşmış insanınkine göre, toplumun<br />beklentileriyle daha çok sınırlanmıştır. İnsanların<br />çoğunluğu önemli oradan uygunsuz davranışta<br />bulunur. Yalan söylerler, önemsiz hırsızlıklar yaparlar,<br />trafik kurallarını çiğnerler, işlerini asarlar, birinden<br />nefret ederler, acımasız sözler söylerler ya da başka<br />birini geçmek için sinsi hileler yaparlar. Aşırı<br />toplumsallaşmış bir insan, kabul edilmiş ahlaka karşı<br />gelen duygu veya düşünceleri suçluluk duymadan<br />yaşayamaz bile; “temiz olmayan” düşünceleri<br />düşünemez. Toplumsallaşma yalnızca bir ahlak<br />meselesi değildir; ahlak başlığı altında<br />toplanamayacak pek çok davranış normuna da uymak<br />üzere sosyalleşiriz. Böylece aşırı toplumsallaşan insan<br />psikolojik bir tasma ile bağlanır ve yaşamını,<br />toplumun onun için döşediği raylar üzerinde koşarak<br />geçirir. Bu, aşırı toplumsallaşmış pek çok insanda,<br />ciddi bir sıkıntı haline gelebilecek çekince ve<br />güçsüzlük duygusuna yol açar. Bizde, aşırı<br />toplumsallaşma insanlığın, bireye yaptığı en büyük<br />zulümdür.<br /><br />27. Biz çağdaş solun önemli ve etkili bir bölümünün<br />aşırı toplumsallaşmış olduğunu ve bu durumun çağdaş<br />solculuğun yönünü belirlemede çok önemli olduğunu<br />iddia ediyoruz. Aşırı toplumsallaşmış tipte solcular<br />genelde entellektüeller veya orta sınıfın üst<br />tabakalarının üyeleri arasından çıkar. Üniversite<br />entelektüellerinin(3) toplumumuzun en aşırı<br />toplumsallaşmış bölümünü ve ayrıca sol kanat<br />bölümünü oluşturduğuna dikkat edin.<br /><br />28. Aşırı toplumsallaşmış tipte bir solcu, isyan ederek,<br />psikolojik tasmasını çıkarmaya ve bağımsızlığını ilan<br />etmeye çalışır. Ancak, genelde toplumun en temel<br />değerlerine isyan edecek denli güçlü değildir. Genel<br />olarak konuşursak, bugünün solcularının amaçları,<br />kabul edilen ahlaklar çatışma içinde DEĞİLDİR. Tam<br />tersine, sol, kabul edilmiş ahlaki bir prensibi alarak<br />kendisininmiş gibi benimser ve sonra da toplumu bu<br />prensibe uymamakla suçlar. Örnekler: Irklar arası<br />eşitlik, cinslerin eşitliği, fakirlere yardım etmek,<br />savaşa karşı barış, genel olarak şiddet karşıtlığı, ifade<br />özgürlüğü, hayvanlara iyi davranmak. Daha da<br />temelde, bireyin topluma hizmet etme görevi ile<br />toplumun bireye bakma görevi. Tüm bunlar, uzun<br />zamandır toplumumuzun (ya da en azından orta ve üst<br />sınıfların)(4) kökleşmiş değerleridir. Bu değerleri<br />iletişimsel medya ile eğitim sistemi tarafından bize<br />sunulan materyallerin çoğunda, açıkça veya ima<br />edilerek ifade edilmişti veya koşul olarak öne<br />sürülmüştü. Solcular, özellikle de aşırı<br />toplumsallaşmış tiptekiler,, bu prensiplere<br />başkaldırmazlar ancak topluma karşı düşmanlıklarını,<br />(bir derece haklılık payıyla) toplumun bu ilkelere göre<br />yaşamadığını iddia ederek haklı çıkarırlar.<br /><br />29. Aşırı toplumsallaşmış bir solcunun, topluma<br />başkaldırdığını iddia ederken, onun geleneksel<br />tavırlarına nasıl da bağlı olduğunu gösteren bir örnek<br />verelim: pek çok solcu, olumlayıcı eylem için uğraşır;<br />zencileri iyi okullara sokmak için, zenci okullarında<br />daha gelişmiş bir eğitim ve böyle okullara daha fazla<br />para verilmesi için; zencilerin “alt sınıf”larının<br />yaşamlarını yüz karası olarak görür. Onlar, zencileri<br />sistemin içine sokmak; orta sınıfın üst tabakalarındaki<br />beyazlar gibi birer iş adamı, avukat, bilim adamı<br />yapmak istiyorlar. Buna solcuların cevabı, yapmak<br />istedikleri en son şeyin zencileri beyazların kopyası<br />haline getirmek olduğudur; aksine, Afro-Amerikan<br />kültürü korumak istiyorlardır. Ancak bunun neresi<br />Afro-Amerikan kültürünü korumakla uyumlu? Zenci<br />yemekleri yemek, zenci tarzı müzikleri dinlemek,<br />zenci tarzı giyinmek ve zenci tarzı bir kilise veya<br />camiye gitmekten daha fazlasının bulabilmeniz çok<br />zordur. Yani, kendisini yalnızca yapay yollarla ifade<br />edebilir. Tüm ESAS konularda, aşırı toplumsallaşmış<br />solcuların çoğu, bir zencinin orta sınıftan beyazlara<br />uymasını istiyorlar. Onu teknik konularda çalıştırmak;<br />onu bir yönetici veya bilim adamı yapmak; zencilerin<br />de beyazlar kadar iyi olduğunu göstersin diye,<br />yaşamını statü merdivenlerinde harcatmak istiyorlar.<br />Zenci babaları “sorumlu” hale getirmek istiyorlar,<br />zenci çetelerin şiddet kullanmamasını istiyorlar vb.<br />Ancak bunlar, kesinlikle endüstriyel teknolojik<br />sistemin değerleridir. Bir insan; okula gittiği, saygın<br />bir işte çalıştığı, statü merdivenini tırmandığı,<br />“sorumlu” bir ebeveyn olduğu ve şiddet kullanmadığı<br />vb. sürece, sistem, onun hangi müziği dinlediği, neler<br />giydiği veya hangi dine inandığıyla zerre kadar<br />ilgilenmez. Yani, aşırı toplumsallaşmış bir solcu, ne<br />kadar reddederse etsin, aslında, zencileri sisteme<br />sokmak ve onlara bu sistemin değerlerini kabul<br />ettirtmek istemektedir.<br /><br />30. Elbette ki, aşırı toplumsallaşmış tipte bile olsa,<br />solcuların, toplumun temel değerlerine ASLA<br />başkaldırmadığını iddia etmiyoruz, tabii ki bazen<br />başkaldırıyorlar. Bazı aşırı toplumsallaşmış solcular,<br />fiziksel şiddet kullanarak, toplumun en önemli<br />değerlerinden birine başkaldıracak kadar ileri bile<br />gittiler. Kendi ifadelerine göre, şiddet onlar için bir<br />“kurtuluş” çeşidi. Yani, şiddete başvurarak, içlerine<br />yerleştirilen psikolojik baskılardan kurtulabiliyorlar.<br />Aşırı toplumsallaşmış olduklarından, bu sınırlamalar<br />onlar için diğer insanlardan daha hapsedici olmuştur,<br />bu yüzden de onlardan kurtulmak isterler. Ama<br />genelde isyanlarını orta yolun değerleriyle haklı<br />çıkarırlar. Eğer şiddete başvurulursa, ırkçılığa karşı<br />savaştıklarının falan söylerler.<br /><br />31. Yukarıda, solculuk psikolojisine dair ortaya<br />koyduğumuz temel ilkelere pek çok itirazın<br />yükselebileceğinin farkındayız. Gerçek durum<br />karmaşık ve bunun ayrıntılı açıklaması, tüm gerekli<br />veriler elde olsaydı bile, birkaç cilt gerektirirdi. Bizim<br />iddiamız, yalnızca çağdaş solculuğun psikolojisindeki<br />en önemli iki eğilimi kabaca göstermiş olduğumuzdur.<br /><br />32. Solcuların problemleri, toplumumuzun bir bütün<br />olarak sahip olduğu problemleri de gösteriri. Kendine<br />az değer verme, depresif eğilimler ve yenilmişlik<br />duygusu yalnızca solla sınırlı değil. Solda özellikle<br />göze çarpıyor olsa da, bu sorunlar toplumumuzda<br />oldukça yaygın. Ve bugünün toplumu da, bizi, önceki<br />bütün toplumlardan daha fazla toplumsallaştırmaya<br />çalışıyor. Nasıl yiyeceğimizi, nasıl spor yapacağımızı,<br />nasıl sevişeceğimizi, çocuklarımızı nasıl<br />yetiştireceğimizi vb. bile uzmanlardan öğrenir hale<br />geldik.<br /><br />Güç Süreci<br /><br />33. İnsanlar, bizim “güç süreci” adının verdiğimiz bir<br />ihtiyaç içindedirler (büyük olasılıkla biyolojiye bağlı<br />olarak). Bu, güç ihtiyacıyla yakından ilgiliyse de, tam<br />olarak aynı şey değildir. Güç sürecinin dört öğesi<br />vardır. Bunların en açık olan üçüne Amaç, Çaba ve<br />Amaca Ulaşma adlarını veriyoruz. (Herkesin, ulaşmak<br />için çaba gerektiren amaçlara ve en azından<br />amaçlarının bazılarına ulaşma başarısına ihtiyacı<br />vardır). Dördüncü öğeyi ise tanımlamak biraz zor; bu<br />öğe herkeste bulunmayabilir de. Buna Bağımsızlık<br />diyoruz ve bunu daha sonra anlatacağız. (42-44.<br />paragraflar)<br />Ulaşılması Çaba<br />Gerektiren Amaçların<br />Yokluğu<br />Can Sıkıntısı<br />Aşırı Zevk<br />Arayışı<br />Doyumsuz<br />Hazcılık<br />Cinsel<br />Sapkınlık<br />Aşırı<br />Beslenme<br />Beslenme<br />Bozuklukları<br />Uyku<br />Bozuklukları<br />Suçluluk<br />Endişe<br />Kendini<br />Değersiz Görme<br />Bunalım<br />Eğilimi<br />Hüsran<br />Öfke<br />Suistimal<br />Amaca Ulaşmakta<br />Başarısızlık<br /><br />GÜÇ SÜRECİNİN BOZULMASINDAN<br />DOĞAN BELİRTİLERİN ŞEMASI<br /><br />34. Şimdi, istediği her şeye, yalnızca bir dilekle sahip<br />olan birinin durumunu düşünelim. Böyle bir insan<br />güce sahiptir ama, ciddi psikolojik sorunlarla<br />karşılaşacaktır. Bu kişi, önceleri çok eğlenecektir,<br />ancak zamanla kesinlikle sıkılacak ve morali<br />bozulacaktır. Sonunda, klinik bir bunak bile olabilir.<br />Tarih, hali vaktinde yerinde aristokratların düşkün<br />olma eğiliminde olduklarını gösteriyor. Bu,<br />egemenliklerini yerleştirmek için mücadele vermek<br />zorunda olan savaşçı aristokrasiler için doğru değildir.<br />Ancak, yorulmasına gerek kalmayan, durumu iyi olan<br />ve güvenlikteki aristokratlar, güçleri olmasına rağmen,<br />genelde sıkılırlar, hazcı olurlar ve moralleri bozulur.<br />Bu da, gücün yeterli olmadığını gösteriyor. Bir insanın<br />uğrunda gücünü deneyeceği amaçları olmalı.<br /><br />35. Herkesin amaçları vardır; en azından yaşamak için<br />gereken fiziksel ihtiyaçları karşılamak gibi: yiyecek,<br />su ve iklimin gerektirdiği giyim ile barınak. Ancak<br />hali vakti yerinde bir aristokrat tüm bunları, çaba<br />harcamadan elde eder. Sonra da sıkıntı ve moral<br />bozukluğu başlar.<br /><br />36. Önemli amaçların elde edilmemesi, amaçlar,<br />fiziksel ihtiyaçlar olduğu takdirde, ölümle<br />sonuçlanabilir, ve elde edilemese de yaşamın devam<br />edebileceği amaçların elde edilmemesi de hayal<br />kırıklığına yol açar. Amaçların, yaşam boyunca<br />sürekli olarak elde edilememesi yenilmişlik, bunalım<br />ve kendini değersiz görmeyle sonuçlanır.<br /><br />37. Yani, ciddi psikolojik problemlere yakalanmamak<br />için, bir insan, uğruna çaba harcaması gereken<br />amaçlara gerek duyar ve bu amaçlara ulaşmada en<br />azından makul bir oranda başarıya sahip olmalıdır.<br /><br />Yapay Etkinlikler<br /><br />38. Ancak, tüm hali vakti yerinde aristokratlar sıkılıp<br />ahlaklarını bozmazlar. Örneğin, imparator Hirohito,<br />yozlaşmış bir düşkünlüğe dalacağına, kendisini deniz<br />biyolojisine adadı ve bu alanda hatırı sayılır kişilerden<br />biri oldu. İnsanlar, fiziksel gereksinimlerini<br />karşılamak için çabalamak zorunda kalmadıklarında,<br />kendilerine yapay amaçlar bulurlar. Çoğu durumda da,<br />bu amaçlar için, fiziksel gereksinimler için sarf<br />edecekleri kadar çaba gösterirler. Nitekim Roma<br />İmparatorluğu’ndaki aristokratlar edebiyat alanında<br />gösteriş yapıyorlardı; birkaç yüzyıl önce pek çok<br />Avrupalı aristokrat, ete ihtiyaç duymadığı halde,<br />avlanmak için muazzam zaman ve enerji harcıyordu;<br />diğer aristokratlar statü uğruna, özenle hazırlanmış<br />zenginlik teşhirleri yaparak mücadele ediyorlardı; ve<br />Hirohito gibi birkaç aristokrat da kendini bilime<br />adıyordu.<br /><br />39. “Yapay etkinlikler” sözcüğünü, şu tür bir etkinliği<br />anlatmak için kullanıyoruz: İnsanların, yalnızca elde<br />etmek yolunda çaba göstermek için veya yalnızca<br />amaca ulaşmaya çalışmaktan edindikleri “tatmin” için<br />kendilerine buldukları yapay amaca yönelik bir<br />faaliyet. Bu, yapay etkinlikleri ayırt etmek için temel<br />kuraldır. X amacına ulaşmak için çok zamanını ve<br />enerjisini adayan bir kişiyi düşünerek, kendinize şu<br />soruyu sorun: Eğer bu kişi, zamanının ve enerjisinin<br />çoğunu biyolojik gereksinimlerini karşılamaya<br />harcamak zorunda kalsaydı ve bu çaba da onun<br />fiziksel ve zihinsel yeteneklerini değişik ve ilginç bir<br />biçimde kullanmasını gerektirseydi, bu kişi X amacına<br />ulaşmadığı için kendini bir şeyden yoksun hisseder<br />miydi? Eğer cevap hayırsa bu kişinin X amacına<br />ulaşmaya çabalaması bir yapay etkinliktir.<br />Hirohito’nun deniz biyolojisi konusundaki çalışmaları<br />açıkça bir yapay etkinlikti; çünkü, Hirohito, yaşamsal<br />gereklilikleri elde etmek için zamanını bilim dışı<br />ilginç işlere harcamak zorunda kalsaydı, deniz<br />hayvanlarının anatomileri ve yaşam döngüleri üstüne<br />her leyi bilmediği için kendisini bundan yoksun<br />hissetmezdi; bu açık. Ancak, aşk ve cinsellik arayışı<br />bir yapay etkinlik değildir, çünkü çoğu kişi, yaşamı<br />diğer yönlerden tatmin edici olsa bile, karşı cinsin bir<br />üyesiyle hiçbir ilişkiye giremediğinde bunun<br />eksikliğini hisseder. (ancak aşırı, yani kişinin<br />gereksinim duyduğundan daha fazla cinsellik arayışı<br />yapay bir etkinlik olabilir.)<br /><br />40. Çağdaş endüstriyel toplumda, kişinin fiziksel<br />gereksinimini gidermesi için asgari bir çaba yeterlidir.<br />Önemsiz bir beceri edinmek için asgari bir çaba<br />yeterlidir. Önemsiz bir beceri edinmek üzere bir<br />eğitim programından geçmek, sonra da işe zamanında<br />gelip, işin gerektirdiği son derece mütevazı çabayı<br />göstermek yeter. Tüm gereken, makul bir oranda akıl<br />ve en çok da İTAAT. Kişi bunlara sahipse, toplum ona<br />beşikten mezara dek bakar. (Evet, fiziksel<br />gereksinimlerine karşılanmış gözüyle bakamayan bir<br />alt sınıf var ama biz burada orta sınıftan<br />bahsediyoruz). Bu yüzden, çağdaş toplumun yapay<br />etkinliklerle dolu olması şaşırtıcı değil. Bilimsel<br />çalışmalar; atletik başarılar; hayırsever işler; sanatsal<br />ve edebi yaratılar; kariyer basamaklarında tırmanma;<br />artık fiziksel tatmin veremeyecek kadar çok para ve<br />mal mülk edinimi ve beyaz olmayan azınlıklar için<br />çalışan beyaz eylemcilerin durumunda olduğu gibi,<br />eylemciyi kişisel olarak ilgilendirmeyen konulardaki<br />eylemler; bunların hepsi yapay etkinliklere girer.<br />Unlar her zaman YALNIZCA yapay etkinlik değildir;<br />çünkü, çoğu insan, bir amaç sahibi olmaktan başka<br />nedenlerle de kısmen motive olabilir. Ancak, bunları<br />yapan insanların birçoğu için, bu eylemler büyük<br />oranda yapay etkinliklerdir. Örneğin, bilim<br />adamlarının çoğu, yaptıkları işten edindikleri<br />“tatmin”in, kazandıkları prestij ve paradan daha<br />önemli olduğunu kabul edeceklerdir.<br /><br />41. Çoğu insan için, yapay etkinlikler, gerçek<br />amaçlara ulaşmaya çalışmaktan daha az tatmin<br />edicidir. (Gerçek amaçlar, yani, insanların, güç<br />süreçleri tamamlandığı takdirde ulaşmak isteyecekleri<br />amaçlar.) Bunun göstergelerinden biri de, yapay<br />etkinliklerle çok yakından ilgilenen insanların asla<br />tatmin olmamaları, huzur bulmamalarıdır. Böylece,<br />paragöz sürekli daha fazla server için can atar. Bilim<br />adamı, bir problemi bitirir bitirmez diğerine geçer.<br />Uzun mesafe koşucusu kendisini sürekli daha hızlı ve<br />daha fazla koşmaya zorlar. Yapay etkinlikler<br />peşindeki birçok insan, bu etkinliklerin kendilerine<br />biyolojik ihtiyaçlarını gidermek gibi “fani” bir işten<br />daha fazla tatmin getirdiğini söylese de bunun nedeni,<br />toplumumuzda biyolojik ihtiyaçları karşılama işinin<br />saçmalığa indirgenmiş olmasıdır. Daha da önemlisi,<br />toplumumuzda insanlar biyolojik ihtiyaçlarını<br />BAĞIMSIZ OLARAK değil, toplumsal bir makinenin<br />parçaları olarak karşılarlar. Ama tam aksine, yapay<br />etkinliklerde bulunurken büyük oranda bağımsızdırlar.<br /><br />Bağımsızlık<br /><br />42. Bağımsızlık, güç sürecinin bir parçası olarak her<br />bireye gerekmeyebilir. Ancak, çoğu insan, amaçları<br />için çabalarken az çok, bağımsızlığa ihtiyaç duyar.<br />Çabaları kendi inisiyatiflerine bağlı ve kendi<br />denetimleri altında olmalıdır. Ancak çoğu insan bu<br />inisiyatif ve denetimi tek başına kullanmak zorunda<br />değildir; KÜÇÜK bir grubun üyesi olmak yeterlidir.<br />Yani, yarım düzine insan, kendi aralarında bir amaç<br />belirleyip o amaca ulaşmak için başarılı bir çaba<br />gösterirlerse, bu onların güç sürecine olan ihtiyaçlarını<br />doyuracaktır. Ancak, eğer insanlar, bağımsız inisiyatif<br />ve kararlarına hiç yer bırakılmayan katı emirlerin<br />yukarından dayatıldığı bir durumda çalışırlarsa, güç<br />sürecine olan ihtiyaçları doyurulmayacaktır. Aynı şey,<br />kolektif kararlar alan bir grubun, gruptaki, bireylerin<br />kararları etkilemeyeceği kadar kalabalık olması<br />durumunda da geçerlidir.(5)<br /><br />43. Bazı bireylerin bağımsızlığa pek az ihtiyaç<br />duyuyormuş gibi gözüktüğü doğrudur. Ya güç<br />dürtüleri zayıftır ya da o dürtüyü kendilerinin ait<br />oldukları güçlü bir örgütle özdeşleştirerek tatmin<br />ederler. Bir de tümüyle fiziksel bir güç anlayışıyla<br />tatmin olmuş gözüken, düşünmeyen hayvan tipi<br />insanlar vardır. (Astlarına körü körüne itaat ederek,<br />kullanmaktan oldukça mutlu olduğu dövüş hünerlerini<br />geliştirerek güç duygusu kazanan iyi, savaşçı asker.)<br /><br />44. Çoğu insan için, kendine değer verme, özgüven ve<br />güç duygusunu kazanma, güç süreci –bir amaca sahip<br />olma, BAĞIMSIZ bir çaba gösterme ve amaca<br />ulaşma- yoluyla olur. Bir kişinin güç sürecinden<br />geçmek için yeterli fırsatı olmazsa, bunun sonuçları<br />(bireye ve güç sürecinin nasıl bozulduğuna bağlı<br />olarak) sıkıntı, ahlaki çöküntü, kendine az değer<br />verme, aşağılık duygusu, yenilmişlik, depresyon,<br />endişe, suçluluk, hüsran, düşmanlık eşe ya da çocuğa<br />yönelik taciz, doymak bilmeyen bir düşkünlük,<br />anormal cinsel davranışlar, uyuma bozuklukları, yeme<br />bozuklukları vs.dir.<br /><br />Toplumsal Sorunların Kaynağı<br /><br />45. Yukarıda anlatılan belirtilerin herhangi biri<br />herhangi bir toplumda ortaya çıkabilir, ancak, çağdaş<br />endüstriyel toplumda bunlar büyük oranda<br />bulunmaktadır. Bugün dünyanın deliriyor gibi<br />göründüğünü ilk söyleyen biz değiliz. Böyle bir şey,<br />insan toplulukları için normal değil. İlkel insanın daha<br />az stres ve hayal kırıklığı çektiği ve çağdaş insana<br />oranla yaşam tarzından daha memnun olduğuna<br />inanmak için pek çok sebep var. İlkel toplumlarda<br />yaşamın toz pembe olduğu doğru değil tabi.<br />Avustralya yerlileri arasında kadınların taciz edilmesi<br />oldukça yaygındı, Amerikan Kızılderili kabilelerinin<br />bazılarında da transseksüellik oldukça yaygındı.<br />Ancak, GENEL OLARAK KONUŞURSAK, önceki<br />paragrafta bahsettiğimiz sorunlar, ilkel halklar<br />arasında, çağdaş toplumlarda olduğundan çok daha az<br />yaygındı.<br /><br />46. Biz, çağdaş toplumun sosyal ve psikolojik<br />sorunlarını şu gerçeğe bağlıyoruz: Toplum insanların,<br />insan soyunun evrimleştiği koşullardan tamamıyla<br />farklı koşullarda yaşamasını ve daha önceki koşullarda<br />geliştirdikleriyle çatışan davranış kalıplarına göre<br />davranmasını gerektiriyor. Şimdiye kadar<br />yazdıklarımızdan anlaşılıyor ki, modern toplumun<br />insanları maruz bıraktığı en önemli anormal koşul,<br />bizim güç sürecini doğru dürüst yaşama şansımızın<br />olmamasıdır. Ancak bu tek anormal durum değildir.<br />Ama toplumsal sorunların kaynağı olarak, güç<br />sürecinin bozulmasına değinmeden önce başka bazı<br />kaynakları anlatacağız.<br /><br />47. Çağdaş endüstriyel toplumda varolan anormal<br />koşullar arasında şunlar var: Aşırı nüfus yoğunluğu;<br />insanın doğadan soyutlanması; toplumsal değişimin<br />aşırı hızı ve aile gibi, kabile gibi doğal, küçük-ölçekli<br />toplulukların yıkılması.<br /><br />48. Kalabalığın stres ve saldırganlığı arttırdığı çok iyi<br />bilinir. Bugün varolan kalabalıklaşma derecesi ve<br />insanın doğadan soyutlanması, teknolojik ilerlemenin<br />sonuçlarıdır. Endüstri öncesi tüm toplumlar ağırlıklı<br />olarak tarımsal toplumlardı. Endüstri toplumu şehirleri<br />ve şehirlerde yaşayan nüfus oranını büyük oranda<br />arttırdı; modern tarımsal teknoloji de, dünyanın daha<br />önce besleyemediği yoğunlukta bir nüfusun<br />beslenmesini olanaklı kıldı. (Bir de, teknoloji<br />kalabalıklaşmanın etkilerini kötüleştiriyor; çünkü,<br />insanların ellerine gittikçe artan bölücü bir güç<br />vermekte. Örneğin, çeşitli gürültü yapıcı araçlar:<br />Elektrikli çim biçicileri, radyolar, motosikletler vb.<br />Eğer bu araçların kullanımı sınırlanmazsa, huzur ve<br />sessizlik isteyen insanlar, gürültü yüzünden hayal<br />kırıklığına uğrarlar. Eğer bunların kullanımı<br />sınırlanırsa da, onları kullanan insanlar,<br />düzenlemelerden dolayı hayal kırıklığına uğrarlar.<br />Ama eğer bu makineler hiç icat edilmemiş olsaydı,<br />hiçbir çatışma ve hiçbir hayal kırıklığı olmayacaktı.)<br /><br />49. İlkel toplumlarda, (genellikle yavaş değişen) doğal<br />dünya, istikrarlı bir çerçeve ve bu nedenle de, bir<br />güvenlik duygusu sağlıyordu. Modern dünyada ise,<br />tam tersine, insan toplumu doğaya egemendir ve<br />çağdaş toplum da, teknolojik değişim sayesinde büyük<br />bir hızla değişiyor. Yani, istikrarlı bir çerçeve yok.<br /><br />50. Muhafazakarlar aptaldır: Bir yandan geleneksel<br />değerlerin yıkılmasından dolayı sızlanırken, diğer<br />yandan da teknolojik ilerleme ve ekonomik gelişmeyi<br />içtenlikle desteklerler. Görünen o ki, bir toplumun tüm<br />diğer yapıları değişmediği sürece, o toplumun<br />ekonomi ve teknolojisinin değişmeyeceğini ve böyle<br />hızlı değişikliklerin de geleneksel değerleri kaçınılmaz<br />olarak yıkacağını anlamıyorlar.<br /><br />51. Geleneksel değerlerin çöküşü, bir dereceye kadar<br />küçük çaplı sosyal grupları bir arada tutan bağların da<br />yıkılışını gösteriyor. Küçük çaplı sosyal grupların<br />dağılışı, aynı zamanda, çağdaş koşulların bireyi yeni<br />yerlere taşınıp, topluluğundan ayrılmaya itmesi<br />gerçeğiyle de körüklenmektedir. Bunun da ötesinde,<br />teknolojik bir toplum, eğer etki bir biçimde<br />işleyecekse, aile bağlarını ve yerel toplulukları<br />zayıflatmak zorundadır. Çağdaş toplumda, bireyin<br />bağlılığı önce sisteme ancak ondan sonra küçük<br />ölçekli topluluğa olabilir. Çünkü eğer küçük ölçekli<br />topluluğun içindeki bağlar, sisteme bağlılıktan daha<br />güçlü olsaydı, bu tip topluluklar, sistem pahasına,<br />kendi çıkarlarını savunurlardı.<br /><br />52. Bir iş için, işe en uygun kişi yerine, kuzeni,<br />arkadaşı veya dindaşını atayan bir kamu görevlisi veya<br />şirket yetkilisini düşünün. Bu kişi, kişisel bağlılığının,<br />sisteme olan bağlılığının önüne geçmesine izin<br />vermiştir, ve bu, “akraba kayırma” veya<br />“ayrımcılık”tır ki bunların ikisi de çağdaş toplumda<br />korkunç günahlardır. Kişisel ve yerel bağlılıkları,<br />sisteme olan bağlılığa göre ikincil hale getirmeyi<br />başaramamış müstakbel endüstriyel toplumlar bu<br />konuda son derece etkisizdirler. (Latin Amerika’ya<br />bakınız). Yani, ilerlemiş bir endüstriyel toplum, ancak,<br />güçten düşürülmüş, ehlileştirilmiş ve sistemin maşası<br />haline getirilmiş küçük ölçekli topluluklara tahammül<br />edebilir.<br /><br />53. Kalabalıklaşma, hızlı değişim ve toplulukların<br />yıkımı, büyük oranda toplumsal sorunların kaynağı<br />olarak görülmüştür. Ancak, biz, bunların bugün<br />görülen sorunların tümü için sebep oluşturacağına<br />inanmıyoruz.<br /><br />54. Endüstri-öncesi birkaç şehir de çok büyük ve<br />kalabalıktı; ancak oralarda yaşayanların, günümüz<br />insanı kadar psikolojik sorunları varmış gibi<br />görünüyor. Bugün Amerika’da, kalabalık olmayan<br />kırsal alanlar da vardır. Ancak görüyoruz ki, orada da<br />şehirdekilerle benzer sorunlar var; ancak kırsal<br />kesimde sorunlar daha az katı. Yani, kalabalıklaşma<br />belirleyici bir etkene benzemiyor.<br /><br />55. 19. yy.da, Amerika’nın genişleyen sınır uçlarında<br />nüfusun hareketliliği, büyük aileleri ve küçük çaplı<br />grupları en az bugünkü kadar yıkmıştır. Aslında bir<br />çok çekirdek aile, böyle bir izolasyon içinde, birkaç<br />mil boyunca hiçbir komşusu olmadan ve hiçbir<br />topluluğa ait olmadan yaşamayı seçmişti ancak<br />göründüğü kadarıyla, bunun doğurduğu sorunlar<br />yoktu.<br /><br />56. Dahası, Amerikan sınır boyu toplumunda<br />değişiklikler çok hızlı ve derindi. Bir insan,<br />kütüklerden oluşmuş bir kulübede doğabilir, kanun ve<br />düzenden uzak yaşayıp daha çok çiğ etle<br />beslenebilirdi; ancak, aynı insan yaşlandığında düzenli<br />bir işte çalışıp, etkin kanuni uygulamaların bulunduğu<br />düzenli bir toplumda yaşıyor olabilirdi. Bu, çağdaş<br />bireyin yaşamındaki tipik değişmelerden daha derin<br />bir değişiklikse de, psikolojik sorunlara yol açmış gibi<br />görünmüyor. Aslında, 19.yy. Amerikan toplumunun,<br />bugünkü toplumdan farklı olarak, iyimse ve kendinden<br />emin bir havası vardı.(8)<br /><br />57. Bize göre, aradaki fark şudur: Çağdaş insan, (haklı<br />olarak) değişikliğin ona DAYATILDIĞINI<br />hissederken, 19. yy. sınır öncüsü ise (yine haklı<br />olarak) değişikliği kendi seçimiyle kendinsin<br />yarattığını hissetmiştir. Yani bir öncü, kendi seçtiği<br />toprağa yerleşti ve kendi çabalarıyla bu toprağı çiftlik<br />haline getirdi. O günlerde vilayetler, çağdaş<br />vilayetlerden çok daha bağımsız ve izole edilmişlerdi;<br />tüm bir vilayetin içinde yalnızca birkaç yüz kişi<br />yaşıyor olabilirdi. Yani, bir çiftçi yeni ve düzenli bir<br />toplumun oluşmasında göreceli olarak küçük bir<br />grubun üyesi olarak yer alıyordu. Bu toplumun<br />oluşumunun bir gelişim olup olmadığı tartışmaya<br />açıksa da, bu oluşum şu ya da bu şekilde çiftçinin güç<br />sürecine olan ihtiyacını tatmin ediyordu.<br /><br />58. Bugünün endüstri toplumlarında görülen kitlesel<br />davranış sapkınlıkları olmadan hızlı değişime uğramış<br />ve/veya yakın ilişkilerin olmadığı toplumlardan başka<br />örnekler de vermek mümkün. Biz, çağdaş toplumdaki<br />sosyal ve psikolojik problemlerin en önemli<br />deneninin, insanların, güç sürecinden normal bir<br />şekilde geçmek için yeterli olanaklarının olmaması<br />olduğunu iddia ediyoruz. Çağdaş toplumun, güç<br />sürecinin bozulduğu tek toplum olduğunu söylemek<br />istemiyoruz. Büyük olasılıkla, uygar toplumların hepsi<br />değilse de çoğu güç sürecine az yada çok müdahale<br />etmiştir. Ancak çağdaş endüstriyel toplumda bu sorun<br />özellikle ciddi bir hala almıştır. Solculuk, en azından<br />onun son zamanlardaki (20. yy.ın ortasından sonuna<br />dek) hali, biraz da, güç süreciyle ilintili olarak<br />mahrumiyetin belirtisidir.<br /><br />Çağdaş Toplumda Güç Sürecinin Bozulması<br /><br />59. İnsan dürtülerini üç gruba ayırıyoruz: 1) Minimal<br />düzeyde çabayla tatmin edilenler, 2) Ancak ciddi bir<br />çabayla tatmin edilebilen dürtüler, 3) Kişi ne kadar<br />çaba gösterirse göstersin yeterince tatmin<br />edilemeyenler. Güç süreci, 2. gruptaki dürtüleri tatmin<br />etme sürecidir. 3. gruptaki dürtüler ne kadar çok<br />olursa, o kadar çok hayal kırıklığı, kızgınlık ve<br />sonuçta da yenilmişlik, depresyon vb. olur.<br /><br />60. Çağdaş endüstriyel toplumda, insan doğal olarak<br />daha çok 1. ve 3. gruplara girmeye meyillidir, 2. grup<br />ise gittikçe daha çok yapay olarak yaratılmış<br />dürtülerden oluşmaya meyillidir.<br /><br />61. İlkel toplumlarda, fiziksel gereklilikler genelde 2.<br />gruba girer: Elde edilebilirler, ama ancak ciddi bir<br />çaba pahasına. Ancak, çağdaş toplum, herkese fiziksel<br />ihtiyaçlarını yalnızca minimal bir çaba(9) karşılığında<br />garantilendiğinden, fiziksel ihtiyaçlar grup 1’e<br />sokulmuştur. (Bir iş sahibi olmak için gereken çabanın<br />“minimal” olduğu konusunda karşı çıkışlar olabilir,<br />ancak, genelde alt ile orta düzeydeki işlerde gereken<br />tüm çaba yalnızca İTAATTİR. Size oturmanız ya da<br />ayakta durmanı söylenen yerde oturur veya ayakta<br />durursunuz ve size söylenenleri, size söylenen şekilde<br />yaparsınız. Çok seyrek olarak ciddi bir biçimde çaba<br />göstermek zorunda kalırsınız, ve her şekilde, işinizde<br />çok az bağımsızlığa sahipsinizdir, böylece güç<br />sürecine olan ihtiyaca yeterince hizmet edilmez.)<br /><br />62. Çağdaş toplumda cinsellik, aşk ve statü gibi sosyal<br />ihtiyaçlar, bireyin konumuna bağlı olarak, genelde 2.<br />gruptadırlar(10). Ancak, statü için oldukça güçlü bir<br />dürtüye sahip kişiler hariç, sosyal dürtüleri gidermek,<br />güç sürecine olan ihtiyacı yeterince tatmin etmek için<br />yetersizdir.<br /><br />63. Böylece, 2. gruba giren bazı yapay ihtiyaçlar<br />yaratıldı ve bu ihtiyaçlar şimdi de güç sürecine olan<br />ihtiyaca hizmet ediyor. Birçok insana, büyükanne ve<br />büyükbabalarının asla istemedikleri hatta hayal bile<br />etmedikleri şeylere ihtiyaç duyduğunu düşündürmek<br />için reklam ve pazarlama teknikleri geliştirildi. Bu<br />yapay ihtiyaçları tatmin etmek ciddi bir çaba<br />gerektirdiğinden, bunlar 2. gruba giriyorlar. (Ancak<br />80-82. paragraflara bakınız.) Çağdaş insan, güç<br />sürecine olan ihtiyacını büyük oranda reklamcılık ve<br />pazarlama endüstrisi tarafından(11) yaratılan yapay<br />gereksinimlerin peşinden koşmakla ve yapay<br />etkinlikler yoluyla tatmin etmek zorunda kalıyor.<br /><br />64. Öyle görünüyor ki, güç sürecinin yapay şekilleri<br />bir çok insan için, belki de çoğunluk için yeterli değil.<br />20. yy.ın ikinci yarsının sosyal eleştirmenlerin<br />yazılarında tekrar tekrar görünen bir konu da, çağdaş<br />toplumda, bir çok insana acı veren bir amaçsızlık<br />duygusudur. (bu amaçsızlık “anomic” veya “orta sınıf<br />boşluğu” gibi başka adlarla da anılır.) bizce, “kişilik<br />bunalımı” aslında bir amaç duygusu arayışıdır,<br />çoğunlukla da uygun bir yapay etkinliğe bağlanma<br />arayışıdır. Varoluşçuluk da, büyük oranda, çağdaş<br />toplumun amaçsızlığına bir tepkidir.(12) Çağdaş<br />toplumda, “tatmin” arayışı çok yaygındır. Ancak,<br />bizce, insanların çoğunluğu için, temel amacı tatmin<br />olan bir etkinlik (yani, yapay bir etkinlik) bütünüyle<br />tatmin getirmez. Yani, güç sürecine olan ihtiyacı<br />bütünüyle tatmin etmez. (bkz. 41. paragraf) Bu<br />ihtiyaç, yalnızca fiziksel ihtiyaçlar; cinsellik, aşk,<br />statü, intikam vb. gibi dış amaçlara yönelik<br />etkinliklerle tatmin edilir.<br /><br />65. Üstelik, amaçlara para kazanmak, statü<br />merdiveninde tırmanmak veya başka bir biçimde<br />sistemin bir parçası olarak görev yapmak yoluyla<br />ulaşılmaya çalışıldığında, çoğu insan amacına<br />BAĞIMSIZ bir biçimde ulaşmaya çalışacak bir<br />konumda olmuyor. Çoğu işçi bir başkasının emrinde<br />çalışır ve 61. paragrafta belirttiğimiz gibi, günlerini,<br />kendilerine söylenen şekilde yaparak harcamak<br />zorundadırlar. Kendi işinde çalışan insanlar bile çok<br />az bağımsızdırlar. Küçük iş sahibi kişilerin ve<br />girişimcilerin kronik bir kifayeti de, gereğinden fazla<br />yasal düzenlemenin ellerini kollarını bağladığıdır. Bu<br />düzenlemelerden bazıları kuşkusuz gereksiz, ancak<br />genelde bu düzenlemeler gerekli ve aşırı karmaşık<br />toplumumuzun kaçınılmaz birer parçasıdır. Bugün,<br />küçük çaplı işletmelerin çoğu özel pazarlama<br />sistemiyle çalışıyor. Birkaç yıl önce, Wall Street<br />Journal’da, bu yöntemle çalışan şirketlerin, özel<br />pazarlamacılık için başvuran kilerden, yaratıcılık ve<br />girişkenlik sahibi olanları ELEMEK üzere<br />düzenlenmiş bir kişilik testinden geçmesini istediğini<br />yazıyordu; bunun nedeni ise, bu tür kişilerin özel<br />pazarlama sistemin itaatkar bir şekilde boyun eğecek<br />kadar uysal olmamalarıydı. Bu da, küçük çaplı<br />işlerden, bağımsızlığa en çok ihtiyacı olan kişilerin<br />çoğunu dışlıyor.<br /><br />66. Bugün, insanlar kendileri için yaptıklarına göre<br />değil, sistemin ONLAR İÇİN veya ONLARA<br />yaptıklarına göre yaşıyorlar. Ve kendileri için<br />yaptıklarını da, her geçen gün daha çok sistemin<br />ortaya koyduğu kanallar aracılığıyla yapıyorlar. Eğer<br />bir başarı şansı olacaksa, fırsatlar sistemin sağladıkları<br />olmalı, bunlardan kurallar ve düzenlemelere(13) uygun<br />olarak yararlanılmalı ve uzmanları öğütlediği<br />tekniklere uyulmalıdır.<br /><br />67. Böylece, toplumumuzda, gerçek amaçların ve bu<br />amaçlara ulaşmaya çalışırken olması gereken<br />bağımsızlığın eksikliği nedeniyle güç süreci<br />bozulmaktadır. Bu süreç bir de 3. gruba giren insan<br />dürtüleri yüzünden bozulmaktadır: Kişi ne kadar çaba<br />gösterirse göstersin yeterince tatmin edilemeyen<br />dürtüler. Bu dürtülerden biri de güvenlik ihtiyacıdır.<br />Yaşamlarımız başka insanların verdiği kararlara bağlı;<br />bu kararlar üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığı gibi<br />genelde kararları veren kişileri bile tanımıyoruz.<br />(“Göreceli olarak az sayıda kişinin –belki 50 ya da<br />100- önemli kararları verdiği bir dünyada yaşıyoruz” –<br />Philip B. Heymann, Harward Hukuk Fakültesi, alıntı<br />yapan Anthony Lewis, New York Times, 21 Nisan).<br />Yaşamlarımız, bir nükleer santraldeki güvenlik<br />önlemlerinin doğru bir biçimde düzenlenip<br />düzenlenmediğine, yiyeceğimize ne kadar kimyasal<br />madde veya havamıza ne kadar kirlilik<br />karıştırılmasına izin verildiğine, doktorumuzun ne<br />kadar becerikli (veya beceriksiz) olduğuna bağlı;<br />işimizi kaybedip kaybetmememiz devlet<br />ekonomistlerinin veya şirket yöneticilerinin verdiği<br />kararlara bağlı vb. Bireylerin çoğu, kendisini bu<br />tehditlere karşı, çok sınırlı bir düzeyin üstünde<br />savunabilecek konumda değil. Bu yüzden, bireyin<br />güvenlik arayışı hayal kırıklığıyla sonuçlanır, bu da<br />bir güçsüzlük duygusuna yol açar.<br /><br />68. İlkel insanın, fiziksel açıdan çağdaş insana oranla<br />daha az güvenlikte olduğu, bunun ömrünün daha kısa<br />olmasından da belli olduğu, yani çağdaş insanın,<br />insanlar için normal olandan daha fazla değil, daha az<br />güvenliksizlik duygusundan muzdarip olduğu<br />söylenebilir. Ancak psikolojik güvenlik, fiziksel<br />güvenlikle bütünüyle örtüşmez. Bizi güvenlikte<br />HİSSETTİREN şey, kendimize bakma yetimize olan<br />güvenimiz kadar nesnel bir güvenlik değildir. Vahşi<br />bir hayvan ya da açlık tarafından tehdit edilen ilkel<br />insan, kendini korumak için dövüşebilir veya yiyecek<br />aramak için yola düşebilir. Bu çabaları gösterirken<br />başarılı olacağından emin değildir. Çağdaş insan ise,<br />aksine, karşısında savunmasız olduğu birçok şey<br />tarafından tehdit edilmektedir: Nükleer kazalar,<br />yiyeceklerdeki kanserojen maddeler, çevre kirliliği,<br />savaş, artan vergiler, özel yaşamın büyük kuruluşlar<br />tarafından istila edilmesi, yaşam şeklini bozabilecek<br />ülke çapındaki toplumsal veya ekonomik olgular.<br /><br />69. İlkel insanın kendisini tehdit eden bazı şeylere<br />karşı güçsüz olduğu doğrudur; örneğin, hastalık.<br />Ancak, o, hastalık riskini metince kabul edebilir. Bu,<br />eşyanın doğasının bir parçasıdır, hayali, gerçek dışı bir<br />iblisin suçu olmadığı sürece kimsenin suçu değildir.<br />Ancak çağdaş insana yönelen tehditler genelde<br />İNSAN YAPIMIDIR. Bunlar, talihin birer sonucu<br />değildir ancak insana, bir birey olarak kararlarını<br />etkilemeyeceği kişiler tarafından DAYATILIR. Sonuç<br />olarak, bu kişi de kendini hayal kırıklığına uğramış,<br />aşağılanmış ve kızgın hisseder.<br /><br />70. Yani, ilkel insanın güvenliği büyük oranda kendi<br />elerindeyken (ya birey olarak ya da KÜÇÜK bir<br />grubun bir üyesi olarak) çağdaş insanın güvenliği,<br />kişisel olarak etkileyemeyeceği kadar uzak ya da<br />büyük kişilerin veya kuruluşların elerindedir. Böylece,<br />çağdaş insanın güvenlik dürtüsü 1. ve 3. gruplara<br />giriyor; bazı alanlarda (yiyecek, barınak vb.) güvenliği<br />yalnızca önemsiz bir çabayla sağlanırken diğer<br />alanlarda güvenlik SAĞLANAMIYOR. (Yukarıda<br />anlatılanlar gerçek durumu çok basitleştirse de, çağdaş<br />insanın koşullarının ilkel insanınkilerden nasıl<br />ayrıldığını kabaca, genel olarak gösteriyor.)<br /><br />71. İnsanların, çağdaş yaşamda karşılanamayan, bu<br />nedenle de 3. gruba giren bir çok geçici dürtü veya<br />güdüleri vardır. İnsan kızabilir ancak çağdaş toplum<br />dövüşmeye izin veremez. Çoğu durumda sözlü<br />saldırıya bile izin vermez. Bir yere giderken kişinin<br />acelesi olabilir ya da canı yavaş gitmek isteyebilir<br />ancak trafik akışına uygun olarak gitmekten ve trafik<br />işaretlerine uymaktan başka seçeneği genelde yoktur.<br />Bir kişi, işini farklı bir biçimde yapmak isteyebilir<br />ama çoğunlukla yalnızca patronunun koyduğu<br />kurallara göre çalışabilir. Başka bir çok şekilde de,<br />çağdaş insanın eli kolu, dürtülerinin çoğunu<br />engelleyen, böylece de güç sürecine müdahale eden<br />bir kurallar ve düzenlemeler ağıyla (açıkça ya da<br />gizlice) bağlanmıştır. Bu düzenlemelerin çoğundan<br />vazgeçilemez çünkü bunlar, endüstriyel toplumun<br />işlemesi için gereklidir.<br /><br />72. Çağdaş toplum bazı açılardan çok serbesttir.<br />Sistemin işleyişiyle ilgisi olmayan konularda genelde<br />istediğimizi yapabiliriz. İstediğimiz dine inanabiliriz<br />(bu din sistem tehdit edecek davranışları<br />cesaretlendirmediği sürece). İstediğimiz kişiyle<br />yatabiliriz (“güvenli seks” yaptığımız sürece<br />ÖNEMSİZ olduğu sürece istediğimiz her şeyi<br />yapabiliriz. Ama tüm ÖNEMLİ konularda sistem<br />davranışlarımızı düzenlemeye gittikçe daha fazla<br />dikkat ediyor.<br /><br />73. Davranışlar yalnızca açık kurallarla ve devlet<br />tarafından düzenlenmez. Kontrol sık sık dolaylı baskı<br />veya psikolojik baskı veya manipülasyon yoluyla ve<br />devletin dışındaki kuruluşlar tarafından veya bütün<br />olarak sistem tarafından uygulanır. Büyük kuruluşların<br />çoğu toplumsal tavır veya davranışları maniple etmek<br />için bir çeşit propaganda(14) kullanırlar. Propaganda<br />yalnızca reklamlarla sınırlı değildir; bazen de onu<br />yapan insanlar tarafından bile bilinçli olarak yapılmaz.<br />Örneğin, bir eğlence programının içeriği, güçlü bir<br />propaganda biçimidir. Dolaylı baskıya bir örnek: Bize<br />her gün işe gitmek ve patronumuzun emirlerine uymak<br />zorunda olduğumuzu söyleyen bir yasa yoktur. Yasal<br />olarak, ilkel insanlar gibi gidip ormanda yaşamamızı<br />veya kendi işimizi kurmamızı engelleyen hiçbir şey<br />yoktur. Ama pratikte, çok az vahşi orman kaldı ve<br />ekonomide de küçük çaplı işlere çok sınırlı bir yer var.<br />Bundan dolayı, çoğumuz ancak başka birinin yanında<br />çalışarak yaşayabiliriz.<br /><br />74. Bizce, çağdaş insanın uzun ömürlülük ve ileri<br />yaşlara dek fiziki dinçliği ve cinsel çekiciliği koruma<br />takıntıları, güç süreciyle ilintili olarak bir<br />mahrumiyetten kaynaklanan bir tatminsizlik<br />belirtisidir. “Orta yaş krizi” de böyle bir belirtidir.<br />Aynı şekilde, çağdaş toplumda oldukça yaygın olan<br />ancak ilkel toplumlarda hiç duyulmamış olan çocuk<br />sahibi olmaya karşı ilgisizlik de.<br /><br />75. İlkel toplumlarda yaşam bir evreler zinciridir. Bir<br />evrenin ihtiyaçları ve amaçları tamamlandığında, diğer<br />evreye geçmek için bir isteksizlik görülmez. Genç bir<br />erkek, güç sürecinden bir avcı olarak geçer, spor olsun<br />veya uğraş olsun diye değil; yemek için gerekli olan<br />eti elde etmek için avlanır. (Genç kadınlarda bu süreç<br />daha karmaşıktır, toplumsal güce daha büyük önem<br />verilir, bunu burada tartışmayacağız). Bu evre<br />başarıyla tamamlandığında, genç adam bir aile<br />kurmanın sorumluluklarına geçmek için isteksizlik<br />göstermez. (Çağdaş insanların bazıları ise, tam tersine,<br />bir tür tatmin aradıklarından çocuk sahibi olmayı<br />açıkça ertelerler. Bizce, onların ihtiyacı olan tatmin<br />güç süreciyle ilgili yeterince deneyim – yapay<br />etkinliklerin yapay amaçları yerine gerçek amaçları<br />olan bir deneyim). Yine, çocuklarını başarıyla<br />yetiştirip, onların fiziksel gereksinimlerini gidererek<br />güç sürecinden geçen ilkel insan, görevini yerine<br />getirdiğini hisseder ve yaşlılığı (eğer o kadar yaşarsa)<br />ve ölümü karşılamaya hazırlanır. Çağdaş insanların bir<br />çoğu ise, fiziksel kondisyonlarını, görünümlerini ve<br />sağlıklarını korumak için harcadıkları çabadan da belli<br />olduğu üzere, fiziksel bozulma ve ölüm olasılığından<br />rahatsız oluyorlar. Biz, bunun, bu insanların fiziksel<br />güçlerini hiçbir zaman pratik olarak kullanmadıkları<br />ve güç sürecinden vücutlarını ciddi bir şekilde<br />kullanarak geçmedikleri gerçeğinden kaynaklanan<br />tatminsizliğe bağlı olduğunu iddia ediyoruz. Yaşın<br />getirdiği bozulmadan korkan, vücudunu günlük, pratik<br />amaçlar için kullanan ilkel insan değil, arabasından<br />evine yürümenin ötesinde pratikte hiç kullanmayan<br />çağdaş insandır. Yaşamı boyunca güç sürecine olan<br />gereksinimi tatmin edilen kişi, o yaşamın sonunu<br />kabullenmeye en iyi hazırlanmış kişidir.<br /><br />76. Bu bölümdeki tartışmaya cevap olarak birisi<br />“toplum, insanlara, güç sürecinden geçmeleri için<br />fırsat vermenin bir yolunu bulmalıdır” diyecektir.<br />Oysa insanlar için fırsatın değeri, bu fırsatı toplumun<br />onlara verdiği gerçeğiyle zaten biter. Onların ihtiyacı<br />olan, kendi fırsatlarını yaratmaktır. Sistem onlara<br />fırsatlarını VERDİĞİ sürece, onları tasmayla bağlı<br />tutar. Bağımsızlıklarını elde etmek için bu tasmadan<br />kurtulmalıdırlar.<br /><br />Bazı İnsanlar Nasıl Uyum Sağlar<br /><br />77. Endüstriyel-teknolojik toplumdaki herkes<br />psikolojik problemlerden muzdarip değildir. Hatta<br />bazı insanlar, toplumun mevcut yapısından gayet<br />memnun olduklarını iddia ederler. Şimdi de,<br />insanların, çağdaş topluma olan tepkileri konusunda<br />neden bu derece farklı olduğunu tartışacağız.<br /><br />78. öncelikle, güç dürtüsünün oranında tartışmasız<br />farklılıklar var. Zayıf bir güç dürtüsü olan bireyler,<br />güç sürecinden geçmeye veya güç sürecindeki<br />bağımsızlığa görece daha az ihtiyaç duyabilirler.<br />Bunlar, eski Güney’de, plantasyon zencileri olmaktan<br />mutluluk duyabilecek uysal tiplerdir. (Eski Güney’in<br />“plantasyon zencileri”ni küçümsemiyoruz. Kölelerin<br />çoğu, kölelikten memnun DEĞİLDİ. Köleliklerinden<br />memnun OLANLARI ise gerçekten küçümsüyoruz.)<br /><br />79. Bazı insanların bazı istisnai dürtüleri olabilir ve<br />bunları doyurmaya çalışarak güç sürecine olan<br />gereksinimlerini tatmin edebilirler. Örneğin, sosyal<br />statü için olağandışı güçlü bir dürtüsü olanlar, hiç<br />sıkılmadan, tüm yaşamlarını statü merdivenini<br />tırmanarak geçirebilirler.<br /><br />80. İnsanlar, reklam ve pazarlama tekniklerine karşı<br />değişik hassasiyetlere sahiptirler. Bazıları öyle<br />hassastır ki, çok fazla para kazansalar bile pazarlama<br />endüstrisinin onların gözünün önünde salladığı parlak,<br />yeni oyuncaklara duydukları şiddetli arzularını<br />doyuramazlar. Bu yüzden, gelirleri büyük olsa da<br />kendilerini para açısından hep darda ve arzuları<br />engellenmiş hissederler.<br /><br />81. Bazı insanlar reklam ve pazarlama tekniklerine<br />karşı çok az hassastırlar. Bunlar parayla ilgilenmeyen<br />insanlardır. Maddi kazanımlar onların güç sürecine<br />olan ihtiyaçlarına hizmet etmez.<br /><br />82. Reklam ve pazarlama tekniklerine karşı ortalama<br />hassasiyeti olanlar mal ve hizmetlere olan arzularını<br />doyurabilecek yeterince para kazanabilirler ama ancak<br />ciddi bir çaba pahasına (fazla mesai yaparak, ikinci bir<br />işte çalışarak, terfi ederek vb.). böylece maddi<br />kazanımlar, onların güç sürecine olan ihtiyaçlarına<br />hizmet eder. Ancak bu, ihtiyaçları bütünüyle<br />doyuruluyor anlamına gelmez. Güç süreci boyunca<br />pek az bir bağımsızlıkları olabilir (işleri emirlere<br />uymaktan oluşabilir) ve bazı dürtüleri engellenebilir.<br />(Örneğin; güvenlik, saldırganlık) (80-82. paragraflarda<br />aşırı basitleştirmekten dolayı hatalıyız, çünkü maddi<br />kazanım isteğinin yalnızca reklamcılık ve pazarlama<br />endüstrisin bir yaratısı olduğunu var saydık. Tabii ki<br />bu kadar basit değil.(11)<br /><br />83. Bazı kişiler, güç ihtiyaçlarını kısmen, kendilerini<br />güçlü bir örgütlenmeyle veya kitle hareketleriyle<br />özdeşleştirerek tatmin ederler. Amaç ve güç yoksunu<br />bir birey, bir harekete veya organizasyona katılır, onun<br />amaçlarını kendi amaçları olarak benimser ve bu<br />amaçlar uğruna çalışır. Bu amaçların bazılarına<br />ulaşıldığında, kendi kişisel çabaları bu amaçlara<br />ulaşılmasında önemsiz bir rol oynasa da, güç<br />sürecinden geçmiş gibi hisseder (hareket veya<br />organizasyonla olan özdeşleşmesi sayesinde). Bu olgu<br />faşistler, Naziler ve komünistler tarafından<br />sömürülmüştür. Bizim toplumumuz da, daha kabaca<br />olmakla birlikte, bunu kullanır. Örnek: Manuel<br />Noriega ABD’yi tahrik ediyordu. (Amaç: Noriega’yı<br />cezalandırmak). ABD Panama’yı işgal etti (Çaba) ve<br />Noriega’yı cezalandırdı (Amaca ulaşma). Böylece<br />ABD güç sürecinden geçti; böylece bir çok Amerikalı<br />da, ABD’yle olan özdeşleşmelerinden ötürü vekaleten<br />bu süreçten geçmiş oldu. İşte Panama işgalinin toplum<br />tarafından gördüğü onay; insanlara bir güç duygusu<br />verdi.(15) Aynı olguyu ordularda, şirketlerde, politik<br />partilerde, insancıl kuruluşlarda, dini veya ideolojik<br />hareketlerde de görüyoruz. Özellikle, solcu hareketler,<br />güç ihtiyaçlarını tatmin etme yolu arayan kişileri<br />çekmeye çalışırlar. Ancak çoğu kişi için büyük bit<br />örgütlenme veya kitle hareketiyle özdeşleşme güç<br />ihtiyacını tümüyle tatmin etmez.<br /><br />84. İnsanların güç sürecine olan ihtiyaçlarını tatmin<br />ettikleri bir diğer yol da yapay etkinliklerdir. 38.-40.<br />paragraflarda da anlattığımız gibi, yapay etkinlik,<br />bireyin amaca ulaşma ihtiyacından değil de, amaca<br />ulaşmaya çalışırken edindiği tatmin için çaba sarf<br />ettiği şeydir. Örneğin, devasa kaslar geliştirmenin,<br />küçük bir topu bir deliğe sokmanın ya da bir sürü seri<br />pul edinmenin hiçbir pratik motifi yoktur. Yine de<br />toplumumuzdaki pek çok insan kendilerini tutkuyla<br />vücut geliştirmeye, golf veya pul koleksiyonculuğuna<br />adar. Bazı insanlar diğerinden daha dışa dönüktür, bu<br />yüzden de yapay bir etkinliğe, çevresindeki insanlar<br />önem verdiği için ya da toplum onlara önemli<br />olduğunu söylediği için hemen önem atfederler. Bu<br />yüzden, bazı insanlar spor, briç veya satranç, garip<br />bilimsel işler gibi önemsiz etkinlikler konusunda çok<br />ciddiyken, daha iyi görebilen diğerleriyse bunları,<br />gerçekten oldukları gibi yapay birer etkinlik olarak<br />görür ve güç sürecine olan ihtiyaçlarını bu şekilde<br />tatmin etmek için bunlara önem vermezler. Geriye bir<br />tek, pek çok koşulda, insanın yaşamak için para<br />kazanmasının da bir yapay etkinlik olduğunu<br />söylemek kalıyor. BÜTÜNÜYLE bir yapay etkinlik<br />değil, çünkü bu eylemin bir bölümü fiziksel<br />gereksinimleri karşılamak ve (bazıları için) sosyal<br />statü kazanmak ve reklamların onlara istettiği lüks<br />şeyleri elde etmek amacıyla yapılır. Ancak bir çok<br />insan, ihtiyaç duydukları para ve statü için gerekenden<br />daha fazla çaba harcar ve bu fazladan çaba da bir<br />yapay etkinliği oluşturur. Bu fazladan çaba, kendisine<br />eşlik eden duygusal ilgiyle birlikte sistemin sürekli<br />gelişimi ve mükemmelleşmesine hizmet eden<br />potansiyel güçlerden biridir ve bireysel özgürlük<br />açısından olumsuz sonuçları vardır (bkz. 131.<br />paragraf). Özellikle, yaratıcı bilim adamların ve<br />mühendislerin çoğu için, iş, büyük oranda bir yapay<br />etkinlik gibidir. Bu konu öyle önemli ki, biraz yer<br />ayıracağımız ayrı bir tartışmayı hak ediyor (bkz. 87-<br />92. paragraflar)<br /><br />85. Bu bölümde, çağdaş toplumda ne kadar insanın<br />güç sürecine olan ihtiyaçlarını az ya da çok tatmin<br />ettiklerini anlattık. Ancak, biz, insanların çoğu için<br />güç sürecine olan ihtiyacın bütünüyle tatmin<br />edilmediği düşünüyoruz. Öncelikle, statü için doymak<br />bilmeyen bir dürtüsü olanlar veya yapay bir etkinliğe<br />sımsıkı “müptela” olanlar ya da güç ihtiyaçları<br />açısından kendilerini bir hareket veya organizasyonla<br />yeterince özdeşleştirenler birer istisnadırlar. Diğerleri,<br />yapay etkinliklerle ya da bir organizasyonla<br />özdeşleşmekle bütünüyle tatmin olamazlar (bkz. 41-<br />64. paragraflar). İkinci olarak, sistem tarafından, açık<br />kurallar ya da toplumsallaşma yoluyla çok fazla<br />kontrol uygulanıyor; bu da bazı amaçlara<br />ulaşamamaya ve çok fazla güdüyü engelleme<br />gerekliliğine bağlı olarak bir bağımsızlık eksikliği ve<br />hayal kırıklığına yol açıyor.<br /><br />86. Ancak insanların çoğu, endüstriyel-teknolojik<br />toplumdan çok memnun olsaydı bile, biz (FC), hala bu<br />tür bir topluma karşı çıkardık, çünkü (diğer nedenlerle<br />birlikte) böyle bir toplumu, insanların gerçek amaçlar<br />için uğraşmak yerine, güç süreci ihtiyaçlarını yapay<br />etkinlikler veya bir organizasyon ile özdeşleşmek<br />yoluyla tatmin etmek zorunda kaldıkları bir toplum<br />olarak görüyoruz.<br /><br />Bilim Adamlarının Motifleri<br /><br />87. Bilim ve teknoloji, yapay etkinliklerin en önemli<br />örneklerini oluşturur. Bazı bilim adamları “merak” ya<br />da “insanlığa faydalı” olma isteğiyle motive<br />olduklarını iddia ederler. Ancak bunların, bilim<br />adamlarının çoğu için temel motifler olmadığını<br />anlamak kolaydır. “Merak”a gelince, bu kavram<br />açıkça absürddür. Çoğu bilim adamı, herhangi normal<br />bir meraka konusu olamayacak, son derece uzmanlık<br />isteyen sorunlar üzerinde çalışır. Örneğin, bir<br />astronom, bir matematikçi ya da bir böcekbilimci,<br />İzopropytrimethylmetan’ın kimyasal özelliklerini<br />merak eder mi? Tabii ki hayır. Böyle bir konuyu<br />ancak bir kimyager merak eder, onun bunu merak<br />etmesinin tek nedeniyse kimyanın onun yapay<br />etkinliği olmasıdır. Kimyager yeni bir böcek türünün<br />uygun sınıflandırılmasını merak eder mi? Hayır. Bu<br />sorun yalnızca bir böcekbilimciyi ilgilendirir, o da<br />bununla yalnızca, böcekbilim kendi yapay etkinliği<br />olduğundan ilgilenir. Eğer kimyager ve böcekbilimci<br />fiziksel gereksinimlerini karşılamak için ciddi çabalar<br />göstermek zorunda kalsalardı ve eğer bu çaba onların<br />yeteneklerini ilginç ancak bilimsel olmayan bir şekilde<br />kullanmalarına izin verseydi, o zaman, onlar<br />İzopropytrimethymetan’ı ve böceklerin<br />sınıflandırılmasını umursamayacakları. Mezuniyet<br />sonrası eğitim fonlarının darlığının kimyageri bir<br />sigorta komisyoncusu olmaya zorladığın varsayalım.<br />Bu durumda o, sigortayla ilgili konularla çok ilgili<br />olacak ancak İzopropytrimethymetan’la<br />ilgilenmeyecekti. Bilim adamlarının işlerine<br />harcadıkları zaman ve çabaların yalnızca meraka<br />harcanması hiçbir koşulda normal değil. Bilim<br />adamlarının motifleri için “merak” açıklaması hiç<br />tutmuyor.<br /><br />88. “İnsanlığın yararı” açıklaması da diğerinden daha<br />iyi değil. Bazı bilimsel çalışmaların, insanlığın iyiliği<br />ile akla yakın hiçbir ilgisi yoktur. Örneğin, arkeoloji<br />ve karşılaştırmalı dilbilimi çalışmalarının çoğu<br />böyledir. Bilimin diğer bazı alanları ise tehlikeli bazı<br />olanaklar taşır. Yine de, bu alanlardaki bilim adamları<br />da, aşıyı bulan veya hava kirliliğini araştıranlar kadar<br />hırslıdır. Nükleer terminaller yapmaya açıkça<br />duygusal olarak bağlanan Dr. Edward Teller’ın<br />durumunu düşünün. Bu bağ, insanlığın yararına<br />hizmet etme isteğinden mi kaynaklanıyor? Eğer<br />öyleyse, Dr. Teller neden diğer “insancıl” konularda<br />da bu kadar duyarlı olmadı? Eğer insancıl biri ise,<br />neden hidrojen bombasının yapılmasına yardım etti?<br />Diğer pek çok bilimsel ilerlemeyle birlikte nükleer<br />santrallerin insanlığın gerçekten yararına olup<br />olmadığı tartışmaya açıktır. Ucuz elektrik, zararı, kaza<br />riskini karşılar mı? Dr. Teller, sorunun yalnızca bir<br />yanını gördü. Onun nükleer güçle olan bağı açıkça<br />“insanlığa hizmet” isteğinden değil, ancak işinden ve<br />onu pratik olarak işlerken görmekten edindiği kişisel<br />tatminden kaynaklanıyordu.<br /><br />89. Aynı şey, bilim adamlarının geneli için geçerlidir.<br />Bazı istisnaların mümkün olmasıyla birlikte genel<br />olarak, motifi ne merak ne de insanlığa hizmet değil,<br />güç sürecinden geçmeye olan ihtiyaçlarıdır: Amaç<br />sahibi olma (çözülecek bir bilimsel problem),<br />çabalamak (araştırma) ve amaca ulaşma a(sorunun<br />çözülmesi). Bilim, yapay bir etkinliktir, çünkü bilim<br />adamları temelde çalışmalarından edindikleri tatmin<br />için çalışırlar.<br /><br />90. Tabii bu kadar basit değil. Bir çok bilim adamı<br />için diğer motifler de rol oynuyor. Para ve statü gibi.<br />Bazı bilim adamları, statülerden doymak bilmeyen<br />tipte kişiler olabilir (bkz. 79. paragraf( ve bu da,<br />çalışmaları için motivasyonun önemli bir bölümünü<br />oluşturur. Hiç kuşkusuz, bilim adamlarının çoğunluğu,<br />genel toplumun çoğunluğu gibi reklam ve<br />pazarlamacılık tekniklerine karşı az ya da çok<br />hassastır ve mal ve hizmetlere olan arzularını giderme<br />ihtiyacı duyarlar. Yani, bilim BÜTÜNÜYLE bir<br />yapay etkinlik değildir. Ama büyük oranda yapay bir<br />etkinliktir.<br /><br />91. Ayrıca bilim ve teknoloji güçlü bir kitle hareketi<br />oluşturur ve pek çok bilim adamı, güç ihtiyaçlarını bu<br />kitle hareketiyle özdeşleşerek giderir (bkz. 83.<br />paragraf).<br /><br />92. Böylece bilim, insan soyunun gerçek iyiliğine ya<br />da diğer tüm standartlara aldırmadan, yalnızca bilim<br />adamlarının ve araştırma için fonları sağlayan<br />hükümet görevlilerini ve şirket yetkililerini psikolojik<br />ihtiyaçlarına hizmet ederek körü körüne ilerliyor.<br /><br />Özgürlüğün Doğası<br /><br />93. Endüstriyel-teknolojik toplumun, bireyin özgürlük<br />alanını sürekli daraltmayacak bir biçimde yeniden<br />düzenlenemeyeceğini anlatacağız. Ancak, “özgürlük”<br />pek çok şekilde anlaşılabileceği için, önce ne tür bir<br />özgürlükten bahsettiğimizi anlatmalıyız.<br /><br />94. “Özgürlük”ten şunu kastediyoruz: Güç sürecini,<br />yapay etkinliklerin yapay hedefleriyle değil, gerçek<br />amaçlarla ve hiç kimsenin, özellikle de hiçbir büyük<br />kuruluşun müdahalesi, manipülasyon veya<br />denetlemesi olmadan yaşayabilme fırsatı. Özgürlük,<br />kişinin (ya bir birey olarak ya da KÜÇÜK bir grubun<br />üyesi olarak) ölüm kalım meselelerini kontrol<br />edebilmesidir; yiyecek, giyecek, barınak ve<br />çevresinden gelebilecek her türlü tehlikeye karşı<br />savunma. Özgürlük, güç sahibi olmak demektir; diğer<br />insanları kontrol etmek için değil, ancak kendi<br />yaşamının koşullarını kontrol etmeye yarayan güç.<br />Biri (özellikle de büyük bir kuruluş) kişinin üzerinde<br />bir güce sahipse, bu güç ne kadar iyi niyetli, hoşgörülü<br />ve müsaadeci olursa olsun kişi özgür değildir.<br />Özgürlüğü, tam bir kabullenişle karıştırmamak<br />önemlidir. (bkz. 72. paragraf)<br /><br />95. Anayasa tarafından garanti altına alınan bazı<br />haklarımız olduğu için özgür bir toplumda<br />yaşadığımız söyleniyor. Ancak, bu haklar<br />göründükleri kadar önemli değildir. Bir toplumda<br />varolan kişisel özgürlüğün derecesi, o toplumdaki<br />kanunlar veya yönetim biçiminden çok, toplumun<br />ekonomik ve teknolojik yapısına bağlıdır.(16) New<br />England’daki Kızılderililerin çoğu monarşiyle<br />yönetiliyordu ve İtalyan Rönesans’ı sırasındaki<br />şehirlerin çoğu da diktatörlerin kontrolü altındaydı.<br />Ancak, bu toplumların tarihini okurken insan, onlarda<br />bizim toplumumuzdakinden daha fazla kişisel<br />özgürlüğe izin verildiği izlenimini ediniyor. Bu,<br />kısmen yöneticinin iradesini dayatacak etkin<br />mekanizmaların yokluğundan kaynaklanıyor: Çağdaş,<br />iyi örgütlenmiş polis güçleri; hızlı, uzun mesafe<br />iletişimleri, denetleme kameraları, sıradan<br />vatandaşların yaşamları hakkında bilgi dosyaları<br />yoktu. Bu nedenle de, kontrolden kaçmak görece daha<br />kolaydı.<br /><br />96. Anayasal haklarımıza gelince, örneğin, basın<br />özgürlüğünü düşünün. Elbette bu hakka çatmak<br />istemiyoruz; bu, politik gücün yoğunlaşmasını<br />kısıtlamak ve politik gücü olanları, yanlışlarını halka<br />teşhir etmek yoluyla yola getirmek için önemli bir<br />araç. Ancak, basın özgürlüğü, sıradan vatandaşın bir<br />birey olarak çok az işine yarar. Medya, çoğunlukla<br />sistemle bütünleşmiş büyük kuruluşların<br />kontrolündedir. Birazcık parası olan herkes bir şey<br />bastırabilir veya bunu internette veya başka bir yolla<br />dağıtabilir, ama onun söyleyecekleri medyanın büyük<br />miktardaki materyallerinin arasında kaybolacak, bu<br />nedenle de hiçbir etkisi olmayacaktır. Bu yüzden<br />toplumda kelimelerle bir etki yaratmak, çoğu birey<br />veya küçük gruplar için olanaksızdır. Örneğin bizi<br />(FC) ele alın. Eğer hiçbir şiddet eyleminde<br />bulunmasaydık ve bu yazılarımızı bir yayıncıya teslim<br />etmiş olsaydık, büyük olasılıkla kabul edilmeyecekti.<br />Eğer kabul edilmiş ve yayınlanmış dahi olsa, büyük<br />olasılıkla fazla okuyucu çekmeyecekti çünkü<br />medyanın koyduğu eğlence programlarını seyretmek,<br />ciddi bir makale okumaktan daha eğlencelidir. Bu<br />yazılar çok okuyucu bulsaydı bile, bu okuyucuların<br />çoğu okuduklarını hemen unutacaklardı, çünkü akılları<br />medyanın onları maruz bıraktığı yığınlarca materyal<br />doldurulacaktı. Mesajımızı, topluma kalıcı bir etki<br />bırakabilme şansıyla sunabilmek için insanları<br />öldürmek zorunda kaldık.<br /><br />97. Anayasal haklar bir dereceye kadar yararlı olsa da,<br />burjuva özgürlük anlayışı olarak tabir edilebilecek<br />şeyi garantilemekten pek fazlasına hizmet etmez.<br />Burjuva anlayışına göre, “özgür” bir insan, sosyal bir<br />makinenin önemli bir parçasıdır ve yalnızca<br />tembihlenmiş ve sınırlanmış bir dizi özgürlüğe<br />sahiptir; bu özgürlükler bireyin ihtiyaçlarından çok<br />sosyal makinenin ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere<br />tasarlanmıştır. Bu yüzden, burjuvazinin tanımladığı<br />“özgür” insan ekonomik özgürlüğe sahiptir çünkü bu<br />büyüme ve ilerlemeyi teşvik eder, basın özgürlüğüne<br />sahiptir çünkü toplumsal eleştiri, politik liderlerin<br />yanlış davranışlarını engeller; adil bir mahkemeye<br />hakkı vardır çünkü güçlülerin kaprislerine bağlı<br />mahkumiyetler sistem için kötü olur. Bu açıkça Simon<br />Bolivar’ın tavrıydı. Ona göre, insanlar özgürlüğü<br />yalnızca ilerlemeyi (burjuvanın düşündüğü ilerlemeyi)<br />kolaylaştırmak için kullandıkları sürece hak ederdi.<br />Diğer burjuva düşünürler de, özgürlüğü benzer bir<br />açıdan, yalnızca kolektif sonuçlara ulaşan bir araç<br />olarak gördüler. Chester C. Tan, “20. yy.da Politik<br />Düşünce”, syf. 202’de Komüntang lideri Hu Hanmin’in<br />felsefesini şöyle açıklıyor: “Bir bireye haklar<br />verilir çünkü o, toplumun bir üyesidir ve topluluk<br />yaşamı böyle haklar gerektirir. Hu, topluluktan tüm<br />halkı kastediyordu.” Syf. 259’da da Tan, Carsum<br />Chang’a göre (Chang Chun-mai, Çin Devlet Sosyalist<br />Partisi lideri) özgürlüğün, kullanılması gerektiğini<br />belirtir. Ancak başkalarının tembihlediği şekilde<br />kullanacaksa kişinin ne biçim bir özgürlüğü vardır?<br />FC’nin özgürlük anlayışı Bolivar, Hu, Chang ve diğer<br />burjuva teorisyenlerinkiyle aynı değildir. Bu tür<br />teorisyenlerin sorunu, gelişmeyi ve sosyal teorilerin<br />uygulanmasını yapay etkinlikleri haline getirmiş<br />olmalarıdır. Sonuç olarak, bu teoriler, dayatıldıkları<br />toplumda yaşayan şanssız insanların ihtiyaçlarına<br />hizmet etmekten çok, teorisyenlerin ihtiyaçlarına<br />hizmet etmek için tasarlanmıştır.<br /><br />98. Bu bölümle ilgili değinilecek bir nokta daha kaldı:<br />Bir insan sırf yeterince özgür olduğunu SÖYLÜYOR<br />diye, onun yeterince özgür olduğu sanılmamalı.<br />Özgürlük kısmen insanların farkında olmadığı<br />psikolojik kontrollerle sınırlanır; üstelik insanların<br />özgürlükten ne anladıklarını oluşturan düşünceler,<br />kişilerin kendi ihtiyaçlarından çok, toplumsal yasalar<br />tarafından yönlendirilir. Örneğin, aşırı<br />toplumsallaşmış türden birçok solcu, büyük olasılıkla<br />kendileri de dahil çoğu insanın fazla değil az<br />toplumsallaşmış olduğunu söyleyecektir, buna<br />rağmen, aşırı toplumsallaşmış bir solcu bu yüksek<br />düzeydeki toplumsallaşması yüzünden ağır bir<br />psikolojik bedel öder.<br /><br />Tarihin Bazı İlkeleri<br /><br />99. Tarihin iki bileşenden oluşan bir toplam olduğunu<br />düşünün: Sezilebilir bir yolda ilerlemeyen, önceden<br />sezilemeyen olaylardan oluşan düzensiz bir bileşen ve<br />uzun vadeli tarihi bir akıştan oluşan düzenli bir<br />bileşen. Biz burada uzun erimli akımlarla<br />ilgileneceğiz.<br /><br />100. Birinci İlke : Eğer uzun vadeli bir tarihi akışta<br />KÜÇÜK bir değişiklik yapılırsa, o değişikliğin etkisi<br />neredeyse her zaman geçici olacaktır. Akış, orijinal<br />durumuna dönecektir. (Örnek: Bir toplumdaki politik<br />çöküntünün temizlenmesi için düzenlenen bir reform<br />hareketi genelde kısa vadelidir; er geç reformcular<br />rahatlar ve çöküntü yine topluma sızar. Söz konusu<br />toplumdaki politik çöküntü genelde sabit kalır veya<br />toplumun evrilişine bağlı olarak yavaşça değişir.<br />Normalde, politik bir temizleme ancak yaygın sosyal<br />değişimlere eşlik ettiğinde kalıcı olacaktır; toplumda<br />KÜÇÜK bir değişim yeterli olmayacaktır). Eğer, uzun<br />vadeli bir tarihi akışta küçük bir değişikli kalıcı gibi<br />görünüyorsa, bunun nedeni değişikliğin, akışın zaten<br />içinde bulunduğu yönde etki etmesidir, yani akış<br />değişmemiş yalnızca bir adım ilerlemiştir.<br /><br />101. İlk ilke neredeyse aynı şeyin farklı kelimelerle<br />tekrarlanışıydı. Eğer bir akış küçük değişikliklere göre<br />istikrarlı olmasaydı, belirli bir yön izlemek yerine<br />rasgele bir yönde ilerlerdi; yani, uzun vadeli bir akış<br />bile olmazdı.<br /><br />102. İkinci İlke : Eğer uzun vadeli bir tarihi akışı<br />etkileyebilecek denli büyük bir değişikli yapılırsa, bu<br />tüm toplumu değiştirir. Başka bir deyişle, bir toplum<br />tüm parçaların birbiriyle bağlantılı olduğu bir<br />sistemdir ve bunun önemli hiçbir parçasını diğer<br />parçalarını da değiştirmeden değiştiremezsiniz.<br /><br />103. Üçüncü İlke : Uzun vadeli tarihi bir akışı kalıcı<br />olarak değiştirebilecek derecede büyük bir değişiklik<br />yapılırsa, bunun, toplum açısından bir bütün olarak<br />ileride getireceği sonuçlar önceden bilinemez. (Çeşitli<br />başka toplumlar da aynı değişiklikten geçmediği ve<br />aynı sonuçları yaşamadığı sürece; eğer böyle bir şey<br />olmuşsa, kişi, aynı değişiklikten geçen diğer bir<br />toplumun da benzer sonuçlara varabilme olasılığının<br />bulunduğunu, ampirik bir temele dayanarak<br />öngörebilir.)<br /><br />104. Dördüncü İlke : Yeni bir toplum kağıt üstünde<br />tasarlanamaz. Yani, ilerideki bir toplumu önceden<br />planlayıp, o toplumun tasarladığınız gibi işlemesini<br />bekleyemezsiniz.<br /><br />105. Üçüncü ve dördüncü ilkeler insan toplumlarının<br />karmaşıklığından kaynaklanır. İnsan davranışındaki<br />bir değişiklik toplumun ekonomisini ve fiziksel<br />çevresini etkiler; ekonomi çevreyi etkiler veya bunun<br />tersi olur, ekonomi ve çevredeki değişiklikler de insan<br />davranışını karmaşık ve tahmin edilemez şekillerde<br />etkiler vb. Etki-tepki ağı açıklanmak ve anlaşılmak<br />için çok fazla karmaşıktır.<br /><br />106. Beşinci İlke : İnsanlar, toplumlarının şeklini<br />bilinçli ve akılcı olarak seçmezler. Toplumlar, akılcı<br />insan kontrolü altında olmayan sosyal evrim süreçleri<br />yoluyla gelişir.<br /><br />107. Beşinci ilke, diğer dördünün bir sonucudur.<br /><br />108. Açıklamak gerekirse: Birinci örneğe göre, genel<br />olarak konuşursak, bir sosyal reform girişimi ya<br />toplumun zaten geliştiği yolda etki eder (böylece de,<br />sadece her koşulda olacak bir değişikliği hızlandırır)<br />ya da yalnızca geçici bir etki gösterir, böylece de<br />toplum kısa sürede eski haline döner. Toplumun<br />herhangi önemli bir niteliğinin gelişiminde kalıcı bir<br />değişim gerçekleştirmek için reform yetersizdir,<br />devrim gereklidir. (Bir devrim, ille de silahlı bir<br />başkaldırıyı veya bir devletin yıkılmasını içermez.)<br />İkinci kurala göre, bir devrim asla toplumun yalnızca<br />bir yönünü değiştirmez, tüm toplumu değiştirir;<br />üçüncü ilkeye göreyse, devrimcilerin asla beklemediği<br />veya istemediği değişiklikler ortaya çıkar. Dördüncü<br />ilkeye göre, devrimciler veya ütopyacılar yeni bir<br />toplum türü oluştururlarsa, bu asla planlana şekilde<br />işlemez.<br /><br />109. Amerikan Devrimi aykırı bir örnek değildir.<br />Amerikan “Devrimi” bizim kelimeden anladığımız<br />anlamda bir devrim değildi, ancak oldukça uzun erimli<br />politik reformların izlediği bir bağımsızlık savaşıydı.<br />Kurucular, Amerikan toplumunun gelişme yönünü<br />değiştirmediler, zaten böyle bir niyetleri de yoktu.<br />Onlar yalnızca, Amerikan toplumunu, gelişimini<br />geciktiren İngiliz yönetiminden kurtardı. Onların<br />politik reformu hiçbir temel akışı değiştirmedi<br />yalnızca Amerikan politik kültürünü, doğal gelişim<br />yönüne itti. Amerikan toplumunun da bir dalı olduğu<br />İngiliz toplumu, uzun süredir temsili demokrasi<br />yolunda ilerliyordu. Bağımsızlık Savaşı’ndan önce de<br />Amerikalılar, koloni meclislerinde önemli bir düzeyde<br />temsili demokrasi uyguluyorlardı. Anayasa tarafından<br />oluşturulan politik sistem, İngiliz sistemi ve koloni<br />meclislerine dayanıyordu. Büyük değişikliklere tabi.<br />Kurucuların çok önemli bir adım attığı şüphe<br />götürmez. Ancak bu İngilizce konuşanların zaten<br />gittiği yolda atılmış bir adımdı. Bunun kanıtı da şu ki,<br />İngiltere ve halkını çoğunlukla İngiliz kökenlilerin<br />oluşturduğu kolonileri, özellikle ABD’ninkine<br />benzeyen temsili demokrasi sistemine ulaştılar. Eğer<br />kurucular cesaretlerini kaybedip Bağımsızlık<br />Bildirgesi’ni imzalamayı reddetselerdi, bugünkü<br />yaşam tarzımız çok da farklı olmayacaktı. Belki<br />İngiltere ile daha sıkı bağlarımız olacaktı ve belki de<br />bir kongre ve başkan yerine bir parlamento ve<br />başbakanımız olacaktı. Çok büyük bir fark değil bu.<br />Bu nedenle, Amerikan Devrimi, bizim ilkelerimize<br />aykırı bir örnek değil, aksine ilkelerimize iyi bir örnek<br />oluşturuyor.<br /><br />110. Yine de, bu ilkeleri uygularken kişi sağ duyusunu<br />kullanmalı. Bu ilkeler, yorum serbestliğine izin<br />verebilecek, kesin olmayan bir dille anlatılmıştır ve<br />bunların istisnaları da bulunabilir. Bu yüzden, bu<br />ilkeleri çiğnenemez yasalar olarak değil, birer tasarı ya<br />da düşünmek için birer rehber, toplumun geleceği<br />hakkındaki safça düşüncelere karşı kısmi birer çözüm<br />olarak sunuyoruz. İlkeler sürekli olarak akılda<br />tutulmalı ve kişi, onlarla çatışan bir sonuca vardığında,<br />düşünme tarzını tekrar gözden geçirmelidir ve ancak<br />çok iyi, somut nedenleri olduğunda vardığı sonucu<br />elinde tutmalıdır.<br /><br />Endüstriyel-Teknolojik Toplum Reforme Edilemez<br /><br />111. Yukarıda anlatılan ilkeler, endüstriyel sistemi,<br />sürekli özgürlük alanımızı daraltmasını engelleyecek<br />bir biçimde reforme etmenin ne kadar umutsuzca zor<br />olduğunu göstermeye yeter. En azından Endüstri<br />Devrimi’nden beri, teknolojinin, bireysel özgürlük ve<br />bağımsızlık pahasına gittikçe güçlenme yolunda bir<br />eğilimi vardır. Bundan dolayı, özgürlüğü teknolojiden<br />korumaz üzere tasarlanan herhangi bir değişiklik,<br />toplumumuzun gelişimindeki ana yöne aykırı olur.<br />Bunun sonucu olarak, böyle bir değişiklik geçici<br />olurdu –kısa zamanda tarihin akışı içinde silinirdi- ya<br />da, kalıcı olacak kadar büyük olursa, tüm<br />toplumumuzun doğasını değiştirirdi. Bu, birinci ve<br />ikinci ilkelere göre ortaya çıkıyor. Dahası, toplum<br />önceden tahmin edilmeyecek bir şekilde<br />değişeceğinden (üçüncü ilke) büyük bir risk olacaktı.<br />Özgürlük lehine kalıcı farklılıklar yapacak kadar<br />büyük değişikliklere başlanamazdı, çünkü kısa bir<br />zamanda bunların sistemi çökerteceği anlaşılırdı. Bu<br />yüzden, reform yolundaki bir girişim etkili<br />olamayacak kadar ürkek olurdu. Kalıcı bir farklılık<br />yaratabilecek değişikliklere başlansaydı bile, yıkıcı<br />etkileri anlaşıldığı zaman, bu değişiklikler ancak tüm<br />sistemde kökten, tehlikeli ve tahmin edilemeyen bir<br />değişikliğe hazırlıklı kişiler tarafından yapılabilir.<br />Yani reformistler tarafından değil, devrimciler<br />tarafından.<br /><br />112. Teknolojinin varsayılan yararlarını feda etmeden<br />özgürlüklerini kurtarmak derdinde olan insanlar,<br />özgürlükle teknolojiyi uzlaştıracak yeni bir toplum<br />türü için safça planlar önereceklerdir. Bu tür<br />önerilerde bulunan insanların, bu yeni tür toplumun<br />nasıl kurulacağına dair pratik hiçbir öneri ortaya<br />atmamaları gerçeği bir yana, dördüncü ilkeden de<br />anlaşılacağı gibi bu yeni toplum kurulabilse bile, ya<br />çökerdi ya da beklenenden çok farklı sonuçlar verirdi.<br /><br />113. Yani, son derece genel anlamda bile, toplumu,<br />moderne teknolojiyle özgürlü bağdaştıracak bir<br />biçimde değiştirecek bir yolun bulunması olanaksız<br />görünüyor. Önümüzdeki birkaç bölümde özgürlükle<br />teknolojik ilerlemenin uzlaşmaz olduğu sonucuna<br />varmamızın nedenlerini daha ayrıntılı olarak<br />açıklayacağız.<br /><br />Endüstriyel Toplumda Özgürlüğün Kısıtlanması<br />Kaçınılmazdır<br /><br />114. 65-67, 70-73. paragraflarda anlatıldığı gibi<br />çağdaş insanın eli kolu bir kurallar ve düzenlemeler<br />ağıyla bağlanmıştır ve kaderi de, kararlarını<br />etkileyemeyeceği kadar uzak kişilerin eylemlerine<br />bağlıdır. Bu ne tesadüf ne de mağrur bürokratların<br />keyiflerinin bir sonucu. Bu durum, teknolojik açıdan<br />ilerlemiş toplumlarda gerekli ve kaçınılmazdır.<br />Sistem, işleyebilmek için insan davranışlarını sıkı<br />sıkıya düzenlemez ZORUNDADIR. Alt düzey<br />bürokratlara herhangi ciddi bir takdir hakkı<br />verildiğinde, bu hem sistemi çökertecek hem de<br />bürokratların, birey olarak bu takdir hakkını<br />kullanmada gösterdikleri farklılıklardan ötürü<br />haksızlık suçlamalarına yol açacaktır. Özgürlüğümüz<br />üzerindeki sınırlamaların bir bölümünün kalkabileceği<br />doğrudur ama GENELDE endüstriyel-teknolojik<br />toplumun işlemesi için yaşamlarımızın büyük<br />kuruluşlar tarafından denetlenmesi gereklidir. Sonuç<br />olarak, ortalama insanda bir güçsüzlük duygusu<br />oluşuyor. Ancak, yasal düzenlemelerin yerini, gittikçe<br />artan oranlarda, sistemin yapmamızı talep ettiklerini<br />bize istetecek psikolojik araçlar alabilir.<br />(Propaganda,(14) eğitim teknikleri, “akıl sağlığı”<br />programları vb.)<br /><br />115. Sistem, insanları, insan davranış kalıplarına çok<br />uzak bir biçimde davranmaya zorlamaktadır. Örneğin,<br />sistemin bilim adamlarına, matematikçilere ve<br />mühendislere ihtiyacı vardır. Onlarsız işleyemez. Bu<br />yüzden, çocuklara bu alanda yükselmeleri için ağır<br />baskılar uygulanıyor. Bir yetişkin insanın zamanının<br />büyük bir bölümünü kendi işine vermiş olarak bir<br />masa başında oturarak geçirmesi doğal değildir.<br />Normal bir yetişkin, zamanını gerçek dünyayla etkin<br />bir ilişki kurarak geçirmek ister. İlkel insanlar arasında<br />çocukların yapmak üzere eğitildikleri şeyler, doğal<br />insan güdüleriyle bir uyum içindedir. Örneğin,<br />Amerikan yerlilerinde, erkek çocuklar, etkin dış<br />uğraşlar için eğitiliyordu. Ama, toplumumuzda,<br />çocuklar teknik konuları öğrenmeye itiliyor ve çoğu<br />bunu gönülsüzce yapıyor.<br /><br />117. Teknolojik açıdan gelişmiş tüm toplumlarda,<br />bireyin kaderi, kişisel olarak çok fazla etkileyemediği<br />kararlara bağlı OLMALIDIR. Teknolojik bir toplum<br />küçük, bağımsız topluluklara bölünemez; çünkü<br />üretim çok sayıda insanın işbirliğine dayanır. Bir<br />karar, diyelim ki 1000000 insanı etkiliyorsa, o zaman<br />bu etkilenen 1000000 insanın her birinin bu kararda<br />sadece 1/1000000 kadar bir payı vardır. Pratikte<br />gerçekleşen şey ise, genelde, kararların kamu<br />görevlileri veya şirket yöneticileri veya teknik<br />uzmanlar tarafından verilmesidir ancak tüm toplum oy<br />verdiğinde bile oy veren insan sayısı, bir bireyin<br />önemli olması için çok fazladır.(17) Bu yüzden<br />bireylerin çoğu hayatlarını etkileyen önemli kararları<br />etkilemekten acizdir. Bunu, teknolojik açıdan gelişmiş<br />bir toplumda çözmek için uygun bir yol yoktur.<br />Sistem, bu sorunu, insanların kendileri için<br />hazırlanmış kararları İSTEMESİNİ sağlayacak<br />propagandayı yaparak “çözmeye” çalışıyor ama bu<br />“çözüm” insanları daha iyi hissettirseydi bile alçaltıcı<br />olacaktı.<br /><br />118. Muhafazakarlar ve diğerleri daha fazla “yerel<br />bağımsızlık” taraftarıdır. Yerel topluluklar bir<br />zamanlar gerçekten bağımsızdılar ancak böyle bir<br />bağımsızlık, yerel topluluklar tuzağa düşüp, kamu<br />hizmetleri, bilgisayar ağları, karayolları, medya ve<br />çağdaş sağlık sistemi gibi geniş çaplı sistemlere<br />bağlandığında olanaksızlaştı. Diğer yandan<br />bağımsızlığa karşı işleyen diğer bir gerçek ise, bir<br />yerde uygulanan teknolojinin çok uzak yerleri de<br />etkileyebilmesidir. Yani, bir nehir kolunda bir<br />kimyasal maddenin kullanımı yüzlerce mil ötedeki<br />suyu da kirletir ve sera etkisi tüm dünyayı etkiler.<br /><br />119. Sistem, insani ihtiyaçları doyurmak için varolmaz<br />ve varolmaz. Aksine, sistemin ihtiyaçlarına uymak<br />üzere düzenlenmesi gereken, insan davranışıdır.<br />Bunun sistemi yönetiyor gibi gözüken politik ya da<br />sosyal ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu teknolojinin<br />suçudur çünkü sistem, ideoloji tarafından değil teknik<br />gereklilikler tarafından yönlendirilir.(18) Elbette sistem<br />birçok insani ihtiyacı karşılıyor ancak genelde, bunu<br />yapmak sistemin yararına olduğu sürece yapıyor. Asıl<br />önemli olan insanın ihtiyaçları değil, sistemin<br />ihtiyaçlarıdır. Örneğin, sistem insanlara gıda sağlıyor<br />çünkü herkes açlıktan ölseydi sistem işleyemezdi;<br />insanların psikolojik ihtiyaçlarıyla ilgilenmek,<br />GEREKLİ olduğu zaman ilgileniyor çünkü çok sayıda<br />melankolik ya da asi olursa sistem işleyemez. Ancak<br />sistem, gayet iyi, somut ve pratik nedenlerden ötürü<br />davranışlarını, sistemin ihtiyaçlarına göre<br />düzenlemeleri için insanlara sürekli bir baskı<br />uygulamak zorundadır. Çok fazla atık mı birikiyor?<br />Hükümet, medya, eğitim sistemi, çevreciler, herkes<br />bizi atıkların doğaya dönüşümü üzerine bir yığın<br />propagandaya boğar. Daha fazla teknik personele mi<br />ihtiyaç var? Çocuklara, koro halinde bilim üzerine<br />eğitim görmeleri tembihlenir. Hiç kimse durup da,<br />yetişkinleri, zamanının çoğunu genelde çoğunun<br />nefret ettiği konularda çalışmaya zorlamanın insanlık<br />dışı olup olmadığını sormuyor. Kalifiye işçiler, teknik<br />ilerlemeler nedeniyle işten çıkarılıp “yeniden<br />eğitim”den geçirilince, kimse böyle itilip kakılmaların<br />onlar için aşağılayıcı olup olmadığını sormaz.<br />Herkesin, teknik gerekliliklere boyun eğmek zorunda<br />olduğuna kesin gözüyle bakılıyor, bunun da iyi bir<br />nedeni var: Eğer insani ihtiyaçlar, teknik<br />gerekliliklerden daha öncelikli bir hale getirilseydi,<br />ekonomik sorunlar, işsizlik, kıtlık ve daha da kötüleri<br />ortaya çıkabilirdi. Toplumumuzda “akıl sağlığı”<br />kavramı büyük oranda bireyin sistemin ihtiyaçlarına<br />uygun olarak davranma ve bunu stres belirtileri<br />göstermeden yapma düzeyine göre tanımlanır.<br /><br />120. Sistem içinde bir amaç duygusu ve bağımsızlık<br />için yer açma çabaları bir şakadan daha ileri gitmez.<br />Örneğin, bir şirkette, tüm çalışanlara bir katoloğun bir<br />bölümünü oluşturma görevi yerine, her bir çalışana<br />tüm bir katalog oluşturma görevi verildi; bunun da<br />çalışanlara bir amaç ve başarı hissi vermesi<br />bekleniyordu. Bazı şirketler de çalışanlarına daha fazla<br />bağımsızlık vermeyi denediler ama pratik nedenlerden<br />ötürü bu ancak çok sınırlı bir oranda<br />gerçekleştirilebilir ve hiçbir koşulda çalışanlara asıl<br />amaçlara yönelik bağımsızlıklar verilemez –<br />çalışanların “bağımsız” çabaları, asla kişisel olarak<br />seçtikleri amaçlara yönelik olamaz, ancak işverenin<br />amaçlarına yönelik olabilir, şirketin devamı ve<br />büyümesi gibi. Çalışanların aksi şekilde davranmasına<br />izin veren herhangi bir şirket batardı. Benzer şekilde,<br />sosyalist sistemdeki herhangi bir girişimde, işçiler<br />çabalarını girişimin amaçlarına yöneltmelidir, yoksa<br />girişim, sistemin bir parçası olma amacına hizmet<br />edemeyecektir. Yine, tamamıyla teknik nedenlerden<br />ötürü, bireylerin çoğunun veya küçük grupların,<br />endüstriyel toplumda fazla bağımsızlık sahibi<br />olabilmeleri mümkün değildir. Küçük çaplı iş sahipleri<br />bile genelde yalnızca sınırlı bağımsızlığa sahiptirler.<br />Kanunların yanı sıra, ekonomik sisteme uymak ve<br />onun gerekliliklerine alışmak zorunda olması küçük iş<br />sahibini sınırlar. Örneğin, biri yeni bir teknoloji<br />geliştirdiği zaman, küçük iş sahibi onu, rekabete<br />katılabilmek için, istese de istemese de kullanmak<br />zorundadır.<br /><br />Teknolojinin “Kötü” Tarafları “İyi” Taraflarından<br />Ayrılmaz<br /><br />121. Endüstriyel toplumun özgürlük lehine yeniden<br />düzenlenmesinin olanaksızlığının diğer bir nedeni ise,<br />çağdaş teknolojinin, tüm parçaların diğerine bağlı<br />olduğu bir bütünlüklü sistem olmasıdır. Teknolojinin<br />“kötü” taraflarını atıp sadece “iyi” taraflarını<br />bırakamazsınız. Örneğin, çağdaş tıbbı ele alalım. Tıp<br />bilimindeki ilerlemeler, kimya, fizik, biyoloji,<br />bilgisayar bilimi ve diğer alanlardaki ilerlemelere<br />bağlıdır. İleri düzey tıbbi tedaviler, yalnızca teknolojik<br />açıdan gelişkin, ekonomik açıdan zengin bir toplumda<br />bulunabilen pahalı ve ileri teknoloji ürünü bir<br />donanım gerektirir. Şurası açık ki, tüm teknolojik<br />sistem ve ona uygun her şey olmaksızın tıpta pek bir<br />ilerleme kaydedilemez.<br /><br />122. tıpta ilerleme, teknolojik sistemin diğer parçaları<br />olmadan da sağlanabilseydi bile, bir takım kötülükleri<br />de beraberinde getirecekti. Örneğin, şeker hastalığının<br />tedavisinin bulunduğunu varsayalım. O zaman, şeker<br />hastalığına genetik bir eğilimi olan insanlar da<br />diğerleri gibi yaşayabilecek ve üreyebilecekti. Şeker<br />hastalığına karşı doğal seçim azalacak ve bu tür genler<br />tüm topluma yayılacaktı. (Bu şu anda bile olabilir,<br />çünkü şeker hastalığı tedavi edilemese de insülin<br />kullanımıyla kontrol altında tutulabiliyor.) Toplumun<br />genetik yapısının bozulmasıyla başka bazı hastalıklara<br />karşı hassasiyet de değişecektir. Tek çözüm bir tür<br />öjenik programı (Öjenik; İnsan ırkının soya çekim<br />yoluyla ıslahına çalışan bilim dalıdır. Ç.n.) veya<br />yaygın genetik mühendisliği olacaktır, böylece insan<br />artık doğanın ya da şansın ya da tanrının (dini veya<br />felsefi görüşlerinize bağlı olarak) bir yaratısı değil,<br />işlenmiş bir ürün olacaktır.<br /><br />123. Eğer büyük devlet babanın hayatınıza ŞU ANDA<br />fazla karıştığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, siz<br />asıl devlet, çocuklarınızın genetik yapısını<br />düzenlemeye başladığında görün olacakları. Bu tür bir<br />düzenleme, kaçınılmaz olarak genetik mühendisliğinin<br />başlangıcını getirir, çünkü kontrolsüz genetik<br />mühendisliğinin sonuçları bir felaket olabilir.(19)<br /><br />124. Bu tür endişeler verilen genel yanıt, “tıbbi ahlak”<br />üzerinde konuşmaktır. Ancak bir ahlak kuralı,<br />özgürlüğü tıbbi ilerleme karşısında korumaya<br />yaramaz; ancak işleri daha da beter duruma sokar.<br />Genetik mühendisliğinde uygulanan bir ahlak kuralı,<br />insanların genetik yapılarının düzenlenmesi için bir<br />araç olurdu. Birileri, /büyük olasılıkla da çoğunlukla<br />orta sınıfın üst katmanı) şu ve şu genetik mühendisliği<br />uygulamalarının “ahlaki” olduğuna ve diğerlerinin de<br />olmadığına karar veriri, böylece, kendi değerlerini,<br />nüfusun büyük bölümünün genetik yapılarına empoze<br />ederler. Eğer bir ahlak kuralı tümüyle demokratik bir<br />düzeyde seçilmiş olsaydı bile bu sefer de, çoğunluk,<br />genetik mühendisliğinin “ahlaki” kullanımı konusunda<br />belki de farklı fikirleri olan azınlıklara kendi<br />değerlerini dayatıyor olurdu. Özgürlüğü gerçekten<br />koruyacak tek ahlak kuralı, TÜM genetik<br />mühendisliğini yasaklayan bir ahlak kuralı olabilirdi<br />ve bu tür bir kuralın, teknolojik bir toplumda asla<br />uygulanmayacağından emin olabilirsiniz. Genetik<br />mühendisliğine küçük bir rol biçen hiçbir kural uzun<br />süre kalamazdı çünkü biyoteknolojinin yoğun gücü<br />karşı konulamaz olurdu; özellikle de, uygulamaların<br />birçoğu toplumun büyük bölümüne kesinlikle iyi<br />görüneceği için. (Fiziksel ve akli hastalıkları ortadan<br />kaldırmak; insanlara bugünün dünyasında geçinip<br />gidebilmek için gerekli becerileri<br />kazandırmak.)kaçınılmaz olarak, genetik mühendisliği<br />yaygın olarak kullanılacak ama yalnızca endüstriyelteknolojik<br />sistemin ihtiyaçlarına uyan biçimlerde.(20)<br /><br />Teknoloji, Özgürlük Özleminden Daha Etkin Bir<br />Sosyal Güçtür<br /><br />125. Teknolojiyle özgürlük arasında KALICI bir<br />uzlaşma olması olanaksızdır, çünkü teknoloji, çok<br />daha etkin bir güçtür ve TEKRAR TEKRAR varılan<br />uzlaşmalar yoluyla sürekli özgürlüğe geri adım attırır.<br />Başlangıçta aynı miktarda toprağa sahip olan, ancak<br />biri diğerinden daha güçlü olan iki komşunun<br />durumunu düşünelim. Güçlü olan, diğerinin<br />toprağından bir parça ister. Zayıf olan reddeder. Güçlü<br />olan, “Tama, hadi uzlaşalım. Bana istediğim toprağın<br />yarısını ver” der. Zayıf olanın teslim olmaktan başka<br />pek çaresi yoktur. Bir süre sonra güçlü komşu, diğer<br />bir toprak parçası ister, tekrar bir uzlaşma olur ve bu<br />böyle devam eder. Uzun bir uzlaşmalar zincirinden<br />sonra, güçlü olan zayıf olanın toprağını alır. Teknoloji<br />ile özgürlük arasındaki çatışmada da bu böyle olur.<br /><br />126. Teknolojinin neden olduğu özgürlük özleminden<br />daha etkin bir sosyal güç olduğunu açıklayalım.<br /><br />127. Özgürlüğü tehdit etmiyor gözüken teknolojik bir<br />ilerleme, sıklıkla, özgürlüğü sonradan çok ciddi olarak<br />tehdit eder. Örneğin motorize ulaşımı düşünün.<br />Yürüyen bir insan daha önce istediği yere, trafik<br />düzenlemelerine takılmadan istediği hızla gidebilirdi<br />ve teknolojik destek sistemlerine de bağlı değildi.<br />Motorlu araçlar ortaya çıktığında insanın özgürlüğünü<br />arttırıyor gibi görünüyorlardı. Yürüyen insanın<br />özgürlüğünü elinden almıyorlardı, kimse istemediği<br />halde araba almak zorunda değildi ve araba almayı<br />seçen bir insan, yürüyen bir insandan çok daha hızlı ve<br />çok daha uzun mesafede yol alabiliyordu. Ancak,<br />motorize ulaşım kısa sürede toplumu öyle bir<br />değiştirdi ki, insanın hareket özgürlüğü büyük oradan<br />kısıtlandı. Araba sayısı arttıkça, kullanımını yaygın bir<br />biçimde denetlemek gerekli oldu. Kişi, nüfusun yoğun<br />olduğu alanlarda, arabasıyla istediği yere istediği<br />hızda gidemiyor, hareketleri trafik akışı ve çeşitli<br />trafik kurallarına göre düzenleniyor. Kişi çeşitli<br />zorunluluklarla bağlanmış durumda: Ehliyet için<br />gerekli şeyler, sürücü testi, kayıt yenileme, sigorta,<br />güvenlik için gerekli donanımlar, aylık taksitler.<br />Üstelik, motorlu ulaşımın kullanımı artık seçime bağlı<br />değil. Motorlu ulaşımın ortaya çıkışı, şehirlerimizin<br />düzenini öyle değiştirdi ki, insanların büyük<br />çoğunluğu, işyerlerine, alışveriş merkezlerine ve<br />eğlence yerlerine yürüyebilecekleri uzaklıkta<br />yaşamıyorlar, bu yüzden de ulaşım için arabalarına<br />bağlı olmak ZORUNDADIRLAR. Ya da toplu taşıma<br />araçlarını kullanmak zorundadırlar ki bu durumda da<br />hareketlerini, araba sürerken olduğundan daha az<br />kontrol edebiliyorlar. Günümüzde bir yayanın<br />özgürlüğü bile büyük oranda sınırlıdır. Bir yaya,<br />şehirde, temelde oto trafiğine hizmet eden trafik<br />ışıklarını beklemek için sürekli durup beklemek<br />zorundadır. Kırsal kesimde ise, motorlu araç trafiği,<br />kara yolunda yürümeyi tehlikeli ve zevksiz bir hale<br />getiriyor. (Motorlu ulaşım konusunda dile getirdiğimiz<br />noktanın önemine dikkat edin: Yeni bir teknolojik araç<br />bireyin kendi seçimine göre ister kabul edeceği, ister<br />etmeyeceği bir seçenek olarak sunulduğunda bu, o<br />aracın hep bir seçenek olarak KALACAĞI anlamına<br />gelmez. Çoğu durumda, yeni teknoloji toplumu öyle<br />bir değiştirir ki, insanlar sonunda kendilerini bu yeni<br />aracı kullanmak ZORUNDA kalmış olarak bulurlar.)<br /><br />128. Teknolojik ilerleme BİR BÜTÜN OLARAK<br />sürekli özgürlük alanımızı kısıtlarken, her yeni teknik<br />ilerleme TEK BAŞINA istenebilir gibi görünür.<br />Elektrik, ev içi su tesisatı, hızlı ve uzun mesafeli<br />iletişim… Bunların herhangi birine ya da çağdaş<br />toplumda kaydedilen sayısız diğer teknik gelişmelere<br />nasıl karşı çıkılabilir? Telefonun ortaya çıkışına karşı<br />koymak saçma olurdu örneğin. Telefonun çok yararı<br />vardı ve hiç zararı yoktu. Ancak, 59-76. paragraflarda<br />anlattığımız gibi, tüm bu teknik ilerlemeler, hep<br />birlikte, ortalama insanın kaderinin, kendi elinde ya da<br />komşularının veya arkadaşların elinde değil; artık<br />kendisinin birey olarak etkilemeye gücünün<br />yetmeyeceği politikacıların, şirket yetkililerinin ve<br />uzak, adı bilinmeyen teknisyen ve bürokratların elinde<br />olduğu bir dünya yarattı.(21) Aynı süreç, gelecekte de<br />sürecek. Örneğin, genetik mühendisliğini ele alalım.<br />Kalıtımsal bir hastalığı ortadan kaldıran bir genetik<br />tekniğinin ortaya çıkışına çok az insan karşı koyar.<br />Bu, görünüşte hiçbir zarar vermez, hatta birçok acıyı<br />da engeller. Yine de, hep birlikte çok sayıdaki genetik<br />ilerleme, insanı, şansın (ya da tanrının, ya da dini<br />inançlarımıza bağlı olarak her neyinse) özgür bir<br />yaratısı olmaktan çıkarıp, fabrikasyon bir ürün haline<br />getirecektir.<br /><br />129. Teknolojinin böylesine güçlü bir sosyal güç<br />olmasının diğer bir nedeni ise, teknolojik ilerlemenin,<br />bir toplumda daima aynı yönde ilerlemesidir; bu<br />ilerleme tersine çevrilemez. Teknik bir yenilik bir kere<br />ortaya çıktı mı, insanlar genelde ona bağımlı hale<br />gelirler, yani, daha gelişmiş bir yenilik onun yerini<br />alıncaya kadar, bir daha asla onsuz olamazlar. Yeni bir<br />teknolojik araca yalnızca bireyler bağlanmaz, dahası<br />sistem de tümüyle bağlanır. (Bilgisayarların ortadan<br />kaldırılması durumunda sistemin ne hale geleceğini<br />düşünün bir.) Böyle sistem de yalnızca bir yönde<br />ilerler; daha fazla teknolojikleşme yönünde. Teknoloji<br />tekrar tekrar özgürlüğü bir adım gerilemeye zorlar<br />ama kendisi asla geri adım atamaz – tüm teknoloji<br />sistem yıkılmadıkça.<br /><br />130. Teknoloji büyük bir hızla ilerlerken, özgürlüğü<br />de pek çok açıdan aynı anda tehdit ediyor. (Nüfusun<br />yoğunlaşması, kurallar ve düzenlemeler, bireylerin<br />büyük kuruluşlara gittikçe artan bağımlılığı,<br />propaganda ve diğer psikolojik teknikler, genetik<br />mühendisliği, gözetleme aletleri ve bilgisayar yoluyla<br />özel yaşamın istila edilmesi vb.) Özgürlüğe yönelen<br />bu tehditlerden herhangi BİRİNİN bile geri alınması<br />uzun ve zır bir sosyal mücadele gerektirir. Özgürlüğü<br />korumak isteyenler, yeni saldırılarla ve bu saldırıların<br />geliştirilmesindeki hızla boğulurlar, bu nedenle de<br />kayıtsızlaşıp karşı koymaya son verirler. Bu tehditlerin<br />her biriyle ayrı ayrı savaşmak boşuna olur. Başarı<br />ancak tüm teknolojik sistemle bir bütün olarak<br />savaşarak umulabilir ama bu, reform değil, devrimdir.<br /><br />131. Teknisyenler (Bu terimi, eğitim gerektiren bir<br />uzmanlık işi yapan herkesi kastedecek biçimde geniş<br />anlamıyla kullanıyoruz.) işleriyle (yapay etkinlikleri)<br />öyle çok ilgilenirler ki, işleri ile özgürlükleri çatışınca,<br />neredeyse hep işleri lehine karar verirler. Bu, bilim<br />adamlarında açıksa da başka yerlerde de gözlenebilir:<br />Eğitimciler, hümanist gruplar, koruma grupları, onları<br />bu övgüye değer sona ulaştıracak propagandayı ve<br />diğer psikolojik araçları kullanmaktan çekinmezler.<br />Kanun uygulayıcılar, genelde, şüphelilerin, çoğunlukla<br />da tümüyle masum kişilerin, anayasal hakları<br />yüzünden zor duruma düşerler ve bu hakları<br />kısıtlamak ve ihlal etmek için yasal olarak (bazen de<br />yasa dışı olarak) yapabildikleri ne varsa yaparlar.<br />Eğitimcilerin, devlet görevlilerinin ve hukukçuların<br />çoğu, özgürlük, özel yaşam ve anayasal haklara inansa<br />da, bunlar işleriyle çatıştığında, genelde işlerinin daha<br />önemli olduğunu hissederler.<br /><br />132. İnsanların, bir ödüle ulaşmak için çalıştıklarında,<br />bir cezayı veya olumsuz bir sonucu engellemeye<br />uğraştıkları zamankinden daha iyi çalıştıkları bilinir.<br />Bilim adamları ve diğer teknisyenler genelde<br />işlerinden kazandıkları ödülle motive olurlar.<br />Özgürlüğün, teknoloji tarafından işgal edilmesine<br />karşı çıkanlar ise, olumsuz bir sonucu engellemeye<br />çalışıyorlar, sonuç olarak bu cesaret kırıcı işi sürekli<br />ve iyi yapan çok az insan var. Reformistler,<br />özgürlüğün teknoloji tarafından işgaline somut bir<br />engel oluşturabilecek gibi gözüken, parlak bir başarı<br />kazansalardı, çoğu rahatlayıp ilgilerini daha kabul<br />gören alanlara yöneltme eğilimi taşıyacaktı. Ancak<br />bilim adamları laboratuarlarında çalışmaya devam<br />ediyorlar ve teknoloji de, tüm engellere rağmen<br />bireyleri gittikçe daha çok kontrol etmenin ve onları<br />sisteme gittikçe daha bağımlı kılmanın yolların<br />bulacak.<br /><br />133. Ne kanunlar, kurumlar, gelenekler ne de ahlaki<br />kurallar, hiçbir toplumsal düzenleme teknolojiye karşı<br />kalıcı bir koruma oluşturmaz. Tarih, tüm toplumsal<br />düzenlemelerin geçici olduğunu gösteriyor; hepsi ya<br />değişiyor ya da sonunda yok olup gidiyor. Ama<br />teknolojik ilerlemeler bir toplum içinde kalıcıdır.<br />Örneğin, genetik mühendisliğinin insanlara<br />uygulanmasını ya da özgürlük ve insan onurunu tehdit<br />edebilecek bir şekilde kullanılmasını engelleyebilecek<br />sosyal düzenlemelere varmanın mümkün olduğunu var<br />sayalım. Yine de, teknoloji bekliyor olacaktı. Er ya da<br />geç bu düzenleme yok olacaktı. Toplumumuzdaki<br />değişim hızını düşünürsek, büyük olasılıkla da kısa<br />zamanda. O zaman, genetik mühendisliği bizim<br />özgürlük alanımızı işgal etmeye başlayacak ve bu<br />işgal de geri dönülemez olacaktı (teknolojik uygarlığın<br />yıkılması durumu hariç). Toplumsal düzenlemeler<br />yoluyla kalıcı bir şey elde etmek yanılgısı, şu andaki<br />çevre düzenlemelerinin durumuna bakarak<br />giderilebilir. Birkaç yıl önce, çevre kirliliğinin en kötü<br />türlerinin en azından BİRAZINI engelleyen sağlam<br />enerjiler var gibi görünüyordu. Politika rüzgarındaki<br />bir değişimle bu engeller de yıkılmaya başladı.<br /><br />134. Yukarıdaki nedenlerden ötürü, teknoloji,<br />özgürlük özleminden daha etkin bir sosyal güçtür.<br />Ancak bu ifade, önemli bir sınırlama gerektiriyor.<br />Öyle görünüyor ki, önümüzdeki birkaç yon yılda<br />endüstriyel-teknolojik sistem, ekonomik ve çevre<br />sorunları, özellikle de insan davranışına<br />(yabancılaşma, başkaldırı, düşmanlık, çeşitli sosyal ve<br />psikolojik zorluklar) bağlı olarak şiddetli zorluklar<br />yaşayacak. Umarız sistemin yaşayacağı bu zorluklar<br />onun yıkılmasına ya da en azından güçsüz düşmesine<br />neden olur ki, sisteme karşı bir devrim mümkün<br />olabilsin. Böyle bir devrim ortaya çıkar ve başarılı<br />olursa, o zaman özgürlük özleminin teknolojiden daha<br />güçlü olduğu kanıtlanmış olacak.<br /><br />135. 125. paragrafta, bir dizi uzlaşma zoruyla elinden<br />tüm toprağını alan güçlü bir komşunun aç bıraktığı<br />güçsüz bir komşu örneğini kullanmıştık. Ancak şimdi<br />güçlü komşunun hasta olduğunu, böylece de kendisini<br />savunamayacak duruma düştüğünü varsayalım.<br />Güçsüz komşu, güçlüyü kendisinden aldığı toprağı<br />geri vermeye zorlayabilir ya da onu öldürebilir. Eğer<br />onun yaşamasına izin verip, yalnızca kendisinden<br />aldığı toprağı geri vermeye zorlarsa aptallık etmiş<br />olur; çünkü güçlü olan iyileşince yine tüm toprağı<br />alacaktır. Güçsüz olan adam için tek akıllıca seçenek,<br />şansı varken güçlüyü öldürmektir. Aynı şekilde, biz de<br />endüstriyel sistem güçsüzken onu yok etmeliyiz. Eğer<br />onunla uzlaşıp, güçsüzlüğünden sıyrılmasına izin<br />verirsek, o, sonunda tüm özgürlüğümüzü silip<br />süpürecektir.<br /><br />Daha Basit Toplumsal Sorunların Dahi Çözülemez<br />Olduğu Görüldü<br /><br />136. Eğer biri hala sistemi, özgürlüğü teknolojiden<br />koruyacak şekilde düzeltmenin mümkün olduğunu<br />düşünüyorsa, ona toplumumuzun çok daha basit ve<br />kolay sorunları çözmede dahi nasıl beceriksiz ve<br />çoğunlukla da başarısız olduğunu hatırlamasını tavsiye<br />ederiz. Her şey bir yana, sistem çevre kirliliği ve<br />politik yozlaşmayı, uyuşturucu ticaretini ya da aile içi<br />şiddeti durdurmakta bile başarısız olmuştur.<br /><br />137. Çevre sorunlarımızı ele alın örneğin. Burada<br />değerlerin çatıştığı açıktır: Ekonomik tedbirlere<br />karşılık torunlarımız için doğal kaynaklarımızın bir<br />kısmının korunması.(22) Ancak bu konuda güç sahibi<br />kilerden duyduğumuz tek şey sadece şaşırtıcı ve<br />saçma sapan konuşmalar oluyor. Açık, istikrarlı bir<br />hareket planına benzer bir şey yok. Biz de,<br />torunlarımızın yaşamak zorunda kalacağı çevre<br />sorunlarını üst üste yığmaya devam ediyoruz. Çevre<br />sorunlarını çözüme ulaştırma çabaları zaman zaman<br />üstünlüğün el değiştirdiği farklı gruplar arasındaki<br />mücadeleler ve ödünlerden oluşur. Mücadele çizgisi,<br />toplumdaki akımlarla beraber değişir. Bu tutum akla<br />uygun ya da problemin çözülmesinde başarılı ve doğru<br />zamanda bir sonuca ulaşacak gibi değildir. Büyük<br />sosyal problemler, zaten eğer “çözülürse” nadiren<br />mantıklı, kapsamlı bir plan sayesinde çözülebilirler.<br />Genelde kısa vadeli çıkar peşinde koşan,(23)rekabet<br />halindeki çeşitli grupların geçici bir uzlaşmaya vardığı<br />(genelde şans eseri olarak) bir süreç içinde kendi<br />kendileri çözüme ulaşır. Aslında, 100-106.<br />paragraflarda formüle ettiğimiz ilkeler mantıklı, uzun<br />vadeli bir sosyal planlamanın ASLA başarılı<br />olmayacağına dair kanıt göstermektedir.<br /><br />138. Bu nedenle şurası açıktır ki, insan ırkı en iyi<br />halde bile nispeten kolay sosyal problemleri çözmekte<br />bile çok kısıtlı bir kapasiteye sahiptir. Öyleyse daha<br />zor ve karışık olan özgürlüğü teknoloji ile uzlaştırma<br />problemini nasıl çözecektir? Teknoloji belli maddi<br />avantajlar sunar, özgürlük ise farklı insanlara farklı<br />şeyler çağrıştıran soyut bir kavramdır ve eksikliği<br />kolayca propaganda ve etkileyici bir konuşma ile<br />gizlenir.<br /><br />139. Şu önemli farka dikkat edin: Çevre<br />problemlerimizin (örneğin) bir gün mantıklı, kapsamlı<br />bir plan doğrulusunda çözümlenmesi olasıdır, ama bu<br />gerçekleşirse nedeni sadece sistem için bu problemleri<br />çözmenin uzun vadede çıkar sağlamasıdır. Ama<br />özgürlüğü ya da küçük özerk toplulukları korumak<br />sistemin çıkarına DEĞİLDİR. Tam tersine insan<br />davranışlarını mümkün olan en geniş ölçüde kontrol<br />altına almak sistemin çıkarınadır.(24) Bu nedenle<br />uygulamalar en sonunda sistemi çevre sorunlarına<br />mantıklı ve ihtiyatlı yaklaşmaya zorlarken, aynı<br />zamanda da insan davranışlarını daha da bir yakından<br />düzenlenmesini sağlar. (Tercihen özgürlüğe tecavüzü<br />gizleyecek dolaylı yöntemlerle.) Bu sadece bizim<br />fikrimiz değildir. Ünlü sosyal bilimciler (Örn. James<br />Q. Wilson) insanları “sosyalleştirmenin” önemini daha<br />etkin bir biçimde belirtmiştir.<br /><br />Devrim Reformdan Daha Kolaydır<br /><br />140. Sistemde, özgürlüğü teknolojiyle uzlaştıracak bir<br />reform yapılamayacağına umarız okuyucuyu<br />inandırmışızdır. Tek yol endüstriyel-teknolojik sistemi<br />tamamen yıkmaktır. Bu da devrim anlamına gelir, ille<br />de silahlı bir ayaklanma değil, ama toplumun<br />doğasında kesinlikle radikal ve esaslı bir değişim<br />demektir.<br /><br />141. Bir devrim, reformun getirdiğinden çok daha<br />fazla değişiklik içerdiğinden, insanlar devrimi<br />gerçekleştirmenin daha zor olduğunu düşünme<br />eğilimindedirler. Aslında, belli koşullar altında<br />devrim, reformdan çok daha kolaydır. Bunun nedeni<br />de devrimci bir hareketin, bir reform hareketinin<br />sağlayamayacağı güçlü bir esin kaynağı olmasıdır. Bir<br />reform hareketi sadece belli bir sosyal problemi<br />çözmeyi vaat eder. Devrimci bir hareket bir defada<br />tüm problemleri çözmeyi ve tamamen yeni bir dünya<br />yaratmayı hedefler; insanların uğruna büyük risklere<br />gireceği ve fedakarlıklar yapacağı türden bir ideal<br />sağlar. Bu nedenlerden dolayı, teknolojinin herhangi<br />bir dalının, örneğin genetik mühendisliği gibi<br />ilerlemesine ya da uygulanmasına etkili ve kalıcı<br />kısıtlamalar koymak yerine; tüm teknolojik sistemi<br />yıkmak çok daha kolay olacaktır. Az sayıda insan<br />kendisini samimi bir istekle genetik mühendisliğine<br />kısıtlamalar koymaya adar, ama uygun koşullar altında<br />pek çok kişi endüstriyel-teknolojik sisteme karşı<br />olacak bir devrime kendini istekle adayabilir. Paragraf<br />132’de belirttiğimiz gibi teknolojinin belirli bazı<br />yönlerini kısıtlamaya çalışan reformcular olumsuz bir<br />akıbeti önlemek için çalışıyor olurlar. Ama<br />devrimciler, kudretli bir ödül için çalışırlar –devrimci<br />görüşlerin gerçekleşmesi- ve böylece reformculardan<br />daha çok ve daha azimli çalışırlar.<br /><br />142. Reform, daima, değişikliklerin çok ileri gitmesi<br />durumunda, kötü sonuçlar doğuracağı korkusuyla<br />sınırlanır. Ama devrimci ateş toplumu bir kere sardı<br />mı insanlar artık devrimleri için sonsuz zorluğa<br />katlanmaya razı olurlar. Bu Fransız ve Rus<br />Devrimlerinde açıkça görülmüştür. Bu durumlarda<br />nüfusun sadece azınlığı devrime gerçekten bağlı<br />olabilir, ama bu azınlık toplumda etkin bir güç haline<br />gelmeye yetecek sayıda ve aktiftir. 180-205.<br />paragraflarda devrim konusuna daha fazla<br />değineceğiz.<br /><br />İnsan Davranışının Kontrolü<br /><br />143. Uygarlığın başından beri, örgütlü toplumlar,<br />sosyal organizmanın işlemesi için insanlara baskı<br />uygulamak zorunda kalmışlardır. Baskı çeşitleri<br />toplumdan topluma büyük değişiklik gösterir.<br />Baskıların bazıları fizikseldir (kötü beslenme, fazla<br />çalışma, çevre kirliliği), bazıları psikolojiktir (gürültü,<br />kalabalık, insan davranışlarını toplumun ihtiyaç<br />duyduğu biçime girmeye zorlamak). Geçmişte, insan<br />doğası hemen hemen sabitti, ya da belli sınırlar<br />içerisinde değişiklik göstermişti. Sonuç olarak,<br />toplumlar insanları sadece belli sınırlara kadar<br />zorlayabildiler. İnsanın tahammül sınırı aşıldığında,<br />işer kötüye gitmeye başladı: İsyan veya suç veya<br />yozlaşma veya işten kaçma veya depresyon ve diğer<br />zihinsel problemler veya artan bir ölüm oranı veya<br />doğum oranının düşmesi veya başka bir şey; öyle ki ya<br />toplum parçalandı ya da işleyişi etkisiz hale geldi ve<br />başka bir etkili toplum çeşidi yerine geldi (çabuk ya da<br />yavaş; fetih, yıpratma ya da evrim yoluyla).<br /><br />144. Bu nedenle insan doğası, geçmişte toplumların<br />gelişmesine belli sınırlar koymuştur. İnsanlar ancak<br />belli bir noktaya kadar zorlanabilirdi. Ama bugün bu<br />durum değişiyor olabilir, çünkü modern teknoloji<br />insanları değiştirebilmenin yollarını geliştiriyor.<br /><br />145. İnsanları korkunç derecede mutsuz edecek<br />koşullara maruz bırakan, sonra da bu mutsuzluklarını<br />gidermek için onlara uyuşturucu veren bir toplum<br />düşünün. Bu bir bilimkurgu mu? Mevcut toplumumuz<br />içinde bu belli bir dereceye kadar zaten yapılmaktadır.<br />Klinik depresyon vakalarının son 10-20 yılda büyük<br />hızla arttığı bilinen bir gerçektir. 59. ve 76.<br />paragraflarda açıklandığı gibi bu durumun, güç<br />sürecinin bozulması yüzünden olduğuna inanıyoruz.<br />Yanılıyor olsak bile artan depresyon oranı kesinlikle<br />bugün toplumumuzda var olan BAZI koşulların<br />sonucudur. İnsanları depresyona iten koşulları<br />kaldırmak yerine, modern toplum onlara anti-depresan<br />(uyuşturucu) ilaçlar vermektedir. Aslında, antidepresanlar,<br />bireyin iç dünyasını; normalde tahammül<br />etmeyeceği sosyal koşulları kabullenmesini<br />sağlayacak biçimde değiştiren araçlardır. (Evet,<br />depresyonun çoğunlukla genetik bir sebepten<br />kaynaklandığını biliyoruz. Burada çevrenin baskın rol<br />oynadığı vakaları kastediyoruz.)<br /><br />146. Aklı etkileyen (uyuşturucu) ilaçlar modern<br />toplumun insan davranışını kontrol etmek için<br />geliştirdiği yeni yöntemlerden sadece bir tanesidir.<br />Diğer bazı yöntemlere göz atalım.<br /><br />147. En başından, gözetim teknikleri bulunur. Pek çok<br />mağazada ve başka bir çok yerde gizli kameralar<br />kullanılmaktadır, bilgisayarlar bireyler hakkında çok<br />miktarda bilgi toplamakta ve bunları işleme tabi<br />tutmakta kullanılmaktadır. Bu kadar fazla bilgi fiziksel<br />baskının etkisini arttırır. (Örn. Yasal zorlama)(26)<br />Ayrıca kitle iletişiminde medyanın etkili araçlar<br />sağladığı propaganda metotları vardır. Seçimleri<br />kazanmak, ürünleri satmak ve halkın düşüncelerini<br />etkilemek için etkili teknikler geliştirilmiştir. Eğlence<br />endüstrisi sistemin önemli bir psikolojik aracı olarak<br />hizmet verir, hatta fazla seks ve şiddeti<br />cezalandırırken bile. Eğlence modern insana önemli<br />bir kaçış aracı sağlar. İnsan, televizyona, videoya vs.<br />gömülmüşken; stresi, endişeyi, hayal kırıklığını,<br />tatminsizlik duygusunu unutabilir. Pek çok ilkel kişi,<br />çalışmak zorunda olmadığında, hiçbir şey yapmadan<br />saatlerce oturmaktan oldukça memnun kalır, çünkü<br />kendisi ve dünyası ile barışıktır. Ama çoğu modern<br />insan sürekli olarak meşgul kalmalı ya da<br />eğlenmelidir, yoksa “sıkılır”. Örneğin, huzursuz ve<br />asabi olur.<br /><br />148. Diğer metotlar üsttekilerden daha etkilidir.<br />Eğitim artık bir çocuğa derslerini bilemediği zaman<br />tokat atmak ve de bildiği zaman başını okşamaktan<br />oluşan basit bir olay değildir. Çocuğun gelişimini<br />kontrol eden bilimsel bir teknik haline gelmektedir.<br />Örneğin, Slyvan Öğrenme Merkezleri çocukları<br />çalışmaya teşvik etmekte büyük başarı göstermiştir,<br />pek çok sıradan okulda da psikoloji teknikleri az çok<br />başarı ile uygulanmaktadır. Ebeveynlere öğretilen<br />“ebeveynleşme” teknikleri; çocukların sistemin temel<br />değerlerini kabul etmesini ve sistemin arzu ettiği<br />şekilde davranmasını sağlamayı amaçlar. “Akıl<br />sağlığı” programları, “müdahale” teknikleri,<br />psikoterapi vs. görünüşte bireylerin çıkarı için<br />düzenlenmiştir, ama gerçekte bireylerin sistemin<br />ihtiyaç duyduğu gibi düşünmesi ve hareket etmesini<br />sağlayan metotlardır. (Burada bir çelişki yoktur;<br />tutumu ve davranışlarıyla sistemle çelişkiye düşen bir<br />birey kendisine oranla yenmesi ya da kaçması çok zor<br />olan bir güç ile karşı karşıyadır, bu sebeple stres, hayal<br />kırıklığı ve yenilgi duygularına kapılmaya eğilimlidir.<br />Sistemin istediği gibi düşünmek ve davranmak onun<br />için çok kolay olur. Bu anlamda sistem bireyin beynini<br />yıkayıp onu uygun biri yapmakla bireyin menfaati<br />doğrultusunda hareket etmektedir.) Açık ve yoğun<br />şekillerde çocuğun taciz edilmesi, hiçbir kültürde<br />onaylanmaz. Bir çocuğa saçma bir sebepten ya da<br />sebepsiz yere zarar vermek herkesi dehşete düşürecek<br />bir şeydir. Ama bir çok psikolog taciz kavramını daha<br />geniş anlamda yorumlamaktadır. Mantıklı ve uygun<br />bir disiplin sistemi içinde tokatlamanın sonuçta<br />bireyin toplumda var olan sisteme ayak uydurmasını<br />sağlayıp sağlamadığına bağlıdır. Gerçekte “taciz”<br />sözcüğü sisteme göre uygunsuz davranışlar doğrudan<br />herhangi bir çocuk yetiştirme metodunu kapsayacak<br />şekilde yorumlanmaya yatkın bir sözcüktür. Bu<br />nedenle “çocukların taciz edilmesini” engellemek için<br />yapılan programlar göze batan, anlamsız şiddeti<br />önledikten sonra sistem adına insan davranışını<br />kontrol etmeye yönelirler.<br /><br />149. İnsan davranışını kontrol edecek psikolojik<br />tekniklerin etkinliğini arttırmak için yapılan<br />araştırmalar muhtemelen devam edecektir. Ama<br />insanları teknolojinin yarattığı türden bir topluma<br />uydurmak için sadece psikolojik tekniklerin yeterli<br />olmayacağını düşünüyoruz. Muhtemelen biyolojik<br />metotlar da kullanılmak zorunda kalınılacaktır. Bu<br />bağlamda (uyuşturucu) ilaçların kullanımından zaten<br />bahsetmiştik. Nöroloji, insan aklını değiştirecek başka<br />yollar bulabilir. İnsan genetik mühendisliği, zaten<br />“gen terapisi” şeklinde oluşmaya başladı ve bu<br />metotların sonunda, vücutta aklın çalışmasını<br />etkileyen kısımları değiştirmek için kullanılacağını<br />düşünmemek için bir sebep yok.<br /><br />150. 134. paragrafta değindiğimiz gibi endüstriyel<br />sistemin, kısmen insan davranışındaki problemler,<br />kısmen de ekonomik ve çevre problemleri yüzünden<br />yoğun bir sıkıntı dönemine girdiği görülmektedir,<br />sistemin ekonomik ve çevre sorunlarının önemli bir<br />bölümünün sebebi insanların davranış şeklidir.<br />Yabancılaşma, kendine güvensizlik, depresyon,<br />düşmanlık, ayaklanma, çalışmayan çocuklar, gençlik<br />çeteleri, yasa dışı ilaç kullanımı, tecavüz, çocukların<br />taciz edilmesi, diğer suçlar, güvensiz seks, genç yaşta<br />hamilelik, nüfus artışı, politik yozlaşma, ırk<br />düşmanlığı, etnik çatışma, ideolojik mücadele, politik<br />aşırılık, terörizm, sabotaj, hükümet dışı gruplar, nefret<br />grupları. Tüm bunlar sistemi tehdit eder. Bu nedenle<br />sistem insan davranışlarını kontrol etmek için her türlü<br />pratik metodu kullanmak ZORUNDA kalacaktır.<br /><br />151. Bugün tanık olduğumuz sosyal bozulma<br />kesinlikle sadece bir şans eseri değildir. Yalnızca<br />sistemin insanlara zorla uyguladığı koşullar yüzünden<br />olabilir. (Bu koşulların en önemlisinin güç sürecinin<br />bozulması olduğunu tartışmıştık.) Eğer sistem<br />kendisini ayakta tutmak için insan davranışı üzerinde<br />yeterli kontrol uygulamayı başarırsa, insanlık tarihinde<br />yeni bir dönüm noktasına gelinecektir. Önceden<br />insanın tahammül sınırının toplumların gelişmesini<br />kısıtlaması gibi (bunu 143-144. paragraflarda da<br />açıklamıştık) endüstriyel-teknolojik toplum da ya<br />psikolojik ya biyolojik ya da her iki metot sayesinde<br />insanoğlunu değiştirerek bu kısıtlama gücüne sahip<br />olacaktır. Gelecekte toplumsal sistemler, insanların<br />ihtiyaçlarına göre düzenlenmeyecektir. Bunun yerine,<br />insanlar sistemin ihtiyaçlarına uydurulacaktır.(27)<br /><br />152. Genel olarak, insan davranışı üzerindeki<br />teknolojik kontrol, büyük ihtimalle totaliter bir maksat<br />ya da insan özgürlüğünü kısıtlayacak bilinçli bir istek<br />içermeyecektir.(28) İnsan aklını kontrol altına alacak<br />her yeni adın toplumun karşı karşıya olduğu bir<br />probleme mantıklı bir çözüm olarak ele alınacaktır;<br />alkolizmi tedavi etmek, suç oranını düşürmek ya da<br />genç insanları bilim ve mühendislik öğrenmeye teşvik<br />etmek gibi. Bir çok durumda insancıl bir gerekçe de<br />olacaktır. Örneğin, bir psikiyatrist depresyondaki bir<br />hastasına bir anti-depresyon reçetesi yazarsa, ona bir<br />iyilik etmiş olur. İhtiyacı olan birine ilaç vermemek<br />insanlık dışıdır. Aileler çocuklarını derslerinde azimli<br />olmaya yönelsinler diye Slyvan Öğrenme<br />Merkezlerine gönderirken, bunu çocukların iyiliğini<br />düşündüğünden yapar. Bazı aileler iş sahibi olmak için<br />uzmanlık eğitimi gerekmemesini ve çocuklarının bir<br />bilgisayar uzmanı olmak üzere beyninin<br />yıkanmamasını diliyor olabilir. Ama ne yapabilirler?<br />Toplumu değiştiremezler ve eğer çocukları belli bazı<br />özelliklere sahip olmazsa ileride işsiz kalabilir.<br />Böylece onu Slyvan’a gönderirler.<br /><br />153. Bu nedenle insan davranışı üzerinde kontrol,<br />otoritenin kararı ile değil, sosyal evrim süreci ile<br />başlayacaktır. (Ancak, bu oldukça HIZLI bir evrim<br />olacaktır.) Bu, karşısında direnilemeyecek bir süreç<br />olacaktır, çünkü her aşama, tek başına ele alındığında<br />yararlı görülecektir, ya da en azından ilerlemenin<br />oluşmasında yer alan kötülük yararlı görünecektir, ya<br />da en azından ilerlemenin yapılmadığı bir durumda<br />doğacak sonuçtan daha az zararlı görünecektir (bkz.<br />Paragraf 127). Örneğin propaganda, çocuklara yönelik<br />taciz ya da ırk düşmanlığını azaltmak gibi bir çok iyi<br />amaç için kullanılmaktadır(14). Cinsel eğitim elbette<br />çok yararlıdır, ne var ki, cinsel eğitimin etkisi (başarılı<br />olduğu ölçüye kadar) cinsel davranışların<br />biçimlenişini aileden alıp okul sistemi tarafından<br />temsil edilen devletin eline bırakacaktır.<br /><br />154. Bir çocuğun büyüyünce suçlu olma olasılığını<br />attıran bir biyolojik özelliğin keşfedildiğini ve bir gen<br />terapisinin de bu özelliği yok edebileceğini farz<br />edin.(29) Elbette ki çocukları bu özelliğe sahip pek çok<br />aile onlara bu terapiyi uygulatacaktır. Aksine<br />davranmak insanlık dışı olur, çünkü eğer çocuk<br />büyüdüğünde bir suçlu olacaksa büyük olasılıkla kötü<br />bir yaşamı olacaktır. Ama çoğu ilkel toplumda, çocuk<br />yetiştirme de yüksek teknolojik metotları yahut sert<br />cezalandırma sistemleri olmamasına rağmen, bizim<br />toplumumuza oranla düşük bir suç oranı vardır.<br />Modern insanın, ilkel insandan doğuştan daha yırtıcı<br />olduğunu düşünmemiz için bir sebep olmadığına göre<br />toplumumuzdaki yüksek suç oranının nedeni, pek çok<br />kişinin adapte olamadığı ya da olmayacağı modern<br />koşulların insanlar üzerinde yaptığı baskı olmalıdır.<br />Bu yüzden potansiyel suç eğilimlerini yok etmek için<br />yapılan bir tedavi, bir bakıma insanların sisteme uyum<br />sağlamları için yeniden oluşturulması demektir.<br /><br />155. Toplumumuz sisteme uygun olmayan herhangi<br />bir düşünce ya da davranış biçimine “hastalık” olarak<br />bakma eğilimindedir ve bu akla yakın bir tutumdur,<br />çünkü bir birey sisteme uyum sağlayamazsa bu durum<br />sisteme olduğu kadar bireye de sorun çıkarır. Bu<br />nedenle bir bireyin sisteme uyumunu sağlamak bir<br />“hastalığa çare” bulmak gibi görülür.<br /><br />156. 127. paragrafta belirttiğimiz gibi teknolojik bir<br />buluşun kullanımı BAŞLANGIÇTA isteğe bağlı olsa<br />da, bu mutlaka isteğe bağlı KALACAK demek<br />değildir, çünkü yeni teknoloji, toplumu öyle değiştirir<br />ki birey için o teknolojiyi kullanmadan hareket etmek<br />zor ya da imkansız hale gelir. Bu insan davranışı<br />teknolojisi için de geçerlidir. Çoğu çocuğun çalışmaya<br />sevk edilmesi için programlara kayıt edildiği bir<br />dünyada, bir ebeveyn çocuğunu böyle bir programa<br />sokmaya neredeyse zorunludur, çünkü aksi takdirde<br />çocuğu büyüyünce kara cahil ve dolayısıyla işsiz<br />olabilir. Ya da hiçbir yan etkisi olmadan,<br />toplumumuzdaki çoğu insanın muzdarip olduğu<br />psikolojik stresi büyük ölçüde azaltacak bir biyolojik<br />tedavinin bulunduğunu farz edin. Eğer çok sayıda<br />insan bu tedaviyi görmeyi tercih ederse, toplumdaki<br />genel stres seviyesi düşecektir, böylece stres yaratan<br />baskıları çoğaltmak sistem için mümkün olacaktır.<br />Aslında, buna benzer bir şey zaten gerçekleşmiştir;<br />insanların streslerini azaltmalarını (ya da en azından<br />geçici olarak stresten kaçmalarını) sağlayan,<br />toplumumuzun en önemli psikolojik araçlarından biri<br />sayesinde yani kitle eğlencesi ile (bkz. Paragraf 147).<br />Kitle eğlence aracını kullanmamız “isteğimize<br />bağlıdır”. Hiçbir yasa bizi televizyon izlemeye, radyo<br />dinlemeye, dergi okumaya zorlamaz, yine de kitle<br />eğlencesi, çoğumuzun bağımlı hale geldiği bir kaçış<br />ve stres atma aracıdır. Herkes televizyonun<br />kötülüğünden bahseder, ama yine hemen hemen<br />herkes izlemeye devam eder. Birkaç kişi televizyon<br />alışkanlığına sahip değildir, ama kitle eğlencesinin<br />HİÇBİR şeklini kullanmadan yaşayan biri nadir<br />bulunur. (Aslında insanlık tarihinde kısa zaman<br />öncesine kadar çoğu kişi yerel topluluğun yarattığı<br />eğlencenin dışında bir şeye ihtiyaç duymadan gayet iyi<br />idare etmiştir.) Eğer eğlence endüstrisi olmasaydı,<br />sistem şu anda bize uyguladığı stres-üreten baskıyı<br />asla uygulayamazdı.<br /><br />157. Endüstri toplumunun süreceğini düşünürsek,<br />teknolojinin en sonunda insan davranışı üzerinde tam<br />bir kontrole benzer bir şey elde edeceği muhtemeldir.<br />Hiç şüphe yok ki, insanın düşünüşü ve davranışı<br />çoğunlukla biyolojik bir temele dayanır. Deney yapan<br />kişilerce gösterildiği gibi açlık, memnuniyet, kızgınlık<br />ve öfke gibi duygular, beynin uygun kısımlarının<br />elektriksel uyarılması ile açılıp kapanabilirler. Anılar,<br />beynin belli kısımlarının tahrip edilmesi ile yok<br />edilebilir ya da elektriksel uyarma ile öne<br />çıkarılabilirler. İlaçlar ile halüsinasyonlar yaratılabilir<br />ya da ruh halleri değiştirilebilir. Cisimsiz bir insan<br />ruhu olabilir ya da olmayabilir, ama eğer varsa insan<br />davranışının biyolojik mekanizmalarından daha<br />güçsüz olduğu kesindir. Durum böyle olmasaydı,<br />araştırmacılar insan duygu ve davranışını ilaç ve<br />elektrikli akımlar ile bu kadar kolay yönlendiremezdi.<br /><br />158. Herkesin yetkililerce kontrol edilebilmesi için<br />kafalarına elektrot yerleştirilmesinin herhalde imkanı<br />yoktur. Ama insan düşünce ve duyguların biyolojik<br />müdahaleye böylesine açık olduğu gerçeği gösteriyor<br />ki insan davranışını kontrol etme problemi aslında<br />teknik bir problemdir, bir nöron (sinir hücresi),<br />hormon ve kompleks molekül problemi; bilimsel<br />saldırıya açık türden bir problem. Toplumumuzun<br />teknik problemleri çözmedeki başarısına bakarsak,<br />insan davranışını kontrol etmede büyük ilerlemeler<br />yapılacağı pek muhtemeldir.<br /><br />159. Halkın direnişi, insan davranışı üzerinde<br />teknolojik kontrolün başlamasını önleyebilir mi?<br />Böylesi bir kontrolü birden bire başlatmak için bir<br />atılım yapılırsa, elbette önler. Ama bu teknolojik<br />kontrol uzun bir küçük ilerlemeler dizisi şeklinde<br />olacağından, mantıklı ve etkili bir halk direnişi<br />olmayacaktır. (bkz. 127, 132, 153. paragraflar)<br /><br />160. Tüm bunların bir bilimkurgu olduğunu<br />düşünenlere, dünün bilimkurgusunun bugünün gerçeği<br />olduğunu hatırlatırız. Sanayi Devrimi, insanın<br />çevresinde ve yaşam biçiminde köklü değişikliklere<br />yol açmıştır ve teknolojinin insan aklı ile vücuduna<br />giderek daha çok uygulandığı düşünülürse, insanın<br />kendisin de, çevresi ve yaşam biçimi kadar köklü bir<br />değişikliğe uğraması muhtemeldir.<br /><br />İnsan Soyu Dönüm Noktasında<br /><br />161. Ancak hikayemizi bir yana bırakalım. İnsan<br />davranışını kontrol etmek üzere laboratuarda<br />psikolojik ya da biyolojik teknikler geliştirmek<br />başkadır, bu teknikleri birleştirip işleyen bir sosyal<br />sisteme entegre etmek daha başkadır, bu teknikleri<br />birleştirip işleyen bir sosyal sisteme entegre etmek<br />daha başkadır. İkincisini başarmak daha zordur.<br />Örneğin, eğitim psikolojisi teknikleri geliştirildikleri<br />“laboratuar okullarda” gayet iyi sonuç vermektedir,<br />ancak bu demek değildir ki bizim eğitim sistemimize<br />de onları aynı başarıyla uygulamak kolay olacaktır.<br />Çoğu okulumuzun birbirine benzediğini hepimiz<br />biliriz. Öğretmenler, çocukların elinden bıçak ve<br />silahları almakla o kadar meşguller ki onları bilgisayar<br />uzmanı yapmak için son tekniklere maruz bırakmaya<br />hiç zamanları yok. Bu yüzden insan davranışlarıyla<br />ilgili tüm bilimsel ilerlemeye rağmen sistem şimdiye<br />dek insanları kontrol etmekte önemli ölçüde başarılı<br />olamamıştır. Davranışları tamamen sistemin kontrolü<br />altında olan insanlar “burjuva” denilen kesimdendir.<br />Ancak şu ya da bu şekilde sisteme başkaldıran gittikçe<br />artan bir insan topluluğu vardır: Gençlik çeteleri,<br />mezhep üyeleri, şeytana tapanlar, Naziler, radikal<br />çevreciler, çeşitli milis kuvvetleri vs.<br /><br />162. Sistem sık sık varlığını tehdit eden belli başlı bazı<br />problemlerle umutsuz bir mücadeleye girişir; bunların<br />içinde insan davranış problemleri en önemlisidir. Eğer<br />sistem insan davranışı üzerinden kısa zamanda yeterli<br />bir kontrol sağlarsa, büyük olasılıkla varlığını<br />sürdürür. Aksi takdirde yok olur. Kanımızca bu konu<br />gelecek 40 ile 100 yıl içinde çözüme ulaşacaktır.<br /><br />163. Farz edin ki sistem gelecek 40 ile 100 yıl içinde<br />doğacak olan krizi atlattı. O zaman kadar, bu<br />sorunların çözülmesi ya da en azından kontrol altına<br />alınması gerekecektir, özellikle başı çeken problem de<br />insanları “toplumsallaştırmak”tır, yani atalarından<br />miras kalmış davranışları istemi tehdit edemeyecek<br />duruma gelene dev insanları uysallaştırmak. Bu<br />başarıldıktan sonra, teknolojinin ilerlemesine karşı<br />başka bir engel çıkmayacak gibidir, ve büyük<br />olasılıkla mantıksal sonuna doğru ilerleyecektir, bu da<br />insanlar ve diğer tüm önemli organizmalar dahil<br />dünyadaki her şey üzerinde mutlak bir kontrol<br />anlamına gelmektedir. Sistem tek ve bölünmez bir<br />kuruluş haline gelebilir ya da az çok bölünerek, tıpkı<br />bugün devletin, kurumların ve diğer büyük<br />kuruluşların birbiriyle rekabet ve işbirliği ettikleri gibi<br />hem rekabet hem de işbirliği ilişkisi içinde bir arada<br />varolan kuruluşlardan meydana gelebilir. İnsan<br />özgürlüğü büyük ölçüde yok olmuş olacaktır, çünkü<br />gözetleme ve fiziksel baskı araçlarının yanı sıra,<br />insanları yönetmek için gelişmiş bir psikolojik ve<br />biyolojik araçlar silsilesi ve süper-teknoloji ile<br />silahlanmış büyük kuruluşlar karşısında bireyler ve<br />küçük gruplar aciz kalacaktır. Sadece az sayıda insan<br />gerçek güce sahip olacaktır, ancak bu insanların<br />özgürlüğü bile çok kısıtlı olacaktır, çünkü onların da<br />davranışları düzenlenecektir; tıpkı bugün<br />politikacılarımızın ve şirket yöneticilerinin, belli dar<br />sınırlar içinde davrandıkları sürece güçlerinin<br />koruyabildikleri gibi.<br /><br />164. Sistemin krizi atlattıktan sonra insanları ve<br />doğayı kontrol etmek için yeni yeni teknikler<br />geliştirmeyi bırakacağını ve sistemin ayakta kalması<br />için daha fazla kontrolün artık gerekli olmayacağını<br />düşünmeyin. Tam tersine, zor zamanlar bir kere<br />atlatıldıktan sonra sistem insanlar ve doğa üzerindeki<br />kontrolünü daha da hızla arttıracaktır, çünkü şu anda<br />varolan türden engellerle artık karşılaşmayacaktır.<br />Varlığını sürdürmek, kontrolü genişletmek için tek<br />esas neden değildir. 87. ve 90. paragraflarda<br />açıkladığımız gibi teknisyenler ve bilim adamları<br />çoğunlukla yapay bir faaliyet içinde çalışacaklardır;<br />yani güce olan ihtiyaçlarını teknik problemler çözere<br />tatmin edeceklerdir. Ve bunu hiç azalmayan bir<br />coşkuyla yapmaya devam edeceklerdi, çözecekleri en<br />ilginç ve zor problemler de insan vücudunu ve aklını<br />anlamakla ve gelişimine müdahale etmekle ilgili<br />olanlar olacaktır, “insanlığın iyiliği” için elbette.<br /><br />165. Ancak diğer taraftan, gelecek yılların stresinin<br />sisteme fazla geleceğini farz edelim. Eğer sistem<br />yıkılırsa bir “kaos dönemi”, tarihin geçmişte çeşitli<br />devirlerde kaydettiği türden bir “sorunlar dönemi”<br />yaşanabilir. Böyle bir sorunlar döneminden nelerin<br />doğacağını tahmin etmek imkansızdır, ama ne olursa<br />olsun insan ırkına yeni bir şans verilmiş olur. En<br />büyük tehlike yıkımdan bir iki yıl sonra endüstri<br />toplumunun kendini toparlamaya başlamasıdır.<br />Mutlaka bir çok kişi (özellikle de güce aç tipler)<br />fabrikaların yeniden çalışmasını isteyecektir.<br /><br />166. Böylece, endüstriyel sistemden nefret edenler<br />için iki önemli görev vardır. İlk olarak, bir devrimin<br />mümkün olabilmesi için sistemin yıkılması ya da<br />yeterince zayıflaması olasılığını arttırmak üzere sistem<br />içindeki sosyal sıkıntıları çoğaltmak için çalışmalıyız.<br />İkinci olarak, sistem yeterince güçten düştüğünde<br />teknolojiye ve endüstri sistemine karşı bir ideoloji<br />geliştirmek ve onu yaymak gerekmektedir. Böyle bir<br />ideoloji, endüstriyel sistem yıkıldığı zaman<br />kalıntılarının tamir edilemez ölçüde hasar göreceğini<br />ve böylece sistemin bir daha yapılanamayacağını<br />güvenceye almaya yardım edecektir. Fabrikalar<br />yıkılmalı, bilimsel kitaplar yakılmalıdır, vs.<br /><br />167. Endüstriyel toplum, bütünüyle devrimci bir<br />eylem sonucu yıkılmayacaktır. Zaten, kendi içindeki<br />gelişme sorunları, çok ciddi zorluklara yol açmadan<br />devrimci bir saldırıya açık da olmayacak. Yani eğer<br />sistem yıkılırsa bu ya kendiliğinden olacak, ya da<br />devrimcilerin yardımcı olacağı yarı spontane bir süreç<br />yoluyla olacak. Eğer yıkım ani olursa, çok insan<br />ölecek, çünkü dünyanın nüfusu öylesine arttı ki, bu<br />nüfusun ileri teknoloji olmadan beslenmesi olanaksız.<br />Yıkım yavaş yavaş olsa ve böylece nüfus, doğum<br />oranının azalması ve ölüm oranının artması yoluyla<br />azalsa bile endüstrisizleşme süreci pek çok acıya<br />neden olacak. Teknolojinin, yumuşak, düzenli bir<br />şekilde yok edileceğini düşünmek özellikle de<br />teknoloji severler her adımda inatla karşı<br />koyacağından, saflık olur. Tüm bunlardan ötürü,<br />sistemin yıkılması için çalışmak acımasızlık mıdır?<br />Belki evet, belki hayır. İlk olarak, devrimciler sistemi<br />zaten sonunda kendi kendine yıkılabilecek kadar<br />sorunlu hale gelmedikçe yıkamayacaklar ve sistem<br />büyüdükçe, çöküşünün sonuçları da o denli felaket<br />olacak; bu yüzden devrimciler çöküşün başlangıcını<br />çabuklaştırarak bu felaketin derecesini azaltmış<br />olacaklar.<br /><br />168. İkinci olarak, kişi özgürlüğün ve onurun<br />kaybıyla, mücadele ve ölümü dengelemelidir.<br />Çoğumuz için, özgürlük ve onur, uzun bir yaşamdan<br />ya da fiziksel acıların engellenmesinden daha<br />önemlidir. Üstelik, hepimiz bir gün öleceğiz ve yaşam<br />ya da başka bir neden için ölmek, uzun ama boş ve<br />amaçsız bir yaşamdan daha iyi olabilir.<br /><br />169. Üçüncü olarak, sistemin devamının, çöküşünden<br />daha az acıya neden olacağı hiç de kesin değildir.<br />Sistem çoktan tüm dünyada yoğun acılara neden oldu;<br />hala da neden olmaya devam ediyor. Yüzlerce yıldır<br />insanlara birbirleriyle ve çevreleriyle doyurucu bir<br />ilişki sağlayan eski kültürler, endüstriyel toplumla<br />ilişkileri sonucu yok oldular; sonuç ise, koca bir<br />ekonomik, çevresel, sosyal ve psikolojik sorunlar<br />bütünü oldu. Endüstriyel toplumun devreye girmesin<br />etkilerinden biri de, dünyanın çoğunda, geleneksel<br />nüfus kontrolünün devreden çıkması oldu. İşte tüm<br />yönleriyle nüfus patlaması ortadadır. Bir de, talihli<br />olduğu varsayılan Batı ülkelerindeki psikolojik acılar<br />var (bkz. 44-45. paragraflar). Kimse, ozon<br />tabakasındaki deliğim, sera etkisinin ve henüz<br />bilinemeyen diğer çevre sorunlarının sonunda ne<br />olacağını bilmiyor. Ve, nükleer kullanımının<br />artışından da görüleceği gibi, yeni teknoloji<br />diktatörlerin veya sorumsuz Üçüncü Dünya<br />ülkelerinin elinden kurtarılamıyor. Irak ya da Kuzey<br />Kore’nin genetik mühendisliği ile neler yapabileceğini<br />tartışmak ister misiniz?<br /><br />170. “Aaaa!” diyecek teknoloji severler, “bilim<br />hepsini halledecek! Kıtlığı yenecek, psikolojik<br />sorunları ortadan kaldıracağız, herkesi mutlu ve<br />sağlıklı yapacağız!” Tabii, ne demezsiniz. Bunu 200<br />sene önce de söylüyorlardı. Endüstri Devrimi güya<br />fakirliği yok edecek, herkesi mutlu edecekti vb.<br />Sonuç, gerçekte çok farklı oldu. Teknoloji severler,<br />toplumsal sorunları anlamada umutsuzca saflar (ya da<br />kendilerini kandırıyorlar). Büyük bir değişiklik<br />(yararlı gözükenler bile) bir topluma girdiğinde, çoğu<br />tahmin edilemeyecek, uzun bir değişiklikler zincirine<br />yol açar (103. paragraf); bu gerçeğin farkında değiller<br />(ya da göz ardı etmeyi tercih ediyorlar). Sonuç<br />toplumun yıkılışıdır. Bu yüzden, teknoloji severlerin,<br />fakirlik ve hastalığa bir son vermek, sağlıklı mutlu<br />insanlar yaratmak vb. yolundaki çabalarının, şu<br />andakinden bile daha sorunlu toplumsal düzenler<br />yaratması olası. Örneğin, bilim adamları teknik olarak<br />düzenlenmiş, yeni gıdalar üreterek kıtlığı<br />durduracaklarının söyleyip övünüyorlar. Oysa bu,<br />insan nüfusunun sürekli artmasına neden olacak ve<br />kalabalığın da stres ve saldırganlığı arttırdığı gayet iyi<br />biliniyor. Buysa, TAHMİN EDİLEBİLİR sonuçlardan<br />yalnızca biri. Geçmişteki deneyimlerin de gösterdiği<br />gibi, teknik ilerlemenin tahmin EDİLMEZ yeni<br />sorunlara yol açacağını vurguluyoruz (103. paragraf).<br />Aslında, Endüstri Devrimi’nden bu yana, teknoloji,<br />eski sorunları çözdüğünden daha hızlı bir biçimde yeni<br />sorunlar üretiyor. Yani, teknoloji severlerin Parlak<br />Yeni Dünyalarını kusurlardan arındırmaları, uzun bir<br />hata ve sorgulama süreci gerektirecek. Bu arada büyük<br />acılar çekilecek. Bu yüzden de, endüstriyel toplumun<br />devamının, yıkılışından daha az azıya yol açacağı<br />kesin değildir. Teknoloji, insanları dönüşü olmayan<br />bir yola sokmuştur.<br /><br />Gelecek<br /><br />171. Şimdi, endüstriyel toplumun önümüzdeki birkaç<br />on yıl için devam ettiğini ve kusurlarından<br />arındırıldığını, kusursuz işlediğini düşünelim. Bu nasıl<br />bir sistem olacaktır? Çeşitli olasılıkları göz önüne<br />alalım.<br /><br />172. Öncelikle bilgisayar bilimcilerinin, her şeyi<br />insanlardan daha iyi başaran akıllı makineler yapmayı<br />başardıklarını varsayalım. Bu durumda bütün işler iyi<br />organize edilmiş, büyük makine sistemleri tarafından<br />gerçekleştirilecek ve insan gücü gerekli olmayacaktır.<br />Makinelerin, tüm kararları insan gözetimi olmadan<br />almasına izin verilecektir ya da insanların makine<br />üzerindeki kontrolü ellerinde tutmaları mümkün<br />olabilecektir.<br /><br />173. Eğer tüm karar yetkisi makinelere verilirse,<br />bunun sonuçları hakkında tahminde bulunamayız,<br />çünkü bu tür makinelerin nasıl davranacağını tahmin<br />etmek olanaksız. Biz yalnızca insan ırkının kaderinin,<br />makinelerin elinde olacağına işaret ediyoruz. İnsan<br />ırkının tüm gücü makinelere devredecek kadar aptal<br />olmayacağı iddia edilebilir. Ancak biz ne insan ırkının<br />gönüllü olarak gücü makinelere devredeceğini ne de<br />makinelerin kendi istekleriyle gücü ellerine<br />alacaklarını iddia ediyoruz. Bizim iddia ettiğimiz şey<br />şudur: İnsan ırkı kolayca kendini makinelere bağlılığa<br />sürüklenmiş halde bulabilir ve makinelerin kararlarını<br />kabul etmekten başka hiçbir pratik seçimi<br />kalmayabilir. Toplum ve onun karşılaştığı sorunlar<br />karmaşıklaştıkça ve makineler gitgide akıllandıkça<br />insanlar onlara daha fazla karar verme yetkisi verirler,<br />çünkü makinelerin kararları, insanlarınkinden daha iyi<br />sonuçlar getirir. Sonunda, sistemi işletebilmek için<br />gerekli olan kararlar öyle karmaşıklaşabilir ki, insanlar<br />onları gereğince yapacak kapasitede olmayabilir. Bu<br />aşamada makineler etkin bir kontrol sahibi olacaktır.<br />İnsanlar makineleri pat diye kapatmayacaktır, çünkü<br />onlara öyle bağımlı hale geleceklerdir ki, makineleri<br />kapatmak intihar anlamına gelebilecektir.<br /><br />174. Diğer yandan, makineler üzerindeki insan<br />kontrolünün elde tutulması da mümkündür. Bu<br />durumda, ortalama insan kendine ait arabası ya da<br />kişisel bilgisayarı gibi bazı makineleri kontrol edebilir,<br />ancak geniş sistemlerin üstündeki kontrol seçkin bir<br />azınlığın elinde olacaktır. Bugün de olduğu gibi, ama<br />iki farkla. Gelişmiş tekniklere bağlı olarak seçkin<br />kesim kitleler üzerinde daha fazla kontrol sahibi<br />olacaktır ve insan emeği artık gerekli olmayacağından,<br />kitleler sistem üzerinde gereksiz bir yük olacaktır.<br />Seçkin kesim acımasız olursa kitleleri yok etme kararı<br />da alabilir. Eğer insancılsa, insan neslinin, dünyayı<br />seçkinlere bırakmak üzere tükenmesine dek doğum<br />oranının düşürülmesine yönelik propaganda veya<br />diğer psikolojik veya biyolojik teknikler<br />kullanabilirler. Ya da, seçkin kesim yumuşak kalpli<br />liberallerden oluşuyorsa, insan ırkının geri kalanına<br />karşı iyi çobanlar rolünü oynamaya karar verebilirler.<br />Herkesin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasını, tüm<br />çocukların psikolojik olarak sağlıklı koşullarda<br />yetişmesini, herkesin kendisini meşgul edecek yararlı<br />birer hobisinin olmasını ve tatmin olmayanların<br />“sorun”larını çözmek üzere “tedavi” görmesini<br />sağlayabilirler. Elbette yaşam öylesine amaçsız<br />olacaktır ki, insanlar, ya güç süreçlerini ortadan<br />kaldırmak ya da güç dürtülerini zararsız bir hobiye<br />“yöneltmek” üzere biyolojik veya psikolojik olarak<br />yeniden üretilmek zorunda kalacaklardır. Böylesi<br />fabrika ürünü insanlar, bu tür bir toplumda mutlu<br />olabilir ama çok açık ki, özgür olmayacaklardır. Evcil<br />hayvanlar seviyesine indirgenmiş olacaklardır.<br /><br />175. Ama şimdi de, bilgisayar bilimcilerin yapay zeka<br />geliştirmeyi başaramadığını, insan gücünün gerekli<br />olduğunu varsayalım. O zaman bile makineler gittikçe<br />basit işleri daha çok ele geçirecek; böylece işsizler<br />ordusu gittikçe büyüyecektir. (Bunu bugün bile<br />görüyoruz. Entelektüel ve psikolojik nedenlerden<br />ötürü, bugün iş bulabilmek için gerekli eğitimden<br />geçemeyen ve iş bulması zor ya da olanaksız olan çok<br />insan vardır.) İş bulanlardan ise, gittikçe daha çok şey<br />talep edilecektir: Gittikçe daha fazla eğitime<br />ihtiyaçları olacak, daha fazla yetenekli, daha güvenilir,<br />sağlıklı ve itaatkar olmaları gerekecektir; çünkü<br />gittikçe daha büyük, dev bir organizmanın hücreleri<br />haline geleceklerdir. İşleri gittikçe daha fazla<br />uzmanlık işi olacak, böylece de bir anlamda gerçek<br />dünyayla kopuk, gerçeğin yalnızca küçücük bir<br />bölümüne yoğunlaşmış olacaklardır. Sistem insanları<br />sağlıklı, sistemin gerektirdiği yeteneklere sahip ve güç<br />dürtüsünü, uzmanlık isteyen bir işe “yönlendiren” hale<br />getirmek için gerek psikolojik gerek biyolojik tüm<br />araçları kullanacaktır. Ancak böyle insanlardan oluşan<br />bir toplumun sağlıklı olacağı ifadesi tartışma götürür.<br />Sistem, rekabeti, kendi ihtiyaçlarına hizmet edecek<br />kanallara yönlendirildiği sürece yararlı bulabilir.<br />Prestij ve güç için bitmez tükenmez bir rekabetin<br />olduğu bir gelecek toplumu hayal edebiliriz. Ancak<br />çok çok az insan, gerçek gücün bulunduğu zirveye<br />ulaşabilecektir. (bkz. 163. paragraf) İnsanların,<br />diğerlerini yolundan itip geçerek ve böylece<br />ONLARIN güç şanslarını ellerinden alarak kendi güç<br />gereksinimlerini giderdikleri bir toplum çok iğrençtir.<br /><br />176. İnsan, tartıştığımız olasılıkların birden fazlasını<br />bir araya getiren başka senaryolar da üretilebilir.<br />Örneğin, makineler gerçek, pratik anlamı olan tüm<br />işleri alabilir; insanlar da nispeten önemli işler<br />verilerek oyalanabilir. Örneğin, hizmet endüstrisinin<br />gelişmesinin insanlara önemli düzeyde iş sağlayacağı<br />öne sürülmüştür. Yani, insanlar, birbirlerinin<br />masalarına bakarak vb. zaman harcayacaklardır. Bu<br />bize insan soyunun sonu açısından son derece rezil<br />görünüyor; ayrıca pek çok insanın böylesine amaçsız<br />işleri tatmin edici bulmayacağını düşünüyoruz.<br />İnsanlar, bu tür bir yaşama uymak için biyolojik ve<br />psikolojik olarak düzenlemedikleri sürece, başka,<br />tehlikeli dışavurum yolları (uyuşturucu, suç, “kültler”,<br />nefret grupları) arayacaklardır.<br /><br />177. Yukarıda özetlenen senaryoların tüm olasılıkları<br />sergilemediğini söylemeye gerek yok. Bunlar yalnızca<br />bize en olası gelenler. Ama bizim söylediklerimizden<br />daha hoş hiçbir mantıklı senaryo aklımıza gelmiyor.<br />Çok büyük olasılıkla, endüstriyel-teknolojik sistem<br />önümüzdeki 40 ile 100 yıl içinde ayakta kalabilirse, o<br />zamana dek bazı özelliklere sahip olacaktır: Bireyler<br />(özellikle de “burjuva” türü insanlar, yani sistemle<br />bütünleşmiş ve onu işleten, bu yüzden de tüm güce<br />sahip kişiler), büyük kuruluşlara her zamankinden<br />daha fazla bağımlı hale geleceklerdir; her<br />zamankinden daha “toplumsallaşmış” olacaklardır ve<br />onların fiziksel ve zihinsel özellikleri de şansın (ya da<br />tanrısal iradenin ya da her neyinse) sonuçları değil,<br />büyük oranda onlara verilmiş özellikler olacaktır;<br />vahşi doğadan geriye kalan her şey de bilimsel<br />çalışma için saklanan ve bilim adamlarının denetim ve<br />yönetimi altında tutulan kalıntılara indirgenecektir<br />(bundan ötürü, artık gerçek anlamda vahşi<br />olmayacaktır). Uzun vadede (diyelim ki, bundan<br />birkaç yüzyıl sonra), ne insan ırkı ne de diğer önemli<br />organizmalar, bizim bugün onları bildiğimiz biçimde<br />varolmayacaklardır. Çünkü organizmaları, genetik<br />mühendisliği yoluyla değiştirmeye başlandı mı,<br />herhangi bir noktada durmak için hiçbir şey yok, bu<br />yüzden de bu değişimler büyük olasılıkla insanlar ve<br />diğer organizmalar bütünüyle farklılaşıncaya kadar<br />devam edecektir.<br /><br />178. Konu ne olursa olsun, teknolojinin insanlara,<br />doğal seçimin insan ırkını fiziksel ve psikolojik açıdan<br />hazırladığı koşullardan tamamıyla farklı bir fiziksel ve<br />sosyal ortam yarattığı kesin. Eğer insan bu koşullara<br />yapay bir şekilde üretilmiş olarak uyum sağlayacaktır.<br />İlk olasılık ikincisinden daha olasıdır.<br /><br />179. Tüm bu kokuşmuş sistemi yıkıp sonuçlarına<br />katlanmak çok daha iyidir.<br /><br />Strateji<br /><br />180. Teknoloji severler, hepimizi bilinmeyene doğru<br />tam anlamıyla çılgın bir maceraya sürüklüyorlar. Çoğu<br />insan teknolojik ilerlemenin bize neler yaptığını<br />kısmen anlıyor ama bunun kaçınılmaz olduğunu<br />düşündüğü için buna karşı pasif bir tavır alıyor. Ama<br />biz (FC) bunun kaçınılmaz olduğunu düşünmüyoruz.<br />Bizce bu durdurulabilir ve bunu durdurmanın bazı<br />yollarını göstereceğiz.<br /><br />181. 166. paragrafta da belirttiğimiz gibi, şu anda iki<br />önemli görev var: Endüstriyel toplumdaki toplumsal<br />gerilimi ve istikrarsızlığı arttırmak ve teknoloji ile<br />endüstriyel sisteme karşı bir ideoloji yaymak. Sistem<br />yeterince istikrarsız ve gerilimli olduğunda,<br />teknolojiye karşı bir devrim mümkün olabilir.<br />Buradaki yöntem, Fransız ve Rus Devrimlerindeki<br />yöntemlere benzeyecektir. Fransız ve Rus<br />toplumlarında, devrimden önceki birkaç on yılda,<br />gittikçe artan zayıflama ve bunalım belirtileri olarak<br />görülüyordu.bu arada da, çok farklı bir dünya vadeden<br />ideolojiler geliştiriliyordu. Rus Devrimi örneğinde,<br />devrimciler eski düzenin kuyusunu kazmaya<br />çalışıyorlardı. Daha sonra, eski düzen yeterince<br />bunalıma girdiğinde (Fransa’da mali kriz, Rusya’da<br />askeri bozgun), bir devrimle yıkıldı. Bizim<br />önerdiğimiz de aynı çizgide bir şey.<br /><br />182. Fransız ve Rus devrimlerinin başarısız olduğu<br />yolunda bir itiraz yükselebilir. Ancak çoğu devrimini<br />iki amacı vardır. Birinci amaç, toplumun eski yapısını<br />yıkmak; ikincisi ise, devrimciler tarafından öngörülen<br />yeni bir toplum kurmaktır. Fransız ve Rus devrimleri<br />yeni bir toplum kurmayı (iyi ki!) başaramadılar, ancak<br />eski toplumu yıkma konusunda oldukça başarılıydılar.<br />Bizim, yeni, ideal bir toplum kurmanın olasılığı<br />hakkında yanılsamalarımız yok. Bizim tek amacımız,<br />varolan toplum yapısını yıkmak.<br /><br />183. Ancak, coşkun bir destek alabilmesi için, bir<br />ideoloji olumsuz bir idealin yanı sıra, olumlu bir<br />ideale de sahip olmalıdır: Bir şeye KARŞI olduğu<br />kadar, bir şeyden de yana olmalıdır. Bizim<br />önerdiğimiz olumlu ideal Doğa'dır. Yani, Vahşi Doğa:<br />Yeryüzünün, insan yönetiminden, denetiminden ve<br />müdahalesinden bağımsız olarak canlılarıyla birlikte<br />varlığını sürdürmesi ideali. Vahşi doğaya insan<br />doğasını da dahil ediyoruz, yani bireyin organize<br />toplumun düzenlemelerine tabi olmayan ama şahsın,<br />özgür iradenin ya da tanrının (dini ya da felsefi<br />görüşlerinize bağlı) bir yaratısı olan işlevlerini.<br /><br />184. Doğa birçok nedenden ötürü tam anlamıyla<br />mükemmel bir teknoloji karşıtı idealdir. (Sistemin<br />gücü dışında kalan) Doğa, (sürekli sistemin gücünü<br />arttırmaya çalışan) teknolojinin tam karşıtıdır. Çoğu<br />insan doğanın güzel olduğunda hem fikirdir; doğanın<br />kesinlikle büyük bir çekiciliği vardır. Radikal<br />çevreciler, daha ŞİMDİDEN doğayı öven ve<br />teknolojiye karşı çıkan bir ideolojiye sahipler. (30)<br />Doğanın yararı için birtakım hayali ütopyalar veya<br />yeni toplumsal düzenler ortaya atmanın gereği yok.<br />Doğa kendi başının çaresine bakar: O, tüm insan<br />toplumlarından çok daha önce ortaya çıkan<br />kendiliğinden bir yaratıydı ve sayılamayacak kadar<br />çok yüzyıl boyunca birlikte yaşadılar. Ancak Endüstri<br />Devrimi'nden sonra, insan toplumunun doğa<br />üzerindeki etkisi yıkıcı olmaya başladı. Doğa<br />üzerindeki baskıyı kaldırmak için özel bir sosyal<br />sistem yaratmak gerekli değil, yalnızca endüstriyel<br />toplumdan kurtulmak gerekir. Tabii ki, bu tüm<br />sorunları çözmeyecek. Endüstriyel toplum doğaya<br />çoktan büyük zarar verdi ve yaraların sarılması zaman<br />alacak. Bunun yanı sıra, endüstri-öncesi toplumlar da<br />doğaya önemli zararlar vermiş olabilir. Yine de,<br />endüstriyel toplumun yok edilmesi büyük oranda bir<br />başarı olacak. Bu, yaralarını sarabilmesi için, doğanın<br />üzerindeki en kötü baskıyı ortadan kaldıracak;<br />organize toplumun doğa üzerindeki kontrolünü (insan<br />doğası dahil) giderecek. Endüstriyel sistemin<br />çözülüşünden sonraki toplumun biçimi ne olursa<br />olsun, insanların doğaya yakın yaşayacağı kesin;<br />çünkü ileri teknoloji olmadığında insanların<br />YAŞAYABİLMELERİNİN başka yolu yoktur.<br />Beslenmek için çiftçi veya sığırtmaç veya balıkçı veya<br />avcı vb. olmak zorundadırlar. Ve genelde yerel<br />bağımsızlık artma eğilimi göstermeli, çünkü ileri<br />teknoloji ve hızlı iletişimin yokluğu devletlerin ve<br />diğer büyük kuruluşların yerel topluluklar kontrol<br />etme yetisini sınırlayacaktır.<br /><br />185. Endüstriyel toplumun ortadan kaldırılmasın<br />olumsuz sonuçlarına gelince: Bir şey i elde etmek için<br />diğerlerini feda etmelisiniz.<br /><br />186. insanların çoğu psikolojik çatışmadan nefret eder.<br />Bu nedenle zor toplumsal konularda ciddi olarak<br />düşünmekten kaçınıp, onlara, basit, siyah beyaz<br />terimlerle sunulan konuları severler: BU bütünüyle iyi<br />ve ŞU bütünüyle kötü. Bu nedenle devrimci<br />düşünceler iki düzeyde geliştirilmelidir.<br /><br />187. Daha olgun bir düzeyde, ideoloji; akıllı,<br />düşünceli ve mantıklı kişilere hitap etmelidir. Amaç,<br />endüstriyel sisteme akılcı, düşünülmüş bir temelde,<br />ilgili, sorunların ve belirsizliklerin ve sistemi yok<br />etmenin bedelinin farkında olarak karşı çıkan bir<br />insanlar topluluğu oluşturmaktır. Bu tür insanları<br />çekmek özel olarak önemlidir, çünkü bu insanlar akıllı<br />insanlardır ve diğerlerin etkilemekte yararlı olabilirler.<br />Bu insanlara olabildiğince akılcı bir düzlemde hitap<br />edilmelidir. Gerçekler asla kasten çarpıtılmamalı ve<br />ölçüsüz bir dilden kaçınılmalıdır. Bu, duygulara hiç<br />hitap edilmeyeceği anlamına gelmez ama böylesi bir<br />seslenişte bulunurken, gerçeklerin çarpıtılmamasına ya<br />da ideolojinin entelektüel saygınlığına zarar verecek<br />hiçbir şeyin yapılmamasına çok dikkat edilmelidir.<br /><br />188. Daha alt düzeyde, ideoloji; düşünmeyen<br />çoğunluğun teknoloji ile doğa arasındaki çatışmayı<br />anlayabileceği kesin terimler içeren basitleştirilmiş bir<br />şekilde yayılmalıdır. Ancak bu düzeyde bile, ideoloji;<br />insanları düşünceli ve akılcı haline<br />yabancılaştırabilecek, bayağı, özensiz veya mantık dışı<br />bir dille ifade edilmemelidir. Ucuz, özensiz<br />propaganda bazen kısa vadeli kazanımlara yol açsa da;<br />uzun vadede, daha iyi propaganda yapan birilerini<br />görür görmez fikrini değiştirecek, düşünmeyen bir<br />kuru kalabalığın tutkusunu uyandırmak yerine, az<br />sayıda, kendini davasına akıllıca adamış insanlara<br />sahip olmak daha iyidir. Ancak ayak takımına hitap<br />etmek; sistem çöküşün eşiğine geldiği ve rakip<br />ideolojiler arasındaki son bir çatışma sonucu<br />belirleyeceği zaman gerekli olabilir.<br /><br />189. Nihai mücadelenin öncesine kadar, devrimciler<br />çoğunluğu yanlarına çekmeyi ummamalıdır. Tarih,<br />genelde ne istediğini bile tam olarak bilmeyen<br />çoğunluklar tarafından değil, kararlı ve etkin azınlıklar<br />tarafından yazılır. Devrim için son çatışma anı<br />gelinceye dek,(31) devrimcilerin görevi, çoğunluğun sığ<br />desteğinden çok, fedakar insanlardan oluşan küçük bir<br />ana grup ortaya çıkarmaktır. Çoğunluğa gelince, onları<br />yeni bir ideolojinin varlığından haberdar etmek ve<br />bunu sık sık anımsatmak yeterlidir; ama tabi ki,<br />gerçekten adanmış insan grubunu zayıflatmadan<br />yapılabildiği takdirde, çoğunluğun desteğini çekmek<br />de yararlıdır.<br /><br />190. Her tür çatışma, sistemi istikrarsızlaştırır ama<br />kişi, hangi çatışmaları körüklediğine dikkat etmelidir.<br />Çatışma çizgisi, halk kitleleriyle, endüstriyel toplumun<br />gücünü elinde tutan seçkin kesimler (politikacılar,<br />bilim adamları, üst düzey iş yöneticileri, devlet<br />yetkilileri vb.) arasında çizilmelidir. Çizgi, devrimciler<br />ile halk kitleleri arasında ÇİZİLMEMELİDİR.<br />Örneğin, devrimcilerin tüketim alışkanlıklarından<br />dolayı Amerikalıları suçlaması kötü bir stratejidir.<br />Aksine, ortalama bir Amerikalı, ihtiyaç duymadığı bir<br />sürü saçmalık satın alması için kendisini aldatan<br />reklamcılık ve pazarlama endüstrisinin bir kurbanı<br />olarak gösterilmelidir ve tüm aldığı malların<br />özgürlüğünün kaybı karşısında çok zayıf bir teselli<br />olduğu belirtilebilir. Her iki yaklaşım da gerçeklere<br />uygundur. Halkı sömürdüğü için reklamcılık<br />endüstrisini suçlamanız ya da halka sömürülmeye izin<br />verdiği için kızmanı yalnızca bir tavır sorunudur.<br />Stratejik açıdan genelde toplumu suçlamaktan<br />kaçınılmalıdır.<br /><br />191. Kişiler, seçkinler (teknolojiyi elinde tutanlar) ile<br />genel halk (teknolojik olarak gücün dayatıldığı)<br />arasındaki çatışma dışındaki diğer toplumsal<br />çatışmaları teşvik etmeden önce iki kez<br />düşünmelidirler. Bir kere, diğer çatışmalar ilgiyi<br />önemli çatışmalardan (güçlü seçkinlerle sıradan halk<br />arasındaki, teknoloji ile doğa arasındaki) saptırır; diğer<br />taraftan da diğer çatışmalar teknolojikleşmeyi teşvik<br />eder; çünkü iki taraf da, rakibine karşı avantajlı olmak<br />için teknolojik güç kullanmak ister. Bu, ülkeler<br />arsındaki rekabetlerde açıkça görülür. Örneğin,<br />Amerika’daki birçok zenci lideri, Afrikalı<br />Amerikalıları teknolojiyi elinde tutan güçlü seçkin<br />kesimin yerine geçirerek güç kazanmaya çalışıyor.<br />Her yerde zenci devlet memurlarının, bilim<br />adamlarının, şirket yöneticilerinin vb.nin olmasını<br />istiyorlar. Bu şekilde Afro-Amerikan kültürünün,<br />teknolojik sistem tarafından yutulmasına yardım<br />ediyorlar. Genel olarak kişiler, yalnızca güçlü<br />seçkinlerle sıradan insanların ve teknolojiyle doğanın<br />çatışması çerçevesindeki çatışmaları desteklemelidir.<br /><br />192. Ancak, etnik çatışmalara karşı çıkmanın yolu,<br />azınlık haklarının militanca savunulması değildir. (21-<br />29. paragraflara bakınız) Aksine, devrimciler şunu<br />vurgulamalıdır: Azınlıklar gerçekten daha fazla<br />dezavantaja sahiplerse de, bu dezavantaj yalnızca<br />yüzeysel bir öneme sahiptir. Gerçek düşmanımız<br />endüstriyel-teknolojik sistemdir ve sisteme karşı<br />mücadelede etnik farklılıkların bir önemi yoktur.<br /><br />193. Kafamızdaki devrim ille de devlete karşı silahlı<br />bir ayaklanma gerektirmiyor. Fiziki şiddet içerebilir<br />veya içermeyebilir, ancak POLİTİK bir devrim<br />olmayacaktır. Odak noktası, teknoloji ve ekonomi<br />olacaktır, politika değil.(32)<br /><br />194. Endüstriyel sistem tehlike noktasına gelinceye ve<br />insanların çoğunun gözünde başarısız oluncaya dek,<br />devrimciler yasal ya da yasa dışı yollarla gücü ellerine<br />geçirmekten KAÇINMALIDIRLAR. Bir “yeşiller”<br />partisinin, ABD Senatosu’nda yapılan bir seçimle<br />yönetimi eline aldığını varsayalım. İdeolojilerine<br />ihanet etmekten veya ideolojilerini sulandırmaktan<br />kaçınmak için, ekonomik büyümeyi, ekonomik<br />küçülmeye çevirmek yolunda şiddetli önlemler<br />alacaklardır. Bunun ortalama insan üzerindeki etkileri<br />facia olacaktır: Yaygın bir işsizlik, kıtlık vb. Daha<br />büyük olumsuz etkiler önlenebilse bile, insanlar<br />bağımlısı oldukları lüks alışkanlıklarından vazgeçmek<br />zorunda kalacaklardır. Tatminsizlik büyüyecek ve<br />“yeşiller” partisi kongreden atılacak ve devrimciler,<br />şiddetli bir geri çekilme yaşayacaklardır. Bu yüzden,<br />her türlü başarısızlığın devrimcilerin politikalarından<br />değil de endüstriyel sistemin kendisinden<br />kaynaklandığı görülünceye dek devrimciler politik güç<br />kazanmaya çalışmamalıdırlar. Teknolojiye karşı bir<br />devrim, sistemin üstündekiler tarafından değil,<br />altındaki ve dışındakiler tarafından yapılan bir devrim<br />olacaktır.<br /><br />195. Devrim, uluslararası ve dünya çapında olmalıdır.<br />Ülkeden ülkeye yayılma temelinde yürütülemez.<br />Örneğin, ne zaman ABD'de teknolojik ilerlemenin ya<br />da ekonomik büyümenin biraz kısıtlanması öne<br />sürülse, insanlar histeri krizlerine tutulup, teknolojide<br />geri kalırsak Japonların bizi geçeceğini söylüyorlar.<br />Kutsal robotlar! Japonlar bizden daha çok araba<br />satarsa, dünya yörüngesinden fırlar! (Milliyetçilik,<br />teknolojinin en önemli destekçilerindendir.) Daha da<br />mantıklısı, görece demokratik uluslar geri kalırken<br />Çin, Vietnam ve Kuzey Kore gibi diktatörlükle<br />yönetilen uluslar ilerlerse, sonunda diktatörlerin<br />dünyaya hakim olacağı iddia edilebilir. Bu da<br />endüstriyel sisteme mümkün olduğunca her yerde aynı<br />zamanda saldırılmasının bir nedeni. Doğru,<br />endüstriyel sistemin her yerde aynı zamanda<br />yıkılacağının bir garantisi yok ve sistemi yıkma<br />girişiminin diktatörlerin egemenliğine yol açması bile<br />mümkün. Ama bu, göze alınması gereken bir risk.<br />Göze alınması da gerekir, çünkü, “demokratik” bir<br />endüstriyel sistemle, diktatörlerin yönettiği endüstriyel<br />sistem arasında, endüstriyel olan ve olmayan sistemler<br />arasında olduğundan çok daha az bir fark vardır.(33)<br />Diktatörlerin yönettiği sistemler genelde başarısız<br />olduğundan, böyle bir endüstriyel sistemin tercih<br />edilebilir olduğu bile iddia edilebilir, çünkü yıkılma<br />olasılıkları daha fazla olacaktır. Küba’ya bakın.<br /><br />196. Devrimciler, dünya ekonomisini birbirine<br />bağlayan anlaşmaları desteklemeyi düşünmelidirler.<br />NAFTA veya GATT gibi serbest ticaret anlaşmaları<br />kısa vadede doğaya zarar verebilir, ancak ülkelerarası<br />ekonomik bağımlılığı güçlendirdiğinden uzun vadede<br />yararlı olabilir. Güçlü bir ulusun yıkılmasının tüm<br />endüstriyel ulusların yıkılmasına yol açacağı denli<br />birleşik bir dünya ekonomisi oluşursa, sistemi dünya<br />çapında yıkmak daha kolay olur.<br /><br />197. Bazı kişiler, modern insanın çok fazla gücü<br />olduğunu, doğa üstünde kontrolünün çok fazla<br />olduğunu iddia ediyor ve daha pasif bir tutumu<br />savunuyorlar. Bu kişiler en iyi ihtimalle kendilerini iyi<br />ifade edemiyor olmalılar çünkü BÜYÜK<br />KURULUŞLAR için olan güç ile BİREYLER ve<br />KÜÇÜK GRUPLAR için olan gücü birbirinden ayırt<br />edemiyorlar. Güçsüzlüğü ve pasifliği savunmak<br />hatadır çünkü insanların GÜCE ihtiyaçları vardır.<br />Ortak bir vücut olarak insanın –yani, endüstri<br />sisteminin- doğa üstünde sonsuz bir gücü var ve biz<br />(FC) bunun zararlı olduğuna inanıyoruz. Ama modern<br />BİREYLER ve BİREYLERİN KÜÇÜK GRUPLARI<br />ilkel adamın sahip olduğundan çok daha az güce<br />sahiptirler. Genel olarak, “modern insanın” doğa<br />üstündeki muazzam gücü bireyler ya da küçük gruplar<br />tarafından değil büyük kuruluşlar tarafından<br />kullanılmaktadır. Ortalama modern BİREY<br />teknolojiden bir dereceye kadar yararlanabilir. Ancak<br />sistemin denetimi ve kontrolü altında ve ancak dar<br />sınırlar içinde bu hak ona verilir. (Her şey için izin<br />gereklidir ve bu izin beraberinde kural ve<br />düzenlemeleri getirir.) Birey sadece sistemin ona<br />vermeyi uygun gördüğü bazı teknolojik güçlere<br />sahiptir. Doğa üstündeki KİŞİSEL gücü önemsizdir.<br /><br />198. İlkel BİREYLERİN ve KÜÇÜK GRUPLARIN<br />aslında doğa üstünde epeyce bir gücü vardır: Belki de<br />doğa İÇİNDE dememiz daha doğru olur. İlkel adam<br />yemeğe ihtiyacı olduğunda nasıl yenilebilir kökler<br />bulup, hazırlayacağını ve nasıl av izi sürüp, el yapımı<br />silahlarla avını yakalayacağını biliyordu. Kendini<br />sıcaktan, soğuktan, yağmurdan, tehlikeli hayvanlardan<br />vs. korumayı biliyordu. Ama ilkel adam doğaya daha<br />az zarar vermiştir, çünkü ilkel toplumun<br />ORTAKLAŞA (KOLLEKTİF) gücü, endüstri<br />toplumunun ORTAKLAŞA gücü ile kıyaslandığında<br />önemsiz kalır.<br /><br />199. Güçsüzlük ve pasifliği savunmak yerine,<br />ENDÜSTRİYEL SİSTEMİN gücünün kaldırılması<br />gerektiğini ve böylece BİREYLERİN ve KÜÇÜK<br />GRUPLARIN güç ve özgürlüğünün büyük ölçüde<br />ARTACAĞINI savunmak gereklidir.<br /><br />200. Endüstri sistemi tamamen yıkılana dek, bu<br />sistemin imhası devrimcilerin TEK amacı olmalıdır.<br />Başka amaçlar, asıl hedefe olan enerji ve dikkati<br />dağıtacaktır. Daha da önemlisi, eğer devrimciler<br />teknolojinin yok edilmesinden başka bir amaca<br />yönelirlerse, bu amaca ulaşmak için teknolojiyi araç<br />olarak kullanmak isteyeceklerdir. Eğer bu isteklerine<br />boyun eğerlerse, yeniden teknoloji tuzağının içine<br />düşerle, çünkü modern teknoloji birleşik ve sıkı<br />örgütlenmiş bir sistemdir, yani insan teknolojinin<br />BİRAZINI elinde tutmak isterse, kendisini pek ÇOK<br />teknolojiyi muhafaza etmek zorunda kalmış bulur, bu<br />nedenle sonunda sadece biraz teknolojiyi gözden<br />çıkarmış olur.<br /><br />201. Örneğin devrimcilerin “sosyal adalet”i bir hedef<br />olarak aldığını farz edin. İnsan doğasının yapısı<br />itibariyle, sosyal adalet kendiliğinden oluşmayacaktır;<br />zor kullanılması gerekir. Sosyal adaletin zor<br />kullanarak getirilmesi için, devrimcilerin merkezi<br />örgütlenmeyi ve kontrolü elinde tutması lazımdır.<br />Bunun için, hızlı, uzun mesafeli nakliyat ve iletişime<br />ve böylece de taşıma ve işletim sistemlerine yarayacak<br />tüm teknolojiye ihtiyaçları olacaktır. Yoksul insanları<br />doyurmak ve giydirmek için ziraat ve üretim<br />teknolojilerini kullanmaları gerekecektir, vs. Böylece<br />sosyal adaleti sağlama teşebbüsü, onları teknolojik<br />sistemin epe bir bölümünü korumaya zorlayacaktır.<br />Sosyal adalete karşı değiliz, ama onun teknolojik<br />sistemden kurtulma çabasını engellemesine izin<br />verilmemelidir.<br /><br />202. Devrimcilerin sisteme, belli oranda, modern<br />teknolojiyi kullanmadan saldırmaya çalışmasının bir<br />yararı olmaz. En azından mesajlarını yaymak için<br />iletişim medyasını kullanmalıdırlar. Ama modern<br />teknolojiyi sadece bir tek amaç için kullanmalıdırlar:<br />Teknolojik sisteme saldırmak.<br /><br />203. Yanında bir fıçı şarapla oturan bir alkolik<br />düşünün. Onun kendi kendine şunları söylediğini farz<br />edin: "Aşırıya kaçılmadan içilirse şarabın zararı<br />yoktur. Hatta dediklerine göre az miktarda şarap<br />faydalıdır bile! Eğer sadece ufak bir kadeh içersem<br />bana bir zararı dokunmaz.." Daha sonra ne olacağını<br />hepiniz biliyorsunuz. Teknolojik toplumun aynen bir<br />fıçı şarabın yanı başındaki bu alkoliğe benzediğini asla<br />unutmayın!<br /><br />204. Devrimciler, mümkün olduğu kadar çok çocuk<br />sahibi olmalıdırlar. Sosyal tutumların önemli bir<br />dereceye kadar kalıtsal olduğuna dair güçlü bilimsel<br />kanıtlar vardır. Kimse, sosyal bir tutumun direk olarak<br />insanının kalıtımsal yapısının bir sonucu olduğunu<br />ileri sürmüyor, ama anlaşıldığı kadarıyla kişisel<br />özellikler kısmen kalıtsaldır (soydan gelir) ve bu belli<br />kişisel özellikler, toplumumuz içerisinde, kişinin şu ya<br />da bu sosyal tutumu benimsemesinde etkili<br />olmaktadır. Bu bulgulara itiraz edenler olmuştur, ama<br />bu itirazlar zayıftır ve ideolojik nedenlerden dolayı<br />edilmiş gibi görünmektedirler. Ne olursa olsun, hiç<br />kimse çocukların genelde ailelerininkine benzer sosyal<br />tutumları benimse eğilimleri olduğunu inkar etmiyor.<br />Bize göre bu tutumların soydan mı geçtiği ya da çocuk<br />eğitiminde mi edinildiği pek önemli değil. Her iki<br />durumda da yeni kuşağa YANSIYORLAR.<br /><br />205. Sorun şu ki, endüstri sistemine karşı çıkma<br />eğilimindeki pek çok insan aynı zamanda nüfus<br />problemi ile de ilgili, bu nedenle muhtemelen az<br />sayıda çocukları var ya da hiç çocuk yapmıyorlar. Bu<br />şekilde, dünyayı, endüstri sistemini destekleyen ya da<br />en azından kabul eden insanlara devrediyor olabilirler.<br />Devrimcilerin gelecek nesildeki gücünü sağlama<br />almak için fazla sayıda üremeleri gerekir. Bunu<br />yaparak, nüfus problemini sadece biraz daha<br />kötüleştirmiş olacaklar. Asıl önemli sorun endüstri<br />sisteminden kurtulmaktır; çünkü endüstri sistemi<br />çöktüğü zaman, dünya nüfusu mutlaka azalacaktır.<br />(bkz. 167. paragraf); halbuki endüstri sistemi yaşadığı<br />takdirde dünya nüfusunun neredeyse sınırsız şekilde<br />artmaya devam etmesini mümkün kılacak yeni yemek<br />üretim teknikleri geliştirmeye devam edecektir.<br /><br />206. Devrimci strateji ile ilgili olarak,, üzerinde ısrarla<br />durduğumuz tek husus modern teknolojinin yok<br />edilmesinin tek ezici amaç olması gerektiğidir, aşka<br />bir amaca bu kadar önem verilmemelidir. Geri<br />kalanlar için, devrimcilerin deneyimsel bir yaklaşımda<br />bulunmaları gerekir. Eğer yukarıdaki paragrafta geçen<br />tavsiyelerden bazıları iyi sonuçlar vermezse, o zaman<br />bu tavsiyelerden vazgeçilmelidir.<br /><br />Teknolojinin İki Türü<br /><br />207. Önerdiğimiz devrime karşı; ortaya çıkacak<br />muhtemel bir tartışma da onun başarısız olmaya<br />mahkum olduğudur, çünkü (iddia edildiğine göre)<br />tarih boyunca teknoloji her zaman ilerleme<br />göstermiştir, asla gerilememiştir, bu nedenle<br />teknolojik gerileme olanaksızdır. Ama bu iddia<br />yanlıştır.<br /><br />208. Teknolojiyi, küçük ölçekli teknoloji ve entegre<br />teknoloji olarak iki kategoriye ayırıyoruz. Küçük<br />ölçekli teknoloji, dışarıdan yarım olmadan küçük<br />ölçekli topluluklar tarafından kullanılabilir. Entegre<br />teknoloji, büyük ölçekli sosyal örgütlenmelere dayalı<br />teknolojidir. Küçük ölçekli teknolojide hiçbir önemli<br />gerileme vakası olmadığının bilincindeyiz. Ama<br />entegre teknoloji, destek aldığı toplumsal örgütlenme<br />yıkıldığı zaman GERİLER. Örneğin: Roma<br />imparatorluğu yıkıldığı zaman GERİLER. Örneğin:<br />Roma İmparatorluğu yıkıldığı zaman, Romalıların<br />küçük ölçekli teknolojisi canlı kalabildi, çünkü<br />herhangi bir köylü zanaatkar örneğin bir su çarkı<br />yapabilirdi, yetenekli bir demirci Roma metotlarını<br />kullanarak bıçak yapabilirdi vs. Ama Romalıların<br />entegre teknolojileri GERİLEDİ. Su kemerleri harap<br />oldu ve yeniden yapılamadı. Yol yapım teknikleri<br />kayboldu. Roma şehri sağlık hizmetleri sistemi<br />unutuldu, onun için yakın zamana kadar Avrupa<br />şehirlerinin sağlık hizmetleri antik Romalılarınkine<br />eşit seviyede değildi.<br /><br />209. Teknoloji her zaman bir ilerleme içindeymiş gibi<br />gözükmesinin sebebi Endüstri Devrimi’nden belki bir<br />ya da iki yy. öncesine kadar çoğu teknolojinin küçük<br />ölçekli teknoloji olmasından kaynaklanır. Ama<br />Endüstri Devrimi’nden beri gelişen teknolojinin çoğu,<br />entegre teknoloji olmuştur. Buzdolabını ele alalım,<br />örneğin, fabrika yapımı parçalar ya da endüstri sonrası<br />bir makine atölyesi olmadan bir avuç dolusu ustanın<br />bir buzdolabı yapması hemen hemen imkansız<br />olacaktır. Eğer bir mucize eseri bir tane yapmayı<br />başarırlarsa, emin bir elektrikli güç kaynağı olmadan<br />onu çalıştıramazlar. Böylece bir baraj ve bir jeneratör<br />yapmaları gerekecektir. Jeneratörler için büyük<br />miktarda bakır tele ihtiyaç vardır. Bu tellerin modern<br />aletler olmadan yapılmaya çalışıldığını düşünün.<br />Ayrıca buzdolabı için uygun gazı nereden bulacaklar?<br />Buzdolabının icadından önce olduğu gibi bir buz evi<br />yapmak ya da yiyeceği kurutarak veya temizleyerek<br />korumak çok daha kolay olacaktır.<br /><br />210. Yani, endüstri sistemi bir kere tamamen yıkıldı<br />mı, buzdolabı teknolojisinin de çabucak yok olacağı<br />aşikardır. Bu diğer entegre teknolojiler için de<br />geçerlidir. Ve bir kez bir kuşak bu teknolojiyi<br />kaybederse, ilk seferinde de olduğu gibi, onu yeniden<br />yaratmak yüzyıllar alacaktır. Geriye kalan teknik<br />kitaplar çok seyrek olacaktır. Bir endüstri toplumu,<br />dıştan yardım olmadan en baştan kurulacaksa, bu<br />ancak dizi aşamalar yoluyla olabilir: Alet yapmak için<br />bir alete, o bir aleti yapmak için yine bir alete, onu<br />yapmak için yine alete ihtiyacımız vardır. Ekonomik<br />kalkınmada uzun bir süreç ve sosyal örgütlenmede<br />ilerleme gerekir. Ayrıca, ortada teknolojiye karşı çıkan<br />bir ideoloji olmasa bile, kimsenin endüstri toplumunu<br />yeniden kurmak ile ilgileneceğini sanmıyoruz.<br />“İlerleme” isteği, modern topluma özgü bir kavramdır<br />ve 17. yy.dan önce ortaya çıkmışa benzemiyor.<br /><br />211. Ortaçağın sonlarında, “İlerleme”de başı çeken<br />dört ana uygarlık vardı: Avrupa, İslam Dünyası,<br />Hindistan ve Uzak Doğu (Çin, Japonya, Kore). Bu<br />uygarlıklardan üçü az çok durağan kaldılar ve sadece<br />Avrupa hareket kazandı. Kimse Avrupa’nın o zaman<br />neden hareket kazandığını bilmiyor; tarihçilerin bu<br />konuda çeşitli teorileri var ama bunlar sadece birer<br />tahmin. Yine de teknolojik bir topluma doğru hızla<br />gelişimin ancak özel koşullar altında gerçekleştiği<br />kesindir. Bu yüzden, uzun süreli bir teknolojik<br />gerilemenin olamayacağını düşünmek için bir neden<br />yoktur.<br /><br />212. Toplum, YENİDEN endüstriyel-teknolojik bir<br />yapıya doğru ilerler mi? Belki, ama 500 ya da 1000 yıl<br />sonrasının olaylarını tahmin yahut kontrol<br />edemeyeceğimize göre, bunun için endişelenmenin bir<br />faydası yoktur. Bu sorunlar o dönemde yaşayacak<br />insanlar tarafından çözümlenmelidir.<br /><br />Solculuk Tehlikesi<br /><br />213. İsyana ve bir hareket üye olma ihtiyaçlarından<br />dolayı solcular ya da benzer psikolojiye sahip insanlar<br />genelde başta solcu olmayan hedef ve üyeye sahip<br />isyancı ve eylemci hareketlerle ilgilenmezler. Solcu<br />tiplerin akınıyla solcu olmayan bir hareket kolaylıkla<br />solcu bir harekete getirilebilir, öyle ki solcu hedefler<br />hareketin orijinal amaçlarının yerine geçerler ya da<br />onu değiştirirler.<br /><br />214. Bunu önlemek için, doğayı yüceleştiren ve<br />teknolojiye karşı çıkan bir hareket kararlı bir şekilde<br />solculuk karşıtı bir tavır almalıdır. Uzun dönemde<br />solculuk, vahşi doğa, insan özgürlüğü ve modern<br />teknolojinin imhasına ters düşer. Solculuk<br />kollektivisttir; tüm dünyayı birleşmiş bir bütün olarak<br />sarmak ister (hem doğayı hem de insan soyunu). Ama<br />bu örgütlenmiş toplumun doğayı ve insan hayatını<br />yönetmesi demektir ve bu yüksek düzeyde bir<br />teknolojiyi gerektirir. Hızlı taşıma ve iletişim olmadan<br />birleşik bir dünyaya sahip olamazsınız, denenmiş<br />psikolojik teknikler olmadan herkesin birbirini<br />sevmesini sağlayamazsınız, gerekli teknolojik temel<br />olmadan “planlanmış bir toplum”a sahip olamazsınız.<br />Hepsinden önemlisi, solculuk güce olan ihtiyaç ile<br />beslenir ve solcular bir kitle hareketi ya da bir örgüt<br />ile özdeşleşerek, kolektif bir temele dayanarak güç<br />ararlar. Solculuk teknolojiden vazgeçecek gibi<br />değildir, çünkü teknoloji kolektif gücün çok değerli<br />bir kaynağıdır.<br /><br />215. Anarşist(34) de güç ister ama bireysel ya da küçük<br />grup temelinde güç ister; bireylerin ve küçük grupların<br />hayatlarının akışını kendilerinin kontrol edebilmesini<br />arzular. Teknolojiye karşı çıkar çünkü teknoloji küçük<br />grupları büyük örgütlere tabi kılar.<br /><br />216. Bazı solcular teknolojiye karşı gibi gözükebilirler<br />ama bu karşı çıkışlar, ancak grubun dışında kaldıkları<br />ve teknolojik sistem solcu olmayanlar tarafından<br />kontrol edildiği sürece devam eder. Şayet solculuk<br />toplumda egemen olursa ve böylece teknolojik sistem<br />solcuların elinde bir araç haline gelirse onu hevesle<br />kullanacak ve gelişmesine yardım edeceklerdir. Bunu<br />yaparken solculuğun geçmişte hep gösterdiği bir<br />örneği tekrar etmiş olacaklardır. Bolşevikler Rusya’da<br />zayıf durumda iken, şiddetle sansüre ve gizli polise<br />karşı geliyorlar, enik azınlıkların hür iradesini<br />destekliyorlardı vs., ama kendileri iktidara gelir<br />gelmez, daha sert bir sansür uyguladılar, çarların<br />döneminde olduğundan daha acımasız bir gizli polis<br />teşkilatı kurdular ve etnik azınlıklara en az çarlar<br />kadar zulüm ettiler. Amerika’da, 10-20 yıl kadar önce,<br />solcular üniversitelerimizde azınlıkta iken solcu<br />profesörler akademik özgürlüğün ateşli birer<br />savunucusuydular ama bugün solcuların hakim olduğu<br />üniversitelerimizde başka herkesin akademik<br />özgürlüğünü elinden alarak kendilerini belli etmiş<br />oldular (bu “siyasal dürüstlük”tür). Solcular ve<br />teknoloji için de aynı durum olacaktır: Şayet kendi<br />kontrolleri altına alabilirlerse teknolojiyi diğer herkese<br />zulüm etmek için kullanacaklardır.<br /><br />217. Daha önceki devrimlerde güce daha aç tipte<br />solcular bir çok kez daha liberal eğilimleri olan<br />solcularla birlikte öncelikle solcu olmayan<br />devrimcilerle de iş birliği yaptılar, daha sonra iktidarı<br />zapt etmek için iki tarafa da ihanet ettiler.<br />Robespierre, Fransız Devrimi’nde, Bolşevikler Rus<br />Devrimi’nde, Komünistler 1938’de İspanya’da ve<br />Castro ve taraftarları Küba’da aynı şeyi yaptılar.<br />Solcuların tarihine bakılırsa, solcu olmayan<br />devrimcilerin solcularla işbirliği yapması tamamen<br />aptallık olur.<br /><br />218. Çeşitli düşünürler, solculuğun bir tür din<br />olduğunu belirtmiştir. Solculuk, tam anlamıyla bir din<br />değildir, çünkü sol öğretisi herhangi bir doğa üstü<br />varlığı ön gerçek olarak kabul etmez. Ama solcu için,<br />solculuk; bazı insanlar için dinin oynadığı psikolojik<br />rolü oynar. Solcunun, solculuğa inanmaya İHTİYACI<br />vardır; psikolojik tutumunda bu önemli bir rol oynar.<br />İnançları, mantık ya da gerçeklerden kolaylıkla<br />etkilenip azalmaz. Solculuğun ahlaken büyük harf D<br />ile doğru olduğuna ve solcu ahlakı herkese zorla kabul<br />ettirmenin sadece hakkı değil ayrıca görevi de<br />olduğuna dair derin bir inanç vardır. (Ancak “solcu”<br />diye kastettiğimiz insanların çoğu kendilerini solcu<br />olarak görmezler ve inanç sistemlerini solculuk olarak<br />tanımlamazlar. Biz “solculuk” tabirini kullanıyoruz,<br />çünkü feminizm, eşcinsel hakları, politik dürüstlük,<br />vs. hareketlerini içeren ilgili inançları adlandıracak<br />daha iyi sözcükler bilmiyoruz, çünkü bu hareketlerin<br />eski sol ile güçlü bir benzerliği var. (bkz. 227-23.<br />paragraflar)<br /><br />219. Solculuk, totaliter bir güçtür. Sol ne zaman güçlü<br />bir duruma gelirse hemen her özel köşeye zorla<br />girmek ve her düşünceyi zorla sol bir kalıba sokmak<br />ister. Bunun nedeni kısmen solculuğun yarı-dini<br />karakterinden meydana gelir; Solcu görüşlere ters<br />düşen her şey günah yerine geçer. Daha da önemlisi,<br />solculuk, solcuların güce duydukları şevk yüzünden<br />totaliter bir güçtür. Solcu sosyal bir hareket ile<br />özdeşleşerek güce olan ihtiyacını doyurmaya ve<br />hareketin amaçlarına ulaşmasına yardım ederek güç<br />sürecine katılmaya çalışır. (bkz. 83. paragraf) Ama<br />hareket amaçlarına ulaşmada ne kadar ileriye giderse<br />gitsin, solcu asla tatmin olmaz, çünkü eylemciliği<br />yapay bir etkinliktir. (bkz. 41. paragraf) Yani,<br />solcunun asıl amacı solun görünen amaçlarına<br />ulaşmak değildir, gerçekte mücadele etmekten ve daha<br />sonra sosyal bir hedefe ulaşmaktan elde ettiği güç<br />anlayışı ile hareket eder.(35) Sonuç olarak, solcu<br />ulaştığı hedefler ile asla tatmin olmaz; güç sürecine<br />olan ihtiyacı, onu her zaman başka yeni bir amacın<br />peşinden koşmaya sürükler. Solcu, azınlıklar için eşit<br />fırsatlar ister. Bu elde edildiğinde azınlıklar için<br />istatistiğe dayalı bir başarı eşitliği hususunda ısrar<br />eder. Eğer herhangi biri bir azınlığa karşı olumsuz<br />düşünceler besliyorsa, solcunun onu yeniden eğitmesi<br />gerekir. Etnik azınlıklar da yeterli değildir, hiç<br />kimsenin, homoseksüel, sakat, şişman, yaşlı, çirkin vs.<br />insanlara karşı olumsuz bir tutum sergilemesine izin<br />verilemez. Halkın sigaranın zararların karşı uyarılması<br />yeterli değildir; her sigara paketinin üstüne bir uyarı<br />damgalanmalıdır. Daha sonra sigara reklamları eğer<br />yasaklanmamışsa kısıtlanmalıdır. Eylemciler, tütün<br />yasaklanana kadar asla yetinmeyecekler ve sonra<br />sırayı alkol, sığır eti vs. alacaktır. Eylemciler,<br />çocuklara yönelik taciz ile tokatlamalara son vermek<br />istiyorlar. Bunu yaptıklarında zararlı buldukları başka<br />bir şeyi daha yasaklamak isteyecekler ve bu böyle<br />devam edecek. Tüm çocuk yetiştirme uygulamaları<br />üstünde tam bir kontrole sahip olana kadar asla tatmin<br />olmayacaklar. Daha sonra da başka bir olay ile<br />ilgileneceklerdir.<br /><br />220. Farz edin ki solculardan toplumda yanlış olan<br />HER şeyin bir listesini yapmalarını istediniz ve sonra<br />farz edin ki istedikleri TÜM sosyal değişiklikleri<br />gerçekleştirdiniz. Şu, rahatlıkla söylenebilir ki birkaç<br />yıl inde solcuların çoğu şikayet edecek yeni bir şey<br />bulacaklardır, düzeltilmesi gereken yeni bir sosyal<br />“felaket”, çünkü, solcu bir kere daha toplumdaki<br />yanlışlıklardan duyduğu üzüntüden çok topluma<br />çözümlerinin kabul ettirerek güce olan açlığını tatmin<br />etme ihtiyacı ile hareket etmektedir.<br /><br />221. Yüksek düzey toplumsallaşmanın düşünce ve<br />davranışlarına getirdiği kısıtlamalar yüzünden aşırı<br />toplumsallaşmış çoğu solcu, gücü diğer insanların<br />yollarını kullanarak kovalayamaz. Onlar için güç<br />istediğinin kabul edilebilir tek bir ahlaki yolu vardır, o<br />da erdemlerini herkese kabul ettirme mücadelesinde<br />yatar.<br /><br />222. Solcular, özellikle aşırı toplumsallaşmış olanlar,<br />Eric Hoffer’ın kitabı “Gerçek inanır”a göre gerçek<br />inanırlardır. Ama gerçek inanırların hepsi solcularla<br />aynı psikolojik yapıda değildir. Örneğin, gerçekten<br />inançlı bir Nazi, psikolojik olarak gerçekten inançlı bir<br />solcudan herhalde çok farklıdır. Bir davaya körü<br />körüne bağlanabilme yetenekleri yüzünden Gerçek<br />İnanırlar, herhangi bir devrimci hareketin yararlı, belki<br />de gerekli bir parçasıdır. Bu durum basıl başa<br />çıkacağımızı bilmediğimiz (kabul etmemiz gereken)<br />bir sorunu da beraberinde getiriyor. Teknolojiye karşı<br />olan devrimde Gerçek İnanırın enerjisini nasıl<br />kullanma gerektiğinden emin değiliz. Şimdilik<br />söyleyebileceğimiz tek şey hiçbir Gerçek İnanır,<br />kendini sadece teknolojinin imhasına adamadıkça,<br />devrim için iyi bir asker olmayacaktır. Eğer başka bir<br />ideali varsa, bu ideale ulaşmak için teknolojiyi bir araç<br />olarak kullanmak isteyebilir. (bkz. 220-221.<br />paragraflar)<br /><br />223. Bazı okurlar “Solculuk ile ilgili tüm bu laflar<br />birer saçmalık. Solcu olan John ve Jane’i tanıyorum ve<br />onlarda bu totaliter eğilimlerden hiçbiri yok.”<br />Diyebilirler. Pek çok solcunun hatta belki sayıca<br />çoğunluğunun diğer insanların değerlerin hoşgörü<br />göstermeye (bir dereceye kadar) samimi olarak inana<br />dürüst insanlar oldukları ve sosyal amaçlarına ulaşmak<br />için zorba metotları kullanmak istemeyecekleri<br />doğrudur. Solculuk ile ilgili yorumlarımız tek tek her<br />solcu için geçerli değildir, solculuğun bir hareket<br />olarak genel karakterini tanımlamak için yapılmıştır.<br />Bir hareketin genel karakterini ille de bu harekete<br />katılan çeşitli insanların sayıca oranları belirlemez.<br /><br />224. Solcu hareketlerde güçlü mevkilere yükselen<br />kişiler genelde güce en aç olan solculardır, çünkü güce<br />aç insanlar güçlü mevkilere gelmek için en fazla<br />uğraşanlardır. Bunar hareketin kontrolünü ele<br />geçirdiğinde, daha yumuşak tabiatlı pek çok solcu<br />içten içe liderlerin hareketlerini onaylamazlar, ama<br />itiraz etmeyi kendilerine yediremezler. Harekete<br />güvenmeye İHTİYAÇLARI vardır, liderleri ile<br />paylaştıkları bu inançtan vazgeçemezler. Doğrudur,<br />BAZI solcuların ortaya çıkan totaliter eğilimlere itiraz<br />edecek cesareti vardır, ama genelde kaybederler,<br />çünkü güce aç olanlar daha iyi örgütlenmiş daha<br />acımasız, daha Makyavelisttirler ve kendilerine sıkı<br />bir güç temeli kurmuşlardır.<br /><br />225. Bu olgu, Rusya ve solcuların iktidara geldiğinde<br />diğer ülkelerde açıkça belli olmuştur. Benzer şekilde,<br />SSCB’de komünizm çöküşünden önce, Batı’daki<br />solcular bu ülkeyi çok az eleştirirlerdi. Eğer SSCB’nin<br />pek çok yanlış yaptığını kabul etmek zorunda<br />kalırlarsa, hemen komünistler için mazeretler bulmaya<br />ve Batı’nın hatalarından bahsetmeye başlarlardı.<br />Batı’nın komünistlerin saldırganlığına askeri yollarla<br />direnmesine hep karşı çıktılar. Dünyadaki tüm<br />solcular, Amerika’nın Vietnam’da yaptığı askeri<br />harekatı ateşli bir şekilde protesto ettiler, ama SSCB,<br />Afganistan’ı işgal ettiğinde hiçbir şey yapmadılar.<br />Sovyetleri onayladıklarından değil, solcu<br />inançlarından dolayı, komünizme karşı çıkmayı<br />kendilerine yediremediler. Bugün, “siyasi<br />dürsütlüğün” egemen olduğu üniversitelerimizde,<br />akademik özgürlüğün kısıtlanmasını içten içe<br />onaylamayan, ama yine de sesini çıkarmayan<br />muhtemelen pek çok solcu vardır.<br /><br />226. Bu yüzden pek çok solcunun kişisel olarak<br />yumuşak başlı ve oldukça hoşgörülü insanlar olması<br />hiçbir zaman solun bir bütün olarak totaliter bir<br />eğilimi olmasını engelleyemez.<br /><br />227. Solculuk ile olan tartışmamızda ciddi bir zayıflık<br />vardır. Hala “solcu” sözüyle neyi kastettiğimiz açık<br />değildir. Bu konuda yapabileceğimiz fazla bir şey yok<br />gibi gözüküyor. Bugün solculuk tüm eylemci<br />hareketlere bölünmüştür. Yine de tüm eylemci<br />hareketler solcu değildir ve bazı eylemci hareketler<br />(Örn: Radikal Çevrecilik) hem solcu kişilikleri hem<br />solcularla işbirliği içinde olmaması gereken hiç solcu<br />olmayan kişilikleri içinde barındırır. Çeşitli solcular<br />yavaş yavaş kimlik değiştiriyorlar ve biz kimin solcu<br />olup olmadığına karar vermekte sık sık zorlanıyoruz.<br />Açıklandığı kadarıyla, solculuk anlayışımız bu<br />makalede sunduğumuz tartışma ile tanımlanmıştır ve<br />okuyucuya sadece kimin solcu olduğunu ayırt etmede<br />kendi kararını vermesini tavsiye edebiliriz.<br /><br />228. Ama solculuğu teşhis etmek için bir takım<br />kriterleri sıralamak yardımcı olacaktır. Bu kriterler<br />kesin bir şekilde uygulanamaz. Bazı kişiler solcu<br />olmadan da verilen kritere uyabilirler, bazı solcular da<br />uymayabilir. Yine sadece kendi kararımızı vermemiz<br />gerekir.<br /><br />229. Solcu büyük ölçekli kolektivizme doğru<br />yönlendirilir, bireyin topluma hizmet etme ve<br />toplumun da bireyle ilgilenme görevini vurgular.<br />Bireyciliğe karşı olumsuz bir tutumu vardır. Genelde<br />ahlaki bir tavır içindedir. Silah kontrolünü, cinsel<br />eğitimi ve diğer psikolojik açıdan “aydınlanmış”<br />eğitim metotlarını, sosyal planlamayı, olumlayıcı<br />hareketleri, çok kültürlülüğü destekleme<br />eğilimindedir. Kendini kurbanlarla özdeşleştirme<br />eğilimindedir. Rekabet ve şiddete karşı gibidir ama<br />şiddet uygulatan solcular için durmadan bahaneler<br />bulur. Solda yaygın olan “ırkçılık”, “cinsiyetçilik”,<br />homofobi”, “kapitalizm”, “emperyalizm”, “yeni<br />sömürgecilik”, “soykırım”, “sosyal değişim”, “sosyal<br />sorumluluk” gibi kavramları kullanmaktan hoşlanır.<br />Solcunun belki de en teşhis edici özelliği şu hareketin<br />tarafını tutmasıdır: Feminizm, eşcinsel hakları, etnik<br />haklar, özürlü hakları, hayvan hakları, siyasal<br />dürüstlük. Tüm bu hareketleri destekleyen herkes<br />kesinlikle bir solcudur.(36)<br /><br />230. En tehlikeli solcular yani güce aç olanlar genelde<br />kibirleriyle ya da ideolojiye dogmatik yaklaşımlarıyla<br />belli olur. Ancak, sinir bozucu şiddet gösterilerinden<br />ve solculuklarını insanların gözüne sokmaktan<br />kaşınan, aşırı toplumsallaşmış tipte bazı solcular<br />vardır ki hepsin en tehlikelisidirler ve bunlar sessiz<br />sedasız, kollektivist değerleri, çocukların<br />toplumsallaşması için “aydınlanmış” psikolojik<br />teknikleri, bireyin sisteme bağımlılığını desteklemeye<br />çalışırlar. Bu gizli solcular (onlara bu adı veriyoruz)<br />uygulama da bazı burjuvalara benzerler, ama<br />psikoloji, ideoloji ve motivasyonda onlardan farklılık<br />gösterirler. Tipik bir burjuva, yaşam stilini korumak<br />için ya da sadece tutumu alelade olduğu için insanları<br />sistemin kontrolü altında tutmak ister. Gizli solcu<br />insanları sistemin kontrolü altında tutmak ister çünkü<br />kollektivist ideolojinin gerçek bir inanırıdır. Gizli<br />solcu, isyan dürtüsü daha zayıf olduğundan ve daha<br />sıkı sosyalleşmiş olduğundan aşırı toplumsallaşmış<br />ortalama bir solcudan farklılık gösterir. Kendisinde<br />onu bir davaya adamaya ve bir kolektivizme katılmaya<br />zorlayan derin bir eksiklik olduğu için iyi<br />toplumsallaşmış sıradan bir burjuvadan da farklılık<br />gösterir. Belki de (iyice yüceltilmiş) güç arzusu<br />sıradan bir burjuvanınkinden daha güçlüdür.<br /><br />Sonuç<br />231. Bu manifesto boyunca, her türlü nitelendirme ve<br />kuşkuya açık olabilecek bir takı belirsiz açıklamalarda<br />bulunduk; hatta bazı açıklamalarımız düpedüz yanlış<br />da olabilir. Elimizde yeterli bilginin bulunmayışı ve<br />yazımızın kısa tutulması gerekliliği, iddialarımızı daha<br />belirgin bir şekilde formüle etmemizi ve gerekli<br />tanımları eklememizi imkansız hale getirdi. Elbette bu<br />türden bir tartışmada kişinin güçlü bir biçimde<br />sezgisel yargılara güvenmesi gerekir ki bunlar da<br />bazen yanlış olabiliyor. Dolayısıyla, bu manifestonun,<br />gerçeğin kabaca tahmin edilmesinden daha fazla bir<br />şey ifade ettiği iddiasında değiliz.<br />232. Aynı şekilde, burada çizdiğimiz tablonun genel<br />hatlarıyla doğru olduğundan makul bir şekilde eminiz.<br />Yalnızca zayıf bir noktanın belirtilmesi gerekiyor.<br />Solculuğu, günümüze özgün bir kavram olarak<br />modern biçimiyle ve güç sürecinin bozulmasının bir<br />belirtisi olarak gösterdik. Ancak bu konuda<br />muhtemelen yanılıyor olabilir. Kendi ahlaklarını<br />herkese empoze ederek güç gereksinimlerini tatmin<br />etmeye çalışan aşırı toplumsallaşmış tipler kuşkusuz<br />uzun zamandan beridir ortalıktalar. Fakat, aşağılık<br />duygularının, kendini değersiz görmenin,<br />güçsüzlüğün, kendileri kurban olmayan insanların<br />kurbanlarla özdeşleşmesinin modern solculuğun bir<br />özelliği olduğunu SANIYORUZ. Kendileri kurban<br />olmayan insanların, kendilerini kurbanlarla<br />özdeşleştirmesi 19.yy. solculuğunda ve eski<br />Hıristiyanlıkta belli oranlarda görülebilir, ancak<br />saptayabildiğimiz kadarıyla, kendini değersiz görme<br />vb. belirtiler bu hareketlerde veya tüm diğer<br />hareketlerde, modern solculukta olduğundan daha açık<br />seçik değildiler. Fakat, modern solculuktan önce<br />benzer hareketlerin var olmadığını, kendimizden emin<br />bir şekilde iddia edecek bir konumda değiliz. Bu,<br />tarihçilerin ilgi göstermesi gereken temel bir sorundur.<br /><br />Notlar<br />1. ( Paragraf 19 ) TÜM zorba ve acımasız<br />rekabetçilerin, ya da en azından çoğunun, aşağılık<br />duygusundan muzdarip olduğunu ileri sürüyoruz.<br />2. ( Paragraf 25 ) Viktorya dönemi boyunca, bir çok<br />aşırı toplumsallaşmış kişinin cinsel duygularını<br />bastırmaktan ya da bastırmaya çalışmaktan dolayı<br />ciddi psikolojik problemleri vardı. Anlaşılan Freud,<br />teorisini bu gibi insanları esas olarak kurmuştur.<br />Bugün toplumsallaşmanın merkezi cinsellikten<br />saldırganlığa kaymıştır.<br />3. ( Paragraf 27 ) İlle de mühendislikteki ya da diğer<br />“ciddi” bilimlerdeki uzmanları kastetmiyoruz.<br />4. ( Paragraf 28 ) Orta ve üst sınıftan bu değerlerin<br />bazılarına karşı direnen çok insana vardır, ama bunlar<br />üstü kapalı direnmelerdir. Bu tür direnme, kitle<br />haberleşme araçlarında çok az yer alır.<br />Toplumumuzda propagandanın asıl hamlesi belirli<br />değerler lehinedir. Bu değerlerin, toplumumuzda adeta<br />resmi değerler haline gelmesinin nedeni endüstriyel<br />sisteme yararlı olmalarıdır. Şiddete engel olunmak<br />istenir, çünkü etnik çatışmalar da sistemi bozar ve<br />ayrımcılık sisteme yararlı olabilecek azınlık olan grup<br />üyelerinin yeteneklerini harcar. Yoksulluk, “tedavi<br />edilmelidir” çünkü alt sınıf, sistem için sorunlara yol<br />açar ve alt sınıfla ilişki diğer sınıfların moralini bozar.<br />Kadınlar, kariyer sahibi olmaya teşvik edilir çünkü<br />yetenekleri sistem için yararlıdır ve daha önemlisi<br />düzenli iş sahibi olmakla kadınlar sistemle daha iyi<br />bütünleşir ve ona ailelerine olduğundan daha çok<br />bağlanırlar. Bu durum, aile dayanışmasını zayıflatır.<br />(Sistemin liderleri aileyi güçlendirmek istediklerini<br />söylerler ama asıl kastettikleri, çocukların sistemin<br />ihtiyaçları doğrultusunda toplumsallaşmalarında<br />ailenin etkili bir alet olmasını istemeleridir.) Paragraf<br />51 ve 52’de belirttiğimiz gibi sistem ailenin ya da<br />diğer küçük çaplı sosyal grupların güçlenmesini ya da<br />özerkleşmesini göze alamaz.<br />5. ( Paragraf 42 ) İnsanların çoğunluğunun, kararlarını<br />kendilerinin vermek istemedikleri ama liderlerden<br />onların adına düşünmelerini istediklerini ileri<br />sürülebilir. Bu görüşte doğruluk payı vardır. İnsanlar,<br />sıradan konularda kendi kararlarını ermekten hoşlanır,<br />ama zor ve önemli sorunlarda karar vermek psikolojik<br />çatışmayı göze almayı gerektirir ve çoğu insan<br />psikolojik çatışmadan nefret eder. Bu nedenle zor<br />kararlar söz konusu olduğunda başkalarına güvenme<br />eğiliminde olurlar. Ama bu demek değildir ki,<br />kendilerin kararı etkileme fırsatı verilmeden onlara<br />kabul ettirilmesinden hoşlanır. İnsanların çoğunluğu<br />izleyicidir, lider olmasalar da liderleri ile doğrudan<br />ilişkileri olmasını isterler, liderlerini etkileyebilmek ve<br />zor kararları vermede bir dereceye kadar katılımda<br />bulunmak isterler. En azından bu derecede, özerkliğe<br />ihtiyaçları vardır.<br />6. ( Paragraf 44 ) Burada sıralanan belirtilerden<br />bazıları kafesteki hayvanlarda görülenlere benzer.<br />Nasıl ortaya çıktığını, güç sürecine bağlı olarak<br />anlatmak gerekirse: İnsan doğasını anlamada, sağduyu<br />bize gösterir ki ulaşılması çaba gerektiren hedeflerin<br />eksikliği sıkıntıya yol açar ve uzun süreli olduğunda<br />sıkıntı sonunda depresyona dönüşür. Hedeflere<br />ulaşmadaki başarısızlık hayal kırıklığına, kişinin<br />kendisine olan saygısının azalmasına neden olur.<br />Hayal kırıklığı öfkeye, öfke saldırganlığa –genelde<br />eşin ya da çocuğun taciz edilmesine dönüşür. Uzun<br />süreli hayal kırıklığı genelde depresyona yol açtığı ve<br />depresyonun da suçluluk duygusu, düzensiz uyku,<br />yeme bozukluğu ve kişinin kendini kötü hissetmesine<br />neden olduğu kanıtlanmıştır. Depresyona eğilimi<br />olanlar çare olarak eğlence ararlar: Bu nedenle yeni<br />eğlentiler vaat eden sapkınlıklarla birlikte doyumsuz<br />bir hedonizm ve aşırı seks de beraberinde gelir. Sıkıntı<br />da aşırı eğlence arayışına sebep verebilir çünkü diğer<br />açılardan yoksun insanlar genelde eğlenceyi bir amaç<br />haline getirirler. Konu ile ilgili şemaya bakınız.<br />Yukarıda konudan basitçe bahsedilmiştir, gerçek ise<br />daha karmaşıktır ve tabi ki güç süreci ile ilgili olarak<br />yoksunluk tanımlaması belirtilen TEK sebep değildir.<br />Bu arada, depresyondan bahsederken mutlaka bir<br />psikiyatristtin tedavisini gerektirecek kadar ciddi bir<br />depresyonu kastetmiyoruz. Genelde sadece hafif<br />depresyonları kastediyoruz. Amaçlardan bahsederken<br />değinmek istediğimiz ille de uzun dönem için<br />planlanmış amaçlar değildir. Tarih boyunca pek çok<br />insan için günü gününe yaşamak (kendisinin ve<br />ailesinin yalnızca günlük yiyeceğini karşılamak)<br />yeterli olmuştur.<br />7. ( Paragraf 52 ) Amish (Özellikle Amerika’nın bazı<br />bölgelerinde etkin olan, içine kapalı dini bir cemaat,<br />Ç.n.) gibi, toplum üzerinde az etkisi olan bir iki pasif,<br />içe yönelik gruplar için kısmi bir istisna yapılabilir.<br />Bunların dışında günümüzde Amerika’da bazı saf,<br />küçük ölçekli topluluklar varlıklarını sürdürmektedir.<br />Örneğin gençlik çeteleri ve “mezhepler”. Herkes<br />onların tehlikeli olduğunu düşünür ve öyledirler de<br />çünkü bu grubun üyeleri sistemden ziyade önce<br />birbirlerine sadıktırlar bu nedenle sistem onları kontrol<br />edemez ya da örneğin çingeneler, genelde hırsızlık ve<br />sahtekarlıktan dolayı tutuklanmaktan kurtulurlar,<br />çünkü sadakat duyguları o denli gelişmiştir ki, her<br />zaman için masumiyetlerini kanıtlayacak ifade<br />verecek başka çingeneler bulabilirler. Açıkça<br />görüldüğü gibi, eğer çok sayıda insan bu tür gruplara<br />katılsaydı, sistem ciddi bir sorunla karşılaşırdı.<br />20.yy.ın başlarında, Çin’in modernleşmesi ile<br />ilgilenen bazı Çinli düşünce adamları aile gibi küçük<br />çaplı sosyal grupları dağıtmanın gerekliğini<br />anlamışlardı: (Sun Yat-sen’e göre) Çin’de<br />milliyetçiliğin gelişmesi isteniyorsa, başta aileninki<br />olmak üzere tüm geleneksel bağların kaldırılması<br />gerekiyordu. (Chester C. Tun 20.yy.da Çin’de politik<br />düşünce syf. 125, syf 297)<br />8. ( Paragraf 56 ) Evet, 19.yy.da Amerika’nın ciddi<br />problemleri olduğunu biliyoruz, ama anlatımda özü<br />korumak için basit ifadeler kullanmak durumundayız.<br />9. ( Paragraf 61 ) “Alt sınıfa” değinmiyoruz. Ana<br />görüşten bahsediyoruz.<br />10. ( Paragraf 62 ) Bazı sosyal bilimciler, eğitmenler,<br />“akıl sağlığı” profesyonelleri ve benzerleri herkesin<br />tatmin edici soysal hayatı olması için uğraşarak,<br />sosyal dürtüleri 1. gruba sokmak için ellerinden geleni<br />yapıyorlar.<br />11. ( Paragraf 63, 82 ) Sonu gelemeyen bir sahip olma<br />dürtüsü, gerçekten de reklam ve Pazar endüstrisin<br />yapay bir buluşu mudur? Elbette ki mal, mülk<br />edinmek için insanın doğuştan gelen bir dürtüsü<br />yoktur. İnsanların, temel fiziksel ihtiyaçlarını<br />karşılamak için gerekli olanlar dışında, çok az maddi<br />zenginliği talep ettiği toplumsal kültürler olmuştur.<br />(Avustralya yerli halkı, geleneksel Meksika köylü<br />kültürü, bazı Afrika kültürleri) Diğer yandan, maddi<br />sahiplenmenin önemli sayıldığı pek çok endüstri<br />öncesi kültürler de var olmuştur. Öyleyse bugünkü<br />mal, mülk edinmeye yönelik kültürün sadece reklam<br />ve Pazar endüstrisinin bir buluşu olduğunu iddia<br />edemeyiz. Ama bu kültürün yaratılmasında reklam ve<br />Pazar endüstrinin büyük rol oynadığı da bir gerçektir.<br />Reklama milyonlar ayıran büyük kurumlar, artan<br />satışlardan karşı çıkacaklarını bilmeseler, bu kadar<br />para harcıyor olamazlardı. Bir iki yıl önce FC’nin bir<br />üyesi şunları açıkça söyleyen bir satış müdürüne<br />rastlamıştı. “İşimiz, insanların istemedikleri ve ihtiyaç<br />duymadıkları şeyleri almalarını sağlamaktır.” Satış<br />müdürü ayrıca, nasıl olup da eğitilmemiş bir aceminin<br />insanlara bir malla ilgili gerçekleri anlatıp, hiç satış<br />yapamazken, eğitilmiş ve deneyimli, profesyonel bir<br />satıcının aynı insanlara pek çok satış yapabildiğini<br />anlatmıştı. Bu gösteriyor ki insanlar aslında<br />istemedikleri şeyleri almaya yönlendiriliyor.<br />12. ( Paragraf 64 ) Amaçsızlık sorunu yaklaşık son 15<br />yılda önemini yitirmiş gibi gözüküyor, çünkü şimdi<br />insanlar kendilerini fiziksel ve ekonomik açıdan<br />önceden olduğundan daha az güvende hissediyor ve<br />güvenlik ihtiyacı onlara bir amaç vermiş oluyor. Ama<br />güvence edinmenin zorluğu, amaçsızlığın yerini hayal<br />kırıklığına bırakmıştır. Amaçsızlık sorunu üzeride<br />duruyoruz, çünkü liberaller ve solcular, toplumun<br />herkesin güvenliğini temin etmesi yoluyla sosyal<br />sorunlarımız çözmek istiyorlar, ama bu başarılsaydı<br />bile, sadece “amaçsızlık” sorununu geri getirmiş<br />olurdu. Asıl konu toplumun, insanların güvenliğini<br />gerektiği gibi sağlayıp, sağlamaması değildir. Sorun<br />insanların güvenlikleri için kendilerine değil de,<br />sisteme tabi olmalarıdır. Bu bazı insanların neden<br />silah taşıma hakkını sevinçle karşıladığını<br />göstermektedir, bir silaha sahip olmak, güvenliklerinin<br />bu yönünü insanların kendi eline bırakıyor.<br />13. ( Paragraf 66 ) devlet düzenlemelerinin sayısını<br />azaltmaya yönelik muhafazakar çabaların sokaktaki<br />adam için bir yararı yoktur. Bir kere, sadece önemsiz<br />bazı düzenlemeler kaldırılabilir, çünkü çoğu<br />düzenleme gereklidir. Ayrıca kanunların çoğu<br />ortalama bireyden ziyade iş meselelerini etkiler, yani<br />asıl etkisi devletten aldığı yetkiyi özel kurumlara<br />vermektir. Bunun sokaktaki adam için anlamı<br />yaşamındaki devlet müdahalesinin yerini, örneğin<br />kansere yol açacak kimyasal maddelerin su kaynağına<br />boşaltılmasına izin verebilecek olan büyük kurumların<br />müdahalesinin almasıdır. Muhafazakarlar, sokaktaki<br />adamın Büyük Devlete olan kızgınlığını Dev<br />Firma’nın güçlenmesi için sömürerek, onu bir enayi<br />yerine koymaktadır.<br />14. (Paragraf 73 ) Birisi, belli bir durumda propaganda<br />kullanma amacını onaylarsa, ona genelde “eğitim” der<br />ya da benzer bir paravan kullanır. Ama propaganda,<br />kullanılma amacı ne olursa olsun propagandadır.<br />15. ( Paragraf 83 ) Panama’nın istilası için lehte ya da<br />aleyhte bir yorum yapmıyoruz. Bunu sadece bir<br />noktayı aydınlatmak için örnek olarak kullandık.<br />16. ( Paragraf 95 ) Amerikan kolonileri, İngiliz<br />egemenliği altında iken, özgürlüğün, Amerikan<br />Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra<br />olduğundan daha az sayıda ve daha az etkili bir yasal<br />teminatı vardı, yine de endüstri öncesi Amerika’sında,<br />Bağımsızlık Savaşı’nın hem öncesinde, hem de<br />sonrasında, bu ülkede Endüstri Devrimi’nin<br />yaşanmasından sonra olduğundan daha fazla kişisel<br />özgürlük vardı. Hugh Davis Graham ve Ted Robert<br />Gurr tarafından yayına hazırlanmış Roger Lane’in<br />“Amerika’da Şiddetin Tarihi ve Karşılaştırmalı<br />Perspektifler” kitabının bölüm 12, 476-478.<br />sayfalarından alıntı yapıyoruz: “Uygunluğun gittikçe<br />artan standartları ve bunlarla beraber resmi kanun<br />uygulamalarına gittikçe artan itimat (19.yy.<br />Amerika’sında) …. Tüm toplumda oldukça<br />yaygındı… Sosyal davranışlardaki değişim öyle uzun<br />vadede gerçekleşmiştir ve öyle yaygındır ki onunla,<br />çağdaş sosyal sürecin esas temeli olan endüstriyel<br />kentleşme arasında bir bağlantı olduğunu ileri sürmek<br />mümkün değildir. 1835’te Massachusetts’in nüfusu<br />yaklaşık olarak 660940 idi, %81’i kırsal kesimdeydi<br />ve bu kırsal kesimdeki nüfusun ezici çoğunluğu<br />endüstrileşmemiş ve yerliydiler. Vatandaşlara, önemli<br />kişisel özgürlükler tanınmaktaydı. İster yol arabacısı<br />ister çiftçi ya da esnaf olsun, hepsi kendi planlarını<br />yapmaya alışkındı, işlerinin yapısı onları fiziksel<br />olarak birbirlerinden bağımsız kılıyordu. Bireysel<br />sorunlar, günahlar ve hatta inançlar geniş bir<br />toplumsal ilgiye maruz kalmıyordu. Ancak, 1835’te<br />güç toplayan şehir ve fabrika, 19. yüzyıl boyunca,<br />hatta 20.yüzyılda da insan davranışlarında sürekli<br />artan bir etkiye sahip olmuştur. Fabrika düzenli<br />davranışlar istiyordu, ustabaşının ve müdürün<br />isteklerine, saat ve çalışma ritimlerine itaat edecek bir<br />hayat istiyordu. Şehir ya da kasabada önceden itiraz<br />edilmeyen pek çok hareket, birbirine yakın çevrede<br />yaşayanların ihtiyaçları yüzünden engellendi. Daha<br />büyük kuruluşlardaki hem mavi yakalıların hem de<br />beyaz yakalıların karşılıklı olarak meslektaşlarına<br />ihtiyaçları vardı; birinin işi diğerininkine bağlı olduğu<br />için, kimsenin artık kendine ait bir işi yoktu.” Bu yeni<br />hayat ve örgütlenmesinin sonuçları, 1900’de<br />Massachusetts’in 2805346 kişilik nüfusunun %76’lık<br />bir kısmına şehirli denmeye başlanması ile belli oldu.<br />Kayıtsız, özgür bir toplumda izin verilen pek çok<br />şiddetli ve usulsüz davranışlar bir sonraki dönemin<br />daha resmi ve işbirliğine dayalı ortamında artık kabul<br />görmüyordu. Kısacası şehir yaşamına geçişle,<br />atalarımızdan daha uysal daha sosyalleşmiş ve de<br />uygarlaşmış bir kuşak yaratılmıştır.<br />17. ( Paragraf 117 ) Sistem savunucuları, bir ya da iki<br />oy ile karara varılan seçimler gibi olaylardan<br />bahsetmekten hoşlanırlar ama bu tür olaylara fazla<br />rastlanmaz.<br />18. ( Paragraf 119 ) “Bugün, teknolojik açıdan<br />ilerlemiş topraklarda, insanlar coğrafi, dini ve politik<br />farklılıklara rağmen birbirlerine çok benzer hayat<br />sürerler. Chicago’daki Hıristiyan bir banka<br />memurunun, Tokyo’daki Budist bir banka memurunun<br />ve Moskova’daki komünist bir banka memurunun<br />hayatları birbirlerine, binlerce yıl önce yaşamış basit<br />bir adamın hayatından çok daha benzerdir. Bu<br />benzerlikler, ortak teknolojinin sonucudur…” L.<br />Sprague de Camp, “Eski Mühendisler” (The Ancient<br />Engineers) Ballantine baskısı, syf. 17. bu üç banka<br />memurunun hayatları AYNI değildir. İdeolojinin biraz<br />etkisi vardır. Ama tüm teknolojik toplumların, canlı<br />kalmak için YAKLAŞIK olarak aynı yörünge<br />üzerinde gelişmeleri gerekir.<br />19. ( Paragraf 123 ) Sorumsuz bir genetik<br />mühendisinin bir çok terörist yarattığını bir<br />düşünsenize.<br />20. ( Paragraf 124 ) Tıbbi ilerlemenin arzu edilmeyen<br />sonuçlarına bir başka örnek olarak, kanseri önleyen bir<br />çare bulunduğunu farz edin. Eğer tedavi sadece elit<br />tabakanın karşılayabileceği gibi pahalı olursa, bu<br />durum onların kanserojen maddelerin çevreye<br />karışmasını önleme isteklerini büyük ölçüde<br />azaltacaktır.<br />21. ( Paragraf 128 ) Çoğu insan bir çok şeyin kötü bir<br />şey ile sonuçlanacağını mantığa aykırı<br />bulabileceğinden, biz bunu bir kıyas ile örnekliyoruz.<br />Farz edin ki Bay A, Bay B ile satranç oynuyor. Üstat<br />Bay C de, Bay A’nın omzunun üstünden oyunu<br />izliyor. Bay A elbette oyunu kazanmak ister, yani Bay<br />C ona iyi bir hamle gösterirse, Bay A’ya bir iyilik<br />yapmış olur. Ama şimdi farz edin ki Bay C, Bay A’ya<br />TÜM hamlelerinin nasıl yapacağını söylüyor. Her<br />defasında, Bay A’ya en iyi hamleyi göstererek bir<br />iyilik yapmış olur, ama onun adına TÜM hamleleri<br />yapmakla aslında oyunu bozmuş olur, çünkü eğer<br />onun hamlelerini hep başka birisi yapacaksa, Bay<br />A’nın oyunu oynamasının hiçbir anlamı kalmaz.<br />Modern insanın durumu Bay A’nınkine benzer.<br />Sistem, bireyin hayatını pek çok yönden kolaylaştırır,<br />ama bunla birlikte onu kendi kaderini kontrol<br />etmekten yoksun bırakır.<br />22. ( Paragraf 137 ) Biz burada sadece ana görüş<br />içindeki zıt değerler ile ilgileniyoruz. Sadeliği<br />korumak için vahşi doğanın, insanın ekonomik<br />refahından daha önemli olduğu şeklindeki “yabancı”<br />görüşleri konu dışı bırakıyoruz.<br />23. ( Paragraf 137 ) Kişisel çıkar, ille de MADDİ<br />kişisel çıkar anlamına gelmez. Bazı psikolojik<br />ihtiyaçların yerine getirilmesi ile de ilgilidir. Kişinin<br />ideolojisinin ya da dininin gelişmesine yardım etmesi<br />gibi.<br />24. ( Paragraf 139 ) Bir ön şart: Bazı bölgelerde salık<br />verilen belirli bir dereceye kadar özgürlüğe izin<br />vermek sistemin yararınadır. Örneğin, ekonomik<br />özgürlüğün (belirli sınırlamalar ve kısıtlamalarla)<br />ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği ortaya<br />çıkmıştır. Ama, ancak planlanmış ve sınırları çizilmiş<br />özgürlük sitemin yararınadır. Birey her zaman bir<br />tasmayla bağlanmalıdır, bazen bu tasma uzun bırakılsa<br />bile, (bkz. 94-97. paragraflar)<br />25. ( Paragraf 1143 ) Bir toplumun ayakta kalabilmesi<br />için gerekli güç ya da potansiyelin her zaman için o<br />toplumun insanlara uyguladığı baskı ya da verdiği<br />sıkıntı ile ters orantılı olduğunu söylemek istemiyoruz.<br />Durum kesinlikle böyle değildir. Pek çok ilkel<br />toplumun insanlara Avrupa toplumlarının<br />uyguladığından daha az baskı uyguladığına dair yeterli<br />kanıt vardır, ama Avrupa toplumları, herhangi bir ilkel<br />toplumdan çok daha etkili olmuştur ve bu tür<br />toplumlarda olan mücadelenden teknolojinin sağladığı<br />avantajlar sayesinde her zaman için başarılı çıkmıştır.<br />26. ( Paragraf 147 ) Eğer, suçları bastırdığı için daha<br />etkili bir yasak uygulamanın iyi olduğunu<br />düşünüyorsanız, unutmayın ki sistemin suç olarak<br />tanımladığı bir şeyi biz mutlaka suç olarak<br />görmeyebiliriz. Bugün esrar içmek bir “suç”tur ve<br />Amerika’nın bazı bölgelerinde ruhsatsız ateşli silahlı<br />bulundurmak da suçtur. Yarın, ruhsatlı ya da ruhsatsız<br />herhangi bir ateşli silaha sahip olmak bir suç<br />sayılabilir ve aynı şey tokat atmak gibi çocuk<br />yetiştirmede onaylanmayan metotların başına<br />gelebilir. Bazı ülkelerde, muhalif politik fikirlerin<br />ifade edilmesi bir suçtur ve hiçbir anaysa ya da politik<br />sistem sonsuza dek sürmediğine göre, gelecekte<br />ABD’de de bunun olmayacağına dair bir garanti<br />yoktur. Eğer bir toplumun geniş, güçlü bir yasal<br />uygulama kurumuna ihtiyacı varsa, bu o toplumda<br />ciddi bir yanlışlığın olduğunu gösterir; eğer insanların<br />çoğu kurallara uymayı reddediyor, ya da sadece<br />zorunlu olduklarından uyuyorsa, toplum insanlar<br />üzerinde şiddetli bir baskı uyguluyor demektir.<br />Geçmişte pek çok toplum, az bir yasal uygulama ile<br />hatta hiçbir yasa uygulaması olmaksızın varlıklarını<br />sürdürmüştür.<br />27. ( Paragraf 151 ) Elbette geçmiş toplumların insan<br />davranışını etkileyecek imkanları vardı, ama bunlar<br />günümüzde geliştirilen teknolojik imkanlarla<br />karşılaştırıldığında çok ilkel ve etkisiz kalmaktadır.<br />28. ( Paragraf 152 ) Ancak, bazı psikologlar insan<br />özgürlüğünü küçümsediklerin ifade ettiler.<br />Matematikçi Claude Shannon Omni de (Ağustos<br />1987) şunları söylüyordu: “Köpekler insanlar için ne<br />ise, bizim de robotlar için öyle olacağımız bir zamanı<br />gözümün önüne getiriyorum ve makineleri<br />destekliyorum.”<br />29. ( Paragraf 154 ) Bu bir bilim-kurgu değildir. 154.<br />paragrafı yazdıktan sonra Scientific American’da<br />bilim adamlarının, potansiyel suçluları teşhis<br />edebilmek ve biyolojik ve psikolojik etkenlerin bir<br />birleşimi ile onları tedavi edebilmek için, teknikler<br />geliştirmekte olduklarını anlatan bir makaleye<br />rastladık. Bazı bilim adamları yakın gelecekte geçerli<br />hale gelebilecek bu tedavinin zorla uygulanmasını<br />destekliyor. (bkz. “Suçlu Öğeyi Ararken”, W. Wayt<br />Gibbs, Scientific American, Mart 1995) Belki bu<br />tedavinin sadece canilere uygulanacağını düşünerek<br />sorun olmadığını düşünebilirsiniz. Ama elbette bu<br />kadarıyla kalmayacaktır. Daha sonra sarhoş sürücü<br />olması muhtemel kişilere (Onlar da insan hayatı için<br />tehlikelidir), belki sonra çocuklarını tokatlayan kilere,<br />ağaç kesme makinelerine sabotaj düzenleyen<br />çevrecilere ve sonunda sistem için sakıncalı davranan<br />herkese bir tedavi uygulanacaktır.<br />30. ( Paragraf 184 ) Teknolojiye bir karşı görüş olarak<br />doğanın başka bir avantajı da pek çok insan için<br />doğanın, dini çağrıştıran bir saygınlık taşımasıdır.<br />Böylece doğa belki de dini bir esasa dayandırılarak<br />yüceleştirilebilir. Pek çok toplumda, dinin kurulu<br />düzen için bir destek ve mazeret görevi gördü<br />doğrudur, ama dinin isyan için bir temel oluşturduğu<br />da doğrudur. Günümüzde, din ya dar, basiretsiz bir<br />bencillik için (Bazı muhafazakarlar bu şekilde<br />kullanıyorlar.) kullanılmakta, ya kolay pata kazanmak<br />için sömürülmekte (pek çok İncil vaizi tarafından), ya<br />kaba bir irrasyonalizme sürüklenmekte (Aşırı tutucu<br />Protestan tarikatları, “mezhepler”) ya da sadece<br />varlığını sürdürmektedir (Katolik, orta yol<br />Protestanlık). Teknolojiye karşı olan isyana dini bir<br />öğe katmak yararlı olabilir; günümüzde Batı<br />toplumunun güçlü bir dini temeli olmadığı da<br />düşünülürse. Batı’nın son zamanlarda tanık olduğu,<br />güçlü, yaygın, dinamik bir dine en yakın şey<br />solculuğun sözde dini idi, ama bugün sol dağılmıştır<br />ve kesin, ortak, etkileyici bir hedefi yoktur. Bu<br />nedenle toplumumuzda teknoloji karşıtı, doğa<br />temeline dayalı bir din ile doldurulabilecek bir dini<br />boşluk vardır. Ama bu rolü üstlenecek suni bir din<br />uydurmaya çalışmak bir hata olur. Böylesi<br />uydurulmuş din büyük olasılıkla başarısızlıkla<br />sonuçlanır. Örneğin “Gaia” dinini ele alalım. Üyeleri<br />GERÇEKTEN inançlılar mı yoksa sadece numara mı<br />yapıyorlar? Eğer numara ise, dinleri fiyasko ile<br />sonuçlanır. Eğer o dine GERÇEKTEN inanmıyorsanız<br />ve diğer insanlar üzerinde derin, güçlü, hakiki bir<br />etkisi olmadığını görüyorsanız, belki de en iyisi onu<br />doğa ile teknolojinin arasındaki mücadeleye<br />karıştırmamaktır.<br />31. ( Paragraf 189 ) Böyle bir son teşebbüsün<br />edildiğini farz edelim. Muhtemelen, endüstri sistemi<br />az çok aşamalı ya da azar azar bir biçimde yok<br />edilebilir. (bkz. 4-167. paragraflar ve not 4)<br />32. ( Paragraf 193 ) Devrimin, endüstri sisteminin bir<br />dereceye kadar aşamalı ve acısız parçalanması ile<br />sonuçlanabilecek, teknolojiye karşı etkili değişim<br />hareketlerinden oluşması bile mümkündür, (zayıf bir<br />olasılık) ama bu gerçekleşirse çok şanslı sayılırız.<br />Teknolojik olmayan bir topluma geçişin çok zor,<br />güçlükler ve felaketler ile dolu olacağı bellidir.<br />33. ( Paragraf 195 )Bir toplumun ekonomik ve<br />teknolojik yapısı, sokaktaki adamın nasıl yaşayacağını<br />belirlemede politik yapısından çok daha önemlidir.<br />(bkz. 95-119. paragraflar ve not 16, 18)<br />34. ( Paragraf 215 ) Bu açıklama bizim özel anarşizm<br />anlayışımız ile ilgilidir. Çok çeşitli sosyal davranışlara<br />“anarşist” denilmiştir ve kendilerini anarşist olduğunu<br />düşünen bir çok kimse, paragraf 215’teki<br />açıklamamızı kabul etmeyebilir. Bu arada, şiddete<br />başvurmayan bir anarşist hareket de vardır ve üyeleri<br />büyük olasılıkla FC’yi anarşist olarak kabul etmezler<br />ve FC’nin şiddet içeren metotlarını onaylamazlar.<br />35. ( Paragraf 219 ) Bir çok solcuyu duydukları kin<br />harekete geçirir, ama bu kin muhtemelen, güç için<br />duyulan, tatmin olmayan bir ihtiyaca dönüşür.<br />36. ( Paragraf 229 ) Toplumumuzda, (bugünkü halleri<br />ile) bu HAREKETLERDEN yana olan birini<br />kastettiğimizi anlamak önemlidir. Kadınların,<br />eşcinsellerin, vs… eşit haklara sahip olması<br />gerektiğine inanan bir kişinin mutlaka solcu olması<br />gerekmez. Toplumumuzda var olan; feminizm,<br />eşcinsel hakları, vs… hareketleri solculuğa özgü bir<br />ideolojik ton taşırlar ve eğer biri örneğin kadınların<br />eşit haklara sahip olması gerektiğini savunuyorsa, bu<br />mutlaka o kişinin feminizm hareketinin de bir<br />savunucusu olması gerektiğini göstermez. Eğer telif<br />hakları sorunu, bu uzun alıntının yayınlanmasını<br />engellerse, lütfen Not 16’yı şu şekilde değiştiriniz.<br />16. ( Paragraf 95 ) Amerikan kolonileri, İngiliz<br />egemenliği altında iken, özgürlüğün, Amerikan<br />Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra<br />olduğundan daha az sayıda ve daha az etkili bir yasal<br />teminatı vardı, yine de endüstri öncesi Amerika’sında,<br />Bağımsızlık Savaşı’nın hem öncesinde, hem de<br />sonrasında, bu ülkede Endüstri Devrimi’nin<br />yaşanmasından sonra olduğundan daha fazla kişisel<br />özgürlük vardı. Hugh Davis Graham ve Ted Robert<br />Gurr tarafından yayına hazırlanmış Roger Lane’in<br />“Amerika’da Şiddetin Tarihi ve Karşılaştırmalı<br />Perspektifler” kitabının 12. bölümünde, endüstri<br />öncesi Amerika’sında, sokaktaki adamın nasıl bugün<br />olduğundan daha fazla bağımsızlığı ve özerkliği<br />olduğu ve endüstri sürecinin doğal olarak nasıl kişisel<br />özgürlüğün kısıtlanmasına yol açtığı<br />açıklanıyor.<br /></span>etiketiyokhttp://www.blogger.com/profile/04066416758739162954noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-20252618439482567332008-04-18T06:42:00.000-07:002008-04-18T06:46:07.509-07:00Redstocking Manifesto-KızılÇoraplar Manifestosu1969’da kurulan Kızılçoraplar, kısa ömürlü radikal feminist bir örgüttü. Kızılçoraplar adı, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılda eğitimli kadınlar için kullanılan pejoratfk bir sözcük olan “maviçoraplar” ile, radikal ve sosyalist köklere sahip gruplar için kullanılan kızıl sözcüğünü birleştirir.<br /><span class="fullpost">I-Bireysel ve başlangıç düzeyindeki siyasi mücadele yüzyıllarından sonra, kadınlar erkek egemenliğinden nihai kurtuluşlarını elde etmek için birleşiyorlar. Kızılçoraplar, bu birliği inşa etmeye ve özgürlüğümüzü kazanmaya adanmıştır.<br />II-Kadınlar, ezilen [oppressed] bir sınıftır. Bizim ezilmişliğimiz bütüncüldür, hayatlarımızın her yönünü etkiler. Bizler, cinsel objeler, besleyiciler, ev içi hizmetçiler ve ucuz emek olarak sömürülüyoruz. Bizler tek amaçları erkeklerin hayatlarını iyileştirmek olan aşağı varlıklar olarak düşünülüyoruz. Bizim insanlığımız inkar edilmiştir. Bizim önceden belirlen davranışımız, fiziksel şiddet tehdidiyle zorla yaptırılmıştır. Çünkü biz, bizi ezenlerle, birbirimizden izole edilmiş biçimde öylesine samimi yaşadık ki, kişisel olarak gördüğümüz zararı siyasi bir durum olarak görmemiz engellendi. Bu, bir kadının erkeğiyle ilişkisinin iki ayrı kişilik arasındaki etkileşim meselesi olduğu ve bunun bireysel olarak çözülebileceği yanılsamasını yaratır.Gerçekte, her bu tip ilişki bir sınıf ilişkisidir, bireyler olarak erkekler ve kadınlar arasındaki çelişkiler siyasi çelişkilerdir ve yalnızca kolektif olarak çözülebilirler.<br />III- Ezilmemizin aktörlerini erkekler olarak tanımlıyoruz. Erkek egemenliği, en eski, en temel tahakküm biçimidir. Sömürü ve baskının diğer bütünm biçimleri (ırkçılık, kapitalizm, emperyalizm, vb) erkek egemenliğinin türevleridir: erkekler kadınları tahakküm altına alır, bir kaç erkek geri kalanı baskı altında tutar. Tarih boyunca bütün iktidar yapıları erkek-egemen ve eril kökenli olmuştur. Erkekler bütün siyasi, ekonomik ve kültürel kurumları kontrol etmişler ve bu kontrolü fiziki güçle desteklemişlerdir. İktidarlarını kadınları aşağı bir konumda tutmak için kullanmışlardır. Bütün erkekler, erkek egemenliğinden ekonomik, cinsel ve psikolojik fayda sağlarlar. Bütün erkekler kadınları ezmiştir.<br />IV- Sorumluluğu erkeklerden alıp kurumlara ve kadınların kendisine yüklemek için çalışmalar yapılmıştır. Bu argümanların bahane olduğunu açığa vuruyoruz. Kurumlar tek başına kadınları ezmez; kurumlar sadece ezenlerin araçlarıdır. Kurumları suçlamak, erkekler ve kadınların eşit derecede haksızlığa uğradığı anlamına gelir, erkeklerin kadınların bastırılmışlığından faydalandıkları gerçeğini gizler ve erkeklere onların ezenler olmaya zorlandıkları bahanesini sağlar. Aksine, her erkek, başka bir erkek tarafından kendisine kadın gibi davranılmasını istemek kaydıyla bu üstün konumundan vazgeçmekte özgürdür. Bizler ayrıca kadınların kendi ezilmişliklerine rıza gösterdiklerini veya bundan sorumlu olduklarını da reddediyoruz. Kadınların boyun eğişi beyin yıkamanın, aptallığın ya da akıl hastalığının değil, erkeklerin sürekli ve hergün uyguladıkları baskının sonucudur. Biz kadınlar kendimizi değiştirmeye ihtiyaç duymuyoruz, erkekleri değiştirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bütün bunların arasında en iftiracı bahane kadınların erkekleri ezebileceğidir. Bu aldatmacanın temeli, bireysel ilişkilerin siyasi bağlamlarından koparılmış olması ve erkeklerin kendi ayrıcalıklarına yönelik her meşru karşı çıkışı zulüm olarak görme eğilimleridir.<br />V-Biz kişisel deneyimimizi ve bu deneyime dair duygularımızı ortak durumumuzun analizi için temel olarak alıyoruz. Var olan ideolojilere güvenemeyiz çünkü onların hepsi erkeği üstün tutan kültürün ürünü. Her genellemeyi sorguluyoruz ve deneyimizce doğrulanmayan hiçbirini kabul etmiyoruz. Şu anda bizim birinci görevimiz, deneyim paylaşarak ve bütün kurumlarımızın cinsiyetçi altyapısını açığa vurarak kadın sınıf bilincini geliştirmektir. Bilinç-yükseltme, bireysel çözümlerin var olduğu anlamına gelen ve yanlış bir biçimde erkek-kadın ilişkisinin bütünüyle kişisel olduğunu varsayan, “terapi” değil onun aracılığıyla özgürlük programımızın yaşamlarımızın somut gerçeğine dayandığını garantileyebildiğimiz biricik yöntemdir. Sınıf bilincini yükseltmenin birinci koşulu, özelde ve kamusalda, kendimize ve diğer kadınlara karşı dürüst olmaktır.<br />VI. Biz kendimizi bütün kadınlarla özdeşleştiriyoruz. En önemli çıkarımızı, en yoksul, en çok zalimce sömürülen kadınınki olarak tanımlıyoruz. Bizi diğer kadınlardan ayıran ekonomik, ırksal, eğitimsal ya da statüye bağlı bütün ayrıcalıkları reddediyoruz. Diğer kadınlara yükleyeceğimiz her türlü ön yargıyı fark etmeye ve yok etmeye kararlıyız. İçsel demokrasiye ulaşmaya kendimizi adamış durumdayız. Hareketimize katılan her kadının katılım için eşit şansa sahip olmasını, sorumluluk almasını ve kendi siyasi potansiyelini geliştirmesini sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız.<br />VII- Bütün kızkardeşlerimizi mücadelede bizimle birleşmeye çağırıyoruz. Bütün erkekleri, erkeklik ayrıcalıklarından vazgeçmeye ve insanlığın ve kendilerinin yararına kadınların özgürlük hareketini desteklemeye çağırıyoruz. Özgürlük mücadelesinde, biz daima kadınları ezenlere karşı kadınların tarafında olacağız. Neyin “devrimci” neyin “reformist” olduğunu değil yalnızca kadınlar için neyin iyi olduğunu soracağız. Bireysel çekişmelerin zamanı geçti. Bu kez hepimiz beraber yürüdüğümüz yolumuzda gidiyoruz. 7 Temmuz 1969<br /> </span>Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-48903857322428875822008-04-10T11:50:00.000-07:002008-04-10T11:53:39.613-07:00Fotoakbaba Manifestosu“Auschwits’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır”<br /> t. Adorno<br /><br />Fotoğrafın 19 ağustos 1839 tarihinde Fransa Bilimler Akademisi tarafından "yeni bir keşif" denilerek dünyaya ilan edilmesinden bugüne geçen 1.5 asırlık süre boyunca insanlığın görsel hafızasına milyonlarca kare fotoğraf, fotoğrafçılar tarafından çekildi ve sunuldu.<br /><br /><span><code><span class="fullpost">Sunulmuş olan milyonlarca kare fotoğraftan geriye kalansa şu an, şimdi hatırladıklarımızdan ötesi değil. İşte bu grubu bir araya getiren de belleğimize yer etmiş bir avuç fotoğraftan başkası değil; Nick ut'ın napalm bombasından kaçan kız çocuğu, Cappa'nın vurulan cumhuriyetçisi, Rodchenko'nun insan yüzleri, Salgado'nun işçileri, Economopoulos'un kaosu, James Nachtvvey'in şiddeti ve bu fotoğraflardaki katıksız tavır bizi bir noktada birleştirdi. Şimdi kekeme zamanlardayız, taraf olmanın saçma olduğunu söylüyor gazeteler, eğer ille taraf olunacaksa aynadaki suretinin tarafını tutmayı pikselli yor televizyon, aynı anı ve aynı mekanı paylaşabiliyor gerçek ile sahte; kaldırımın kenarındaki yoksulluk kadar midemizi kaldırmıyor yaşanan, görmüyoruz, sımsıkı kapanmış gözlerin arkasında bencilliğin katıksız mutluluğunu yaşıyor bir evi, bir arabası olanlar, insanın yaşama eyleminin kendisi yani en basitinden yemek yemesi, barınabilmesi, sevişmesi, çocuklarını büyütebilmesi, bunların artık ödenmesi gereken bir bedeli var ve bu bedel yaşadığımız şu an tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şiddetin altında eziliyor. Bağdat'a yağan tonlarca metalin yarattığı şiddet ile bu ülkenin sokaklarında saatlerce kağıt ve ne ironiktir metal toplayan insanların yaşadığı şiddetin tek farkı yoğunluğu, burada aç bırakılanlar, orada topluca öldürülüp geriye kalanlara da nasıl yaşamaları gerektiği dikte ettirilenler, ve hepsinin ortasında buna karşı yola düşenler. "Hepimiz bir halkız, hepimiz sonuçta insanız" diyen Salgado, fotoğrafçının tarafını da imliyor. Bizi birleştiren noktanın imlediği taraf, insanlığın tarafı ve taraf olmanın zorunlu gerekirliliği tüm bu barbarlığın ortasında elden ne geliyorsa onu yapmaktır.<br /> fotoAkbAbA<br /></span></code></span>Tubihttp://www.blogger.com/profile/03212523568136990343noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8724788307154233886.post-73280517208372727422008-04-06T09:44:00.000-07:002008-04-06T09:51:36.744-07:00Yeni Gerçekçilik Manifestosu<span style=";font-family:times new roman;font-size:130%;" >İtalyan filmciliği başarısını içtenliğine borçludur. Siz; bayanlar, baylar, böylesine bir içkenlikten korktuğunuz için, doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden (evet güneyden de) yükselen sinemamızı övücü seslere kulaklarınızı tıkıyorsunuz. İtalyan sinemasını, vatanını az seven, hatta sevmeyen bir sinema diye tanımlayarak, işin aslını bilmeyenlerin fikirlerini bulandırıyorsunuz. İtalyan sineması fakirliğimizi konu edinmiş kendine. Oysa ulusumuzun büyüklüğünü belirtmesi gerekir, diyorsunuz siz.</span><span style="font-size:130%;"><br /></span><span style=";font-family:times new roman;font-size:130%;" ><code><span class="fullpost">Güneşi, gökyüzünü, denizi, kişileri, kentleri rüzgâra kapılmış bayraklar kadar keyifli gösterecek bir sinema özlüyorsunuz. Adına da iyimser sinema diyorsunuz bu sinemanın. İyimser sanıyorsunuz kendinizi (Oysa hiç de iyimser değilsiniz. Konuşmamın sonunda kanıtlayacağım bunu.). Öbür sinemaya da kötümser sinema diyorsunuz. Perdeye halkı getirdiği için. Halkın bitip tükenmek bilmeyen gereksinmelerini perdede görmekten fazla hoşlanmıyorsunuz. Perde bu gereksinmeleri tarlalarda, ıslak odalarda, fabrikalarda dile getiriyor. Bir trenin önünde iki kişinin, sanki ömür boyunca birbirlerinden ayrılmayacakmışçasına çene çalışlarını gösteriyor ilkin. Ardından bir de bakıyorsunuz ki, adamlardan biri, birinci mevkiye yönelmiş, öbürü de üçüncüye. Bilinci, sanıldığından çok daha kuvvetli olan halk, tiyatronun, edebiyatın, resmin kapılarına, dayanmıştır artık. Sinema da kendisine ancak hoş geldin diyebilir.<br /><br />Halk öğesi İtalyan sinemasının en etkili sözcüsüdür. İtalyan sinemasını bu sözcüden edecek olursanız, mezarını kazmış olursunuz sinemamızın. İki yıla kalmaz, İtalyan sineması ortadan silinir, gider. Yabancı ülkelere portakaldan başka bir şey yollayamayacak duruma düşeriz. (Portakalgillere bir düşmanlığım var, sanmayın sakın. Portakalı da, Verga, Pirandello gibi yazarlar yetiştirmiş ve en önemlisi, Yer Sarsılıyor (La terra trema) gibi bir: film vermiş olan Sicilya’yı da çok severim.) Demek istediğim başka. Bu ilginç konular bir yana bırakılacak olursa, İtalyan sineması, kimseyi ilgilendirmez. Başka ülkelerin filmleri ile boy ölçüşecek gücü kalmaz.<br /><br />İtalyan sinemasını gerçeğe doğru yönelmiş yolundan çevirmeye kalkmak bir cinayettir.<br />Sinemamızın yöneldiği gerçek, hem nicelik, hem de nitelik yönünden, ezilenlerin İtalyansının gerçekleridir.<br /><br />Bir vakitler, akşam olunca sokaklardan çığırtkanlar geçer, “saat dokuz, günün birinde öleceğinizi aklınızdan çıkartmayın” diye bağırırlarmış. Günümüz çığırtkanlarının “saat on bir, İtalya’da okuyup yazma bilmeyenlerin sayısını bilen var mı?” diye, “gece yarısı oldu, Po deltası halkının dertlerinden haber var mı?” diye bağırmaları gerekir. Filmlerimizin işlediği konular, nedense bir korku doğuruyor sizde. İnsanoğlunun dertlerini, başka insanlar yüzünden çektiklerini perde de görünce koltuklarınızda doğrulup, yalanlamaya çalışıyorsunuz gördüklerinizi. Benliğinizi kaplayan korku, İtalya’da (daha doğrusu bütün ülkelerde) halka en uzak kalmış kitapların başında yer alan İncil’i okurken duyduğunuz korkunun, bir benzeri bence.<br /><br />Konularımıza düşmanlığımızın nedeni, belki de, perdeye yansıyan gerçeklerin, başka seyircileri, lâf ebeliğinden uzak, olumlu bir yapıcılığa ittiğini kavrayamayışınızdır. Yabancılar filmlerimize verdikleri armağanları, halkımızın, günümüzün zor koşullarına karşı koymadaki yürekliliğine yöneltiyorlar her şeyden önce. Filmlerimizi gören yabancılar, sizin korktuğunuz gibi “a ne fakir halk” sonucuna varmıyorlar. Bambaşka şeyler düşünüyorlar. İşte, gerçek durumunu yakından öğrenmek isteyen bir halk, diyorlar. İşte, hayata büyük güveni olan, hayatın düşüne değil, gerçeğine bağlanan bir halk, diyorlar. Yeni-gerçekçilik başarısını, İtalyan gerçeği içinde böyle adım, adım ilerleyişine borçludur. İtalya’da insanlar ve olaylar, öylesine üstünde o kadar yoğunlaşmışlardır ki, bunları bir yana bırakıp, kafamızda başka şeyler yaratmaya kalkmak, en azından saygısızlık olur.<br /><br />Söze başlarken, aslında iyimser olmadığınızı belirtmiştim. Siz, kişinin gücüne pek inanmazsınız. Gerçeğin kişiden saklanması gerektiğini, çünkü kişinin gerçeğe dayanamayacağını ileri sürersiniz. Öte yandan, bir filmin seyircide, azıcık bir burukluk duygusu bile bırakmaması gerektiği düşüncesinin de öncülüğünü yaparsınız. Sinemadan çıkıp da evinize dönünce, sabaha kadar deliksiz uyumak istersiniz. Gerçek ve doğal bir uygarlık öğesi niteliği taşıyan sinemanın, bir eğlence, bir ticaret aracı olmaktan kurtularak, kültür alanına adım atışı sizi ilgilendirmez hiç. Sizin için önemli olan deliksiz uykudur. Filmde bir fakir, bir işsiz, başı dertte bir suçsuz varsa, istersiniz ki senaryo yazarı ile yönetmen, bunların derdine film bitmeden önce bir çare bul unlar. Sinemaya girerken ödediğiniz iki yüz liretin karşılığında, eğlenmek, heyecanlanmak, işsizlere iş bulmak, suçsuzları kurtarmak, hatta toplumsal sorunları çözmek istersiniz. Kendinizi iyimser sanmanızın nedeni bu işte.<br /><br />Siz ne derseniz deyin, kötümser diye adlandırdığınız İtalyan filmleri dünyanın dört bir bucağında ilgi ile karşılanıyorlar. Avustralya’da, Japonya’da, Meksika’da, İspanya’da seyirciler bizi bu filmlerden öğreniyorlar. Gerçekleri böylesine açık bir şekilde ortaya döktüğümüzü gördükçe, savaştan bazı dersler alabildiğimizi anlıyorlar. Kendilerinden görenek ve gelenek bakımından ayrılmakla birlikte, kendi kötülüklerimizi deşerken, yeryüzünün çeşitli ülkelerine ortak kötülüklere de didindiğimizi, daha iyi bir dünyaya ulaşabilmek için gerekli ortak acıları, ortak umutları ortaya çıkarttığımızı görüyorlar.<br /><br />Kötümser olduğu gerekçesi ile yıkmak, hiç değilse “yanlışlarını düzeltmek” istediğiniz İtalyan sineması, çağımızın karanlıklarına aydınlık getirmiş bir sinema okuludur.<br /><br />Cesare Zavattini<br /><br /><br /><br /></span></code></span>Anonymousnoreply@blogger.com0